|
|
Akademisyen Hukukçuların 'Sivil' Anayasa'ya bakışlarıKategori: Türkiye | 0 Yorum | Yazan: A Yorum | 26 Eylül 2007 00:56:19 AKP'nin isteği ile hukukçulardan oluşan 6 kişilik Bilim Kurulu, 'sivil ve birey odaklı' iddiasıyla bir anayasa taslağı hazırladı ve en büyük tepki hukukçulardan geldi. Hukukçuların her biri taslağa ağır eleştiriler yöneltiyor; farklı bir ad takıyor.
AKP’nin isteği ile hukukçulardan oluşan 6 kişilik Bilim Kurulu, ‘sivil, özgürlükçü ve birey odaklı’ iddiasıyla bir anayasa taslağı hazırladı; fakat en büyük tepki diğer hukukçulardan geldi. Bilim Kurulu üyeleri anayasa taslağında ‘pozitif’ düzenlemeler olduğunu savunurken, diğer hukukçular ‘negatif’ olarak değerlendiriyor. Hukukçu akademisyenler Prof. Süheyl Batum, Prof. Ülkü Azrak ve Prof. İbrahim Kaboğlu’na, taslağı nasıl tanımladıklarını; taslağı hazırlayan kuruldan Doç. Serap Yazıcı’ya da eleştirilere yanıtını sordu. Batum “Fiction anayasa”, Kaboğlu ” Dengeleri gözetmeyen, çağdaş olmayan anayasa” karşılığı verdi. Prof. Azrak ise bugüne kadar dile getirilmeyen bir iddiayı ortaya attı: “Sözümona Bilim Kurulu’nun hazırladığı sipariş anayasası! Yüksek ücretler vermişler, AKP’nin dolarla ödeme yaptığı söyleniyor!” Taslağı hazırlayan ekipten Doç. Yazıcı’nın yanıtı ise net: “İnsan haklarını uluslararası sözleşmelerin standartlarına yükselttik.” Prof. Süheyl Batum (Bahçeşehir Üniversitesi) FICTION (hukuk:Kurgu, Hayal Ürünü} ANAYASA Türkiye’de ilk defa 2007’de birey odaklı anayasa yapıyormuşuz gibi bir şey söylemek, Türkiye’nin birikimine de, geçmişteki anayasalarına da uyan bir ibare değil. 61 Anayasası birey odaklı bir anayasadır. 21 Anayasası egemenliği değiştirmek, bir kişiden alıp onu doğrudan doğruya toplumun tamamına vermek suretiyle birey odaklıdır. Bu anayasa taslağı için en uygun terim “kurgu anayasa”dır. “Fiction anayasa” diyorum ben. Yani iktidarın gerçek yüzünü göstermeyip, onu saklayan, maskeleyen anayasa diyorum. Bilimkurgu gibi, kurgu anayasa. Bir anayasanın birey odaklı olup olmadığını belirleyen en önemli unsur bana göre şudur: Sayılan özgürlüklerin pek bir anlamı yoktur. İran anayasasında da, eski Sovyet anayasalarında da özgürlükler sayılmıştır. Buna rağmen özgürlükler sağlanmamıştır. Bunu yapabilmenin yolu, onları ortadan kaldıracak güçleri sınırlamak. Oysa bu taslak tam tersi siyasi erki güçlendiriliyor. Yönetim erkini güçlendirdiği ve yönetimin dengelenmesini, frenlenmesini gerçekleştirmediği için, “birey odaklı” demek görüntüde kalır. Anayasalar zaten toplum sözleşmeleridir. Bu anayasada eleştirdiğim yönlerden biri de bu. İstediğin kadar “sivil” de, “Aman allahım kelebekler kadar özgürüz” de, ben burada kadınları göremiyorum mesela. Kadınlar korunmaya muhtaç varlıklarla beraber bir maddede yer alıyor. İnsaf! Alevilerin talepleri nerede? Din dersini seçmeli yapacağız, diyorlar. İstemezsen sen başvuruyorsun. Türkiye gibi bir ülkede “Ben din dersi istemiyorum” diyeceğiz!.. İstanbul’da Galatasaray’da, Saint Benoit’da dedin, Konya’da “Din dersi istemiyorum” de bakalım! Basın özgürlüğü isteyenlerin, yargı bağımsızlığı isteyenlerin talepleri nerede? Taslaklar yapmak yerine, herkesin “Ben anayasada kendimi şöyle görmek için şu maddelerin olmasını istiyorum” diyeceği çalışmalar bir araya getirilmeli. Başbakan “Biz millet için anayasa yapıyoruz” diyor. Bırak millet anayasasını kendi yapsın! Prof. Ülkü Azrak: (Maltepe Üniversitesi) SÖZÜMONA BİLİM KURULU’NA DOLARLA ÖDEME YAPILMIŞ 5-6 kişi kalkıp, uyduruk, yabancılardan bir takım maddeleri kopya eden, bir kısmını da sipariş üzerine yazan, sözde bir bilim kurulu tarafından hazırlanmış bir anayasa taslağı bu. “Sipariş anayasası” da diyebiliriz. Yüksek ücretler vermişler, AKP’nin kendilerine dolarla ödeme yaptığı söyleniyor. Tek parti iktidarı da bunu birilerine sipariş edecekti. Tek başlarına hazırlıyorlar, Meclis’te tek başlarına çıkaracaklar anayasayı. Çünkü onların sayısı yetiyor parlamentoda. Buna “AKP’nin anayasası” diyebilirim. Hiç şüphe yok! Bu anayasa tek parti iktidarının anayasasıdır. AB ülkelerinin hiçbirinde anayasalar böyle kabul edilmedi. Çoğu kurucu meclislerden geçti, geçmeyenler de mecliste mutabakatla kabul edildi. Din eğitiminin zorunlu olmadığı iddiasını ileri sürüyorlar. “Din ve ahlak” diye bir dersi zorunlu bırakacaklar, o sözümona ahlak dersi olacak. Ama dar anlamda din dersini, ebeveynler çocuklarının almasını istemiyorlarsa dilekçe verecek. Yani çocuğumun dersini almak istiyorsam, ben dilekçe vermeliyim. Bu çok önemli bir noktadır. Bunu başka yerlerde de, Nüfus Kanunu uygulamasında da yapıyorlar. Kimlik belgelerinde eğer din hanesine dininizin yazılmasını istemiyorsanız dilekçe vereceksiniz. O dilekçeyi verdiğiniz memur bir kere yüzünüze bakıp “dinsiz” diye sizi aşağılayacaktır. Burada da aynı şeyi yapıyorlar. Bu inanılmaz derecede berbat bir kurnazlıktır. Bir manipülasyondur. Prof. İbrahim Kaboğlu (Marmara Üniversitesi) DENGELERİ GÖZETMİYOR, ÇAĞDAŞ DEĞİL Liberal anayasalar önce insanı, sonra devlet organlarını düzenlerler. Batı anayasaları uzun zamandır bu ilke ile hazırlanıyor. Bizdeki 1961 ve 1982 anayasalarında da bu sistematik izlendi. Olması gereken budur. Ama insan odaklı, birey odaklı derken insanın nerede yaşadığının da unutulmaması gerekir. Günümüz anayasaları, özellikle son 30-35 yılda hazırlanan anayasalar, giderek insanın ve devletin varlık kaynağı olan, onların yaşadığı ortam olan ülkeyi de düzenleme konusu yapıyorlar. Böylece şu oluşuyor: 1. Ülke; nerede yaşanıyor? 2. Kimler yaşıyor? 3. Burada hangi tür örgütlenmeler gerçekleştirilecek? Günümüz anayasaları giderek bu üçlü sac ayağına dayanır hale geliyor. Buna biz “insan-devlet-ülke” veya “ülke-insan-devlet” diyebiliriz. Buna da kısaca “çağdaş anayasa” demek mümkündür. Siz bunu sivile, bireye indirgerseniz güzel bir slogan bulmuş olursunuz, ama ortaya çıkan çağdaş anayasa olmayabilir. AKP’nin anayasa taslağı için “Denge mekanizmasından yoksun bir anayasa”, “Dengeleri gözetmeyen ve çağdaş olmayan bir anayasa”, “sac ayaklarında eğrilikler ve kırıklıklar olan anayasa” diyebilirim. Bir örnekle, AKP’nin anayasa taslağını hazırlayan bilim heyetinin taslağında 82 Anayasası’nın tanımış olduğu “Çevre hakkı” hak olmaktan çıkarılmıştır. Bunlar tıpkı eski sosyalist devlet anayasalarında olduğu gibi devlete çevreyi koruma görevi yüklemiştir. Devlet çevreyi korumaz ise, kıyıları talan eder, yakıp yıkarsa devlete karşı dava açma hakkı olmayacak. Çevre bizim yaşama kaynağımız olduğuna göre, onu dışlayan bir bakış açısı, insana odaklı bir bakış açısı olamaz. Doç. Serap Yazıcı (Bilgi Üniversitesi) İNSAN HAKLARI ULUSLARARASI STANDARTA ÇIKTI 1961 anayasasından daha ileridedir. Neden? 61 Anayasası Türkiye’nin en liberal anayasadır, fakat o anayasa sisteminde mevcut olmayan kavramlar vardı. Dolayısıyla bugünkü kavramları da bu metne dahil etmek gerekiyordu. Mesela bu taslakta çevre meselesine, çevrenin korunması ve kişinin daha iyi bir çevrede yaşamasına ilişkin ibarelere yer verildi. 60’larda kişinin kendisiyle ilgili verilerin korunmasına ilişkin bir hak kategorisi yoktu, bilim geliştikçe hak alanlarının da gelişmesi gerekiyor. Beden bütünlüğü üzerindeki hakları genişliyor. 60’larda uluslararası hukuk bu kadar gelişmiş değildi. İnsan hakları uluslararası sözleşmelerin standartlarına yükseltildi. Taslağı hazırlarken başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarla sözleşmeye verdiği anlama baktık. Bu taslak 82 anayasasının ruhunu değiştirdi mi? Bu anayasa taslağında biz nelere odaklandık? Devlet otoritesini ilgilendiren onu korumaya yönelen bir metin değil, aksine devlet otoritesi karşısında bireyin hürriyetlerini tanımlayan ve geniş olarak ele alan, anayasal dayanaklarını güçlendiren bir metin hazırladık. Zaten devlet-birey ilişkisinde devletin korunmaya ihtiyacı yoktur. Mevcut anayasamızın başlangıç bölümünü dikkate alırsak, bu bölümde hep devlet mekanizmasını korumaya yönelik referanslar vardır. Anayasanın diğer hükümlerinde de devlet vurgusu hep ön plandadır. Örneğin, devletin amaç ve görevlerini düzenleyen 5. maddesi, devletin bağımsızlığını, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumaya yönelik bir ifade ile başlıyor. Buna gerek yok, zaten devlet kendi bağımsızlığını ve bütünlüğünü korumakla yükümlüdür. Bu, devlet olmanın doğasında gizlidir. Burada olması gereken neydi? Devletin bireyin hürriyetleri karşısında fonksiyonunun ne olduğunun tanımlanmasıydı. Dolayısıyla metin tamamen birey odaklı olarak kaleme alınmıştır. İnsanlık onurunun önemine ilişkin referanslar vardır. Kişinin temel hak ve özgürlükleri ile ilgili referanslar vardır. Böylece artık devlet aygıtının temel aracı bu değerleri korumaya yönelik hale getirilmiştir. Eşitlik ilkesiyle ilgili bence çok önemli bir düzenleme öngörüldü, fakat maalesef yanlış değerlendirmelere yol açtı. Oysa biz sadece kadınlarla beraber, yaşlılar, çocuklar ve engelliler için de pozitif ayrımcılığa olanak tanıyan bir ibareye yer verdik. Eşitlik ilkesinden vazgeçtiğimiz, geriye doğru bir adım attığımız ve kadınları korunmaya muhtaç kişilerin seviyesine indirgediğimiz, yaşlılar, çocuklar ve engellilerle aynı kategoride görerek bir alt basamağa indirdiğimiz yönünde eleştiriler aldık. Biz çok samimi niyetlerle bu maddeyi kaleme aldık ama böyle algılanıyor. Burada kadın ve erkeğin eşit olduğu zımnen kabul edilmiştir. Tartışma böyle cereyan ettiğine göre bu maddenin yanlış anlamları ortadan kaldıracak şekilde tekrar tanzimi gerekiyor. Sanıyorum TBMM’ye intikal ettiği aşamada yetkililer bunu gözetecektir. 82 Anayasası din hürriyetini düzenleyen 24. maddesinde ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu din dersi okutulmasını düzenlemiştir. 2. maddesinde laik olduğunu beyan etmiş bir devletin anayasasında zorunlu din derslerine yer vermesi elbette çelişkili bir durumdu. Bizim getirdiğimiz taslakta din dersi seçmeli olmuştur. Bu derse katılmak isteyenler dilekçe verecektir, yahut katılmak istemeyenler dilekçe verecektir. Bu madde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din hürriyeti maddesi esas alınarak düzenlendi. Dolayısıyla Avrupa standartlarında bir norm yaratılmıştır. Siyasi parti hürriyeti ve ifade hürriyetini düzenlerken de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu hükümlere verdiği anlamı dikkate aldık. Bu metin bir taslaktır. Taslak ve teklif aynı kavramlar değildir. Taslak anayasa değişikliği sürecinin başlangıç adımını oluşturabilir. Kamuoyuna bir fikir verebilir. Sadece bizleri, onu imzalayan 6 kişiyi bağlamaktadır. Bu metnin mutlaka bir anayasa teklifi metnine dönüşeceği şeklinde düşünmek doğru değil.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış
|
| Tüm Yazarlar |
|