|
|
Onlar da "İNANMIYORUZ" dedilerKategori: Medya | 0 Yorum | Yazan: A Yorum | 09 Mart 2010 17:07:50 AKP eliyle inşa edilmekte olan liberal-muhafazakâr diktatoryanın doğrudan taarruz ettiği alanlardan biri olan Türkiye akademisinin hâl-i pür melâl'ine, nihayet, dünya bilim toplumundan da gayet açık tepkiler gelmeye başladı.
Bunlardan en önemlisi, Uluslararası Bilim Konseyi’nin (International Council for Science), Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırmalar Kurumu’nun (TÜBİTAK) kendi bilim yayını Bilim ve Teknik için hazırlanmış Darwin ve evrim kuramı dosyasını sansürlemeye çalışması ile iktidar destekli Ergenekon soruşturması kapsamında haklarında neredeyse hiçbir kuvvetli şüphe ve ciddi delil bulunmayan, daha önce de hiçbir adlî suç kayıtları olmayan akademisyen ve bilim insanlarının, sabaha karşı düzenlenen polis operasyonlarıyla gözaltına alınmaları ve tutuklanmalarına karşılık kaygılarını dile getirerek harekete geçme kararı alması oldu. Bu önemli kararın gelişimini ve ayrıntılarını paylaşmakta fayda var. Uluslararası Bilim Konseyi’nin ilk kaygıları, Mart 2009’da, TÜBİTAK’ın, yine TÜBİTAK’a ait aylık bilim ve teknoloji dergisi Bilim ve Teknik için hazırlanan özel Darwinve evrim kuramı dosyasını sansürlediği haberlerinin Türkiye basınında bir hayli yer bulmasının ardından, bu gelişmenin Konsey’e bildirilmesiyle başlıyor. Konsey, bunun üzerine, üyesi de olan TÜBİTAK’a bir yazı yazarak bu gelişmeleri soracaktır. TÜBİTAK’ın Konsey’e açıklaması, Türkiye’deki tartışmalar sonrası basınla paylaşılanlardan farksız oluyordu; “sansür iddialarına yol açan kimi yanlış anlaşılmalardan” duydukları “üzüntü” ile “sonraki Haziran sayılarının büyük ölçüde Darwin ve evrime ayrılmış olduğunun” ifadeleri, basından da anımsanacaktır. TÜBİTAK’ın, açıklamasında, ayrıca, “ifade ve araştırma özgürlüklerine olan bağlılığını” bir kez daha tasdik ettiği bilgisi var. Konsey, Türkiye’yi, baharda yaşananların ardından, Kasım 2009’da, Konsey’in alt komitelerinden, Bilimde Özgürlük ve Sorumluluk Komitesi’nin (Committee on Freedom and Responsibility in the Conduct of Science) Paris’te gerçekleştirilen yedinci toplantısında yeniden gündemleştirecektir. Türkiye’de art arda gelen gözaltı ve tutuklamalara, aynı toplantının son hâli 27 Ocak 2010’da açıklanan sonuç raporunda, “uluslararası kabul görmüş ve saygıdeğer akademisyenler” olarak kayda geçirilen, kimi hâlen görevli kimisi ise emekli öğretim üyelerinin de dahil edilmesi, gelişmelerin, bu kez Akademi ve Bilimsel Toplulukların Uluslararası İnsan Hakları Ağı (International Human Rights Network of Academies and Scholarly Societies) tarafından, Bilimde Özgürlük ve Sorumluluk Komitesi’nin dikkatine sunulmasına yol açıyordu. Buraya kadar olan tüm bilgileri, işte bu yedinci Bilimde Özgürlük ve Sorumluluk Komitesi toplantısının andığım raporundan aktardım ve rapor üzerinden devam ediyorum. Taraftar basına servis edilenlerin “haber” olarak sunulmaları dolayısıyla her gün okuyup işittiğimiz “darbe” iddialarından, raporda da ancak birer “iddia”, alleged plans, olarak söz ediliyor. Dahası, Ergenekon’dan söz ederken, “sözde Ergenekon silahlı terör şebekesi” diyecek ölçüde dikkatli bir dil de dikkati çekmektedir. Demek, Silivri yargılamalarının temel savı, Bilimde Özgürlük ve Sorumluluk Komitesi gibi uluslararası kabul ve itibar sahibi bir kurulda da ancak “sözde” sıfatıyla anılacak ölçüde ciddiye alınabiliyor. Komite’nin raporu, ayrıca, Odatv’de de sıklıkla dile getirilen “Ergenekon menüleri” kavramına uygun bir yaklaşımla, “tutuklananların arasında bilinen kimi suçluların yanı sıra, düşünce ve ifade özgürlüklerini kullanmaktan fazlasını yapmadığına inanılan akademisyenlerin ve diğerlerinin de bulunduğunu” belirtmektedir. Rapor, “Başkent Üniversitesi Rektörü ve saygıdeğer organ nakli cerrahı” olarak anılan Prof. Dr. Mehmet Haberal başta olmak üzere önde gelen tutuklu akademisyenlerden 13’ünün bulunduğu, “eksik” olduğu teslim edilen bir listenin Komite için temin edildiği ve bu duruma dair bir makalenin, akademik değer ve özgürlüğün savunulması ve geliştirilmesi iddiasıyla yayın yapan University Values çevrimiçi bültende pek yakın zamanda yayımlanmasının beklendiği bilgilerini de veriyor. Raporun Türkiye ile ilgili kısmı, Komite üyelerinin, “TÜBİTAK’tan gelen ifade özgürlüğü taraftarı bildiriyle doğrudan çeliştiği görülen bu durumdan duydukları endişeleri ifade ettikleri” ve “kişilere ve üniversitelerin özerkliklerine yönelik tehditlerle sonuçlanan, AKP ve laiklik yanlıları arasındaki değerler kavgasının, uluslararası bilim camiasının kuvvetli bir yanıtını zorunlu kıldığını” bildirerek sona ermektedir. Komite’nin Türkiye’ye ilişkin aldığı karar ise Komite Başkanı’nın, TÜBİTAK’a, University Values adlı bültende konuya dair yayımlanan makalenin de iliştirildiği bir yazı yazmasıdır. Makale ise çok daha açık yargılarda bulunuyor. University Values adlı bültenin Aralık 2009 tarihli yayınında, Akademi ve Bilimsel Toplulukların Uluslararası İnsan Hakları Ağı Şefi Carol Corillon’un imzası ve “Türk Hükümeti ve Üniversite Profesörleri Arasındaki Değerler Çatışması” başlığıyla yayımlanan makale, Mayıs 2009’da Ankara’da “on binlerce kişinin katıldığı” yazılan ikinci kuşak Cumhuriyet Mitingi’nden söz ederek başlamaktadır. Sanık konumundaki akademisyenlerin saygınlıklarından ve daha önce herhangi bir adlî vakaya karışmamış olmalarından burada da bahsedilirken bunların “özgürce konuşma haklarını kullanmalarına hükümetin bir yanıtı olarak görüldüğü” de ekleniyor ve bu durumun “akademisyen ve öğrencilerin, kendi görüşlerini, özellikle de laiklik yanlısı olanlarını, ifade ederken tereddüt etmelerine kesinlikle yol açtığı” da belirtiliyor. Makale, tutuklanan akademisyenlerin, her birinin ifade ve eylem düzeyleri değişik olsa da, laiklik yanlısı olduğu, “Ergenekon ağının var olup olmadığına dair yargının şimdiye dek hiçbir ayrıntı veya kanıt üretemediği”, Silivri sürecinde gerçekleştirilen polis operasyonlarının “çoğunun yasalara aykırı bir biçimde gerçekleştirildiği”, toplamda 15 bin sayfayı aştığı yazılan iddianamelerin “dağınım ve akla aykırı iddialar içerdiği” ve sonuçta “adaletin hakim olacağının ciddi ölçekte kuşkulu göründüğü” gibi tespitlerden de sakınmıyor. Corillon, yazısını, “kimisi ciddi sağlık sorunlarına sahip akademisyenlerin mahpusluğa ve kuvvetle muhtemel sarka sarka uzayacak bir yargılamaya tabi tutmanın ne adalete ne de yüksek eğitime yarayacağı” uyarısı ve tüm akademisyenlere yaptığı Türk akademisyenlerine ve üniversite özerkliğine sahip çıkma çağrısı ile sonlandırmakta ve daha önce bahsettiğim Komite kararındaki 13 akademisyenlik listeyi, her bir akademisyeni tanıtarak ve “eksikli bir liste olduğunu” not ederek, eklemektedir. Diktatoryal bir yeni rejimin inşası sürecine ilk uluslararası tepkiler gelmeye başladı. Uluslararası bilim camiasındaki bu tepkilerin ne denli ilgiye mazhar olacağı ve ne ölçüde yaygınlaşacağı şimdilik bilinmiyor, fakat Türkiye’de yaşananlar için kullanılan “demokrasi” ve “normalleşme” söylemine, sürece biraz daha yakından bakanların hiç inanmadıkları görülüyor. Diktatorya, olmayan meşruiyetini, her cenahta ve artık söylem düzeyinde de yitiriyor. KAYNAK : Odatv.com | Emre Özsuda
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|