|
|
Bankalar ve ÜretimKategori: Avustralya | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 21 Mart 2010 06:06:11 Benim eski kafalılığımdan olacak, "ürün" deyince ben elle tutulur, gözle görülür, kulakla işitilir birşeyler algılıyorum. Bir banka, veya bir sigorta şirketi "yeni ürünler"inden söz edince de azıcık afallıyorum. GFC ya da "Küresel Mâlî Kriz" Avustralya bankalarını fazla etkilemedi. Batan banka olmadı. Avustralya tarihinde yalnızca 1931'de 4 tane banka batmış.
Benim ilkel ekonomi bilgime göre bir ülkede, “birinci sanayi”, “ikincil sanayi” ve “üçüncül sanayi” vardır. “sanayi” sözcüğü aslında “sanatlar” anlamına gelse de TDK sözlüğüne bakılırsa biz bunu “hammaddeleri yapılı bir hâle sokmak için uygulanan eylemlerin ve bu eylemleri uygulamak için kullanılan araçların topu” anlamına, yâni imâlat sektörü için kullanıyoruz. Bu anlamda “sanayi”, “ikincil sanayi”ye denk düşüyor. “Birincil sanayi” ise topraktan tarım ve maden ürünleri çıkarılması. Peki, “üçüncül sanayi” ne ola ki derseniz, buna şimdilerde “servis sektörü” de deniyor. Aslında “üçüncül sanayi” elle tutulur, gözle görülür, kulakla işitilir birşey üretmeyen, üretenlere servis (hizmet) veren sektör. Birincil ve ikincil sanayiler olmasa üçüncül sanayiyi besleyecek kaynak bulunamaz. Bu bağlamda üçüncül sanayilerden herhangi bir ürün üretmeleri beklenemez. Üçüncül sanayiler tanım olarak birincil ve ikincil sanayilerin sırtından geçinen, ama (ideal bir düzende) onların işlerliğini kolaylaştıran hizmetlerdir. Olsa olsa değişik hizmet biçimleri sağlayabilirler. Sanayi anlamına kullanılan endüstri sözcüğünün kökeni aslında “industry” yâni “verimli emek” olmakla birlikte artık işkolu anlamına kullanılmaktadır. Bankaların kökeni tefeciliktir. Sayın İsa’nın tapınaktan tefecileri kovması, Sayın Muhammed’in faizi haram ilân etmesi bir rastlantı değildir. Bankalar sizin, benim emeğimizle kazandığımız paranın üzerinden tefecilik yaparak para kazanan kurumlardır. Ne var ki Albino Luciani (Papa I. John Paul) dünyanın en büyük bankalarından olan Vatikan Bankasını kurcalamaya başlayınca Papa olduktan 33 gün sonra öldürülmüştür ve “Müslüman” ülkeler en kıvrak dansöze taş çıkartacak biçimlerde kıvırtarak faiz yasağına uymamakta ve Allah’ın kelâmı olduğuna inandıkları Kuran’a ters düşerek akıllarınca inandıkları Allah’ı aldatmaya çalışmaktadırlar. Dünyanın en büyük madencilik şirketi 1885’te kurulan Avustralya kökenli BHP, İngiliz Biliton şirketiyle birleştiktan sonra BHP-Biliton adını alan şirkettir. Şirket birçok ülkede faaliyet göstermekte ve demir cevheri, manganez, petrol, alüminyum, bakır, çinko, uranyum, kömür, nikel kobalt, elmas ve titanyum üretmektedir. Bu dev şirketin kârı (2009’da GFC yüzünden epeyce düşmüş olsa da) 20 milyar dolar dolaylarındadır. Özel şirketler hakkında ne önyargımız olursa olsun, her ölçüte vurulduğunda BHP-Biliton üretken bir şirkettir. Öte yandan Avustralya’da dört büyük banka vardır. Bunlar büyüklük sırasına göre Commonwealth Bank, Westpac, National Australia Bank ve ANZ Bankalarıdır. Bu dört bankanın mal varlığı 1 trilyon.170 milyar dolardır. Bu bankaların kârları aşağıdaki gibidir:
Görüleceği gibi bu dört banka 2009 yılında toplam 23,4 milyar dolar kâr etmiştir. Yâni hiçbir şey üretmeden demir cevheri, manganez, petrol, alüminyum, bakır, çinko, uranyum, kömür, nikel kobalt, elmas ve titanyum üreten BHP-Biliton’dan daha fazla kâr etmiştir. Bankaların yatırımlarından elde etmeyi hedefledikleri kâr oranı net % 20’dir (vergiden önce % 28,6). Bankalar için tek önemli etmen kâr oranıdır. Bu yatırım silâh üretimi için de olabilir, ormanların katledilmesi için de olabilir, mâlî sıkıntı içindeki bir şirketi satın alıp mal varlığını yağmalayarak ta olabilir. Yatırımın toplumsal yararı ya da (gerçek anlamda) üretkenliği bankaların yatırım stratejisinde yer almaz. 1970’lere kadar Avustralya’da emekçiler her Perşembe akşamı haftalıklarını nakit olarak zarflara konulmuş biçimde alabilmekteydiler. Bankaların baskısıyla ve teknolojik ilerleme bahanesiyle artık maaşlar doğrudan bankalara yatmaktadır. Maaşınızın bir gün bile bankada kalması, ya da bir kısmını çekip, bir kısmını bankada bırakmanız bankalara büyük kârlar sağlamaktadır. Bugün 22 milyon nüfuslu Avustralya’da bankaların 17 milyon müşterisi vardır. 1911’de kurulan Commonwealth Bank bir devlet bankasıydı ve kurulma nedeni “mevcut bankaların aç gözlü ve beceriksiz” olduğu temelindeydi ve diğer bankaları “hizaya getirme” amacı taşıyordu. Bu amaç kör topal da olsa 1990’a kadar sürdürüldü ve 1990’da iktidardaki ALP (İşçi Partisi!) hükûmeti tarafından özelleştirildi. Avustralya bankalarının bir buçuk milyon hissedarı vardır. “İti iti kırdırmak” yalnızca savaş alanında olmaz. Bu bir buçuk milyon hissedarın çıkarları bankaların kârını azamiye çıkarmak yönünde olduğundan 17 milyon hesap sahibi Avustralyalı yasal olarak ve devlet desteğiyle sömürülmektedir. Bankalar savunma olarak 145,000 Avustralyalıyı istihdam ettiklerini, bunun da 8 milyar dolarlık bir ücret bordrosu oluşturduğunu, ayrıca bankalara hizmet sağlayan binlerce işyerinde onbinlerce kişinin istihdam edildiğini, her yıl federal düzeyde 5 milyar dolar şirketler vergisi, 400 milyon dolar eyâlet ve yerel hükûmet vergisi ödediklerini, hayır derneklerine, sanat ve spor etkinliklerine 30 milyon dolar bağışta bulunduklarını belirtiyorlar. Ne hoş değil mi? Peki bunların parası kimden çıkıyor? Bu 17 milyon hesap sahibinden değil mi? 300,000 dolar ev kredisi alıp 25 yıl boyunduruk altına girerek neredeyse 1 milyon ödeyen Avustralya emekçisinden değil mi? Devlete hepimiz ortak olduğumuz göre bir devlet bankası müşterilerini kollamaz mı? Bankasız bir düzen “Yeni Dünya Düzeni” içinde olası görünmüyorsa da hisse sahiplerinin aynı zamanda müşteri olduğu, (ve hisse sahibi olmayanların müşteri olamayacağı) bir düzen olamaz mı? İnsanlar kendi kendilerini kazıklamayacaklarına göre daha sağlıklı bir ortam yaratılmış olmaz mı? “Credit Union” adı verilen kuruluşlar buna oldukça yakın. Büyük bankalar bunları da yutmazsa! Özür: Geçen hafta Türkiye’de avukat tutacak parası olmayanlara avukat verilmediğinden yakınmıştım. Birkaç dostum beni uyardı ve Baroların bu uygulamayı yaptığını anlattı. Bir arpa boyu değil, iki arpa boyu yol gitmişiz demek ki!
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|