|
|
Kagawa, Fletcher Jones ve Şeyh BedreddinKategori: Dünya | 1 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 07 Mart 2010 23:24:30 1989'da Berlin duvarının yıkılması bir milâttı. Sovyet tanklarının 21 Ağustos 1968'de Prag sokaklarına girip Dubçek'in "güler yüzlü sosyalizm"ini paletleri altında ezmesi de sosyalistler için bir milâttı. Mehmet Ali Aybar'ın bu işgâli kınamasıyla Türk Solu bir ayrışma yaşadı.
Bir yanda ne olursa olsun Sovyetlere toz kondurmayanlar, öte yandan “sosyalizmin zaten güler yüzlü olması gerekmez mi diyenler”... Berlin duvarının yıkılması ve Sovyet sisteminin çökmesini de bazı sosyalistler kapitalist dünyanın baskısı ile açıklarken, diğer bazıları da Sovyet sisteminin zaten doğası gereği çökmeye mahkûm olduğu, sosyalizmin zaten bu demek olmadığını savundular. Sosyalizm karşıtları ise bunu kapitalizmin kaçınılmaz zaferi olarak dünyaya haykırdılar. Troçki’nin üç beş adamıyla yapılan, Rus köylüsünün, bırakın desteklemeyi, olaydan aylar sonra haberdar olduğu 1917 devriminin doğarken zaten özürlü doğduğu gözardı edildi. Böyle doğan bir rejimin serpildiği zaman “adam olacak çocuk bokundan belli olur” örneği ne menem birşey olacağı belliydi. Stalin’in zalim yönetimi Stalin’in paranoyasının değil, doğuştan sakat olan bir çocuğu hayatta tutabilme çabasının kaçınılmaz bir sonucuydu. 50. yılını dolduran ve her türlü dış baskıya karşın ayakta kalmayı başarabilen Küba devrimi halkın desteği ve katkısıyla yapılan bir devrimin nasıl Sovyetlerden farklı olarak ayakta kalabileceğinin bayrağı oldu ve bugün çoğu Güney Amerika ülkesi bu bayrağın altında toplanmaya başladı. “Demokratik sosyalizm”, düşmanlarının iddia ettiği gibi bir aldatmaca değil, sosyalizmin yaşayabilmesi için “olmazsa olmaz” bir koşuldur. 1979’da Nikaragua’da ABD destekli bir diktatörlüğü kaba kuvvetle yıkan Sandinistalar 1990’da âdil bir seçim sonucu iktidardan düşmeyi kabul etti ve 2006’da yeniden seçimle başa gelmeyi başardı ve 1979 devriminin lideri Daniel Ortega halkın oyuyla yeniden devlet başkanı oldu. Bunları anımsatmak bugün zengin kapitalist ülkelerde yaşayan ve sosyalizmin daha âdil, daha uygar, daha insanca bir yaşam düzeni olduğuna inanan kişilerin şapkalarını önüne koyup “biz ne yapabiliriz”i biraz olsun düşünebilmeleri için gereklidir. Kırk parçaya bölünüp yüzde üçbuçuk oyla avunarak mangalda kül bırakmamak yerine somut çözümler aranmasının önemini vurgulamak içindir. “Zincirlerinden başka” kaybedecek çok şeyi olan zengin ülke emekçilerinin sosyalizme yönelmelerini beklemek safdillik olur. Bu ülkelerde –yoksul ülkeleri sömürme pahasına da olsa- kapitalizm (buna ister emperyalizm, ister yeni dünya düzeni diyin- emekçiye belli bir refah düzeni sağlamayı başarmıştır. Peki bu düzen içinde ne yapılabilir? Avustralya’da Fletcher Jones adlı erkek giyim eşyaları yapan bir şirket vardır. I. Dünya Savaşından sakatlanarak dönen ve 1918’de 23 yaşında uygun fiyata kaliteli giysi yapma amacıyla bu işe atılan Fletcher Jones işe çerçilikle başlamış, daha sonra Avustralya’nın birçok kentinde mağazalar açmıştı. 1928-29’daki büyük küresel mâlî kriz döneminde zenginle yoksul arasındaki gelir dağılımı dengesizliğini sorgulamaya başlayan FJ, Japon düşünür Dr Toyohiro Kagawa’nin yazdıklarını okumaya başlamış ve Kagawa’yı 1935’te Avustralya’ya davet etmiş. Sonra da 1936’da kendisi Kagawa’yı Japonya’da ziyaret edip Kagawa’nın Japonya’da yaptıklarını incelemiş. İşçi hareketinin içinde yoğurulan Kagawa 1921’de ve 1922’de bu nedenle hapse atılmış, hapisten çıktıktan sonra Japon İşçi Konfederasyonunun kurulmasına emek vermiş ve 1928’de Ulusal Savaş Karşıtları Birliği’ni kurmuş. II. Dünya savaşı sırasında, 1940’ta Japonya’nın Çin’i işgâl etmesi üzerine Çin’den özür dileyen Kagawa bu sefer de bu nedenla hapse atılmış. Japon kentlerinin çevresinde oluşan gecekonduları gezen Kagawa, buradaki yaşam koşullarının, hastalıkların, bebek ölümlerinin hep yoksulluktan kaynaklandığını gözlemlemiş. Kagawa, kooperatif hareketini barış hareketiyle birleştirip “kardeşlik ekonomisi” adlı kitabıyla bu kavramı ortaya atmıştı. Daha “çevrecilik”in bilinmediği 1930’larda Japon çiftçilerini toprak erozyonunu önlemek, aynı zamanda insanlara besin, hayvanlara yem sağlamak üzere meyve ağaçları dikmeye ikna etmiş. Savaş sonrası Japonların tanrılaştırdığı Japon İmparatoru Hirohito’nun huzurunda “büyüklük halkına hizmet etmekle olur. Bir yöneticinin hükümranlığı halkının yüreğinde olmalıdır. Bir insan ya da bir ulus ancak başkalarına hizmet ederek tanrılaşabilir” deme cesaretini göstermişti. Kagawa’dan esinlenen FJ, 1947’de kurduğu giyim fabrikasına çalışanları ortak etmiş ve onlara kâr payı tanımıştı. 1951’de çalışanlar şirketin yüzde 51 hissesine sahipken bu hisse 1970’lerde yüzde 75’e çıkmıştı. Çalışanlar şirkete ortak olmakla kalmayıp (daha sonra Volvo’nun uyguladığı gibi) işyerinin, çalışma düzeninin plânlanması, yürütülmesi, çalışma ekiplerinin oluşturulmasından da sorumlu hale gelmişti. 140 işçiyle işe başlayan FJ’un 1960’larda 2000 dolaylarında çalışanı olmuş. 1977’de öldüğü zaman dört fabrikada 3000 çalışan ve Avustralya’nın dört köşesinde 33 mağazası bulunmaktaydı. 1990’larda gümrük duvarlarının yıkılması sonucu ucuz ithal malları ile rekabet edemeyip fabrikaların kapanmak zorunda kalmasına karşın, mağazalar bugün bile hâlâ kaliteli erkek giyim eşyaları satmaya devam etmektedir. Tekerleği yeniden icat etmeye çalışmadan önce belki Kagawa ve Fletcher Jones’dan birşeyler öğrenilebilir kanısındayım. Bugün İspanya’nın Basque bölgesindeki Mondragon kooperatifler birliği, İngiltere’nin ünlü tersane kenti Newcastle-upon Tyne’daki kooperatif girişimlerinin daha yaygınlaştığını ve böylelikle bir politik güç oluşturduklarını hayal etmek istiyorum. Temelden gelen bu köklü değişikliklerin kapitalist düzeni içinden değiştirebileceğine ve bunun hem daha sağlıklı, hem de daha uzun ömürlü olacağına inanıyorum. Kapitalist düzenin insanlara sürekli olarak ne denli güçsüz oldukları, hiçbirşeyi değiştiremeyecekleri, kapitalist düzenin en doğal düzen olduğu şartlanmasının, “çalış, tüket ve öl” formülünün değiştirilebileceğine inanıyorum. Zaten bizim de geçmişimizde “yarin yanağından gayrı her yerde, her şeyde ortak” diyen Şeyh Bedreddin gibi bir ulumuz yok mu? Kagawa’nın, Fletcher Jones’un ve Şeyh Bedreddin’in anıları ve kalıtları önünde saygıyla eğiliyorum.
Yorumlaraykut yazgan
{ 08 Mart 2010 06:48:25 }
sevgili gündoğdu,
Diğer Sayfalar: 1. bugünlerde yine orhan oğuz'un "yaşadıklarım dinlediklerim" kitabını okuyorum. yediyüzaltmış sayfa bitmemecesine bir serüven. 1940'lardan gerçek bir aristokrat sosyalistin görüş açısından kıyasıya eleştirilen bir türkiye'de olması gerekenler, olmayanlar ve maalesef olanlar çok canlı bir şekilde anlatılmış. insan ve sosyalizm adına okunmaya değer bir kitap. güzel yazıyı okuduktan sonra öylesine bir çağrışım yaptı. sevgiler aykut
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|