|
ToroslarKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 21 Şubat 2010 20:07:56 Çetin Yiğenoğlu'nun anlattığı Adana, Toroslar, çocukluğu, ailesi, yaylalar... çok ilgimi çekti. Doğası, kültürü, tarihi, bitki örtüsü, sebzesi-meyvesi bol Adana ovasının bilmediğim ne çok yönünü ortaya koyuyor yazar. Sonra Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney ... gibi ne çok değerine yataklık etmiş bu verimli topraklar üzerine ne yazılmışsa hep merak ettim.
1 - 7 Şubat 2010 1 Şubat, Pazartesi Okulu düşünmediğim bir sabah. Beni ölümle tehdit eden öğrenciyi aklıma getirmediğim bir gün. Kara doyduk diye düşünmeme rağmen kara doyamadığımı düşündüğüm bir sabah. Kahve çay kokusunun sarmaş dolaş kahvaltı masasına oturduğu bir sabah. Güneşin bembeyaz, kapkalın bulutları aralamaya, başını uzatmaya çalıştığı puslu bir sabah. Bugün Çınlama kitabım gelecek mi diye postacının yolunu gözleyeceğim bir sabah. Gurbet işte bu diye diye içlendiğim, Ayvalık’ı aklıma getirip durduğum bir sabah. Ocak’tan kurtulmanın, yaza bir ay daha yaklaşmanın verdiği o hoş duyguyla dolu bir sabah. 2 Şubat, Salı Çınlama’nın (Hayal Yayınları) geldiği, benim sevince boğulduğum gün. Bir çocuğum daha olmuş gibi bir duyguya kapıldığım gün. Bundan sonra şiir yazamayacak mıyım diye aklıma getirmediğim gün. İlerde yayımlanacak kitabımın adını Çınlatma olarak koyduğum gün. Kendi şiirlerime nasıl yaklaşacağımı bilemediğim, evin içinde dönüp durduğum gün. Kendimi kahve, kanyakla kutladığım gün. Kitabımı evin en görülür yerlerine koyduğum gün. 3 Şubat, Çarşamba Ferit Edgü’nün Yaralı Zaman (Can Yayınları, 2007) romanının kahramanı üzerine yazı yazmak için sabırsızlanıp duruyorum. Roman Kahramanları dergisi için bundan daha iyi bir kitap bulabilirdim elbette ama en isabetlisi bu bence. Ülkemizin içinden geçmekte olduğu bir döneme gönderme yapan Yaralı Zaman, Doğu’yu ele alıyor tümüyle. Kahramanı hem zaman, hem de oralarda daha önce yaşamış biri. Bir de Doğu’nun çetin koşullarında yaşayanlar var elbette. Asıl kahramanlar belki de onlar. “hiç de düşsel olmayan Hakkâri’de bir yolculuğa” çıkacağım bu sımsıkı anlatıyla. 4 Şubat, Perşembe Berlin’deki Türk Yahudileri’yle ilgili sergiye gittim bugün. Boğaz’dan Berlin’e. Yahudi Cemaati’nin hoş bir salonundaki sergiye ben de katkıda bulundum. 300 Yıldır Türkler Berlin’de kitabımdaki kimi belgeleri kullanmalarına izin verdim. Berlin’e İstanbul’dan gelen Yahudi aileleri kendi işletmelerini kurmuşlar hemen. İkinci Dünya Savaşı sırasında pek çoğu gaz odalarında hayatlarını kaybetmiş, kimisine Türkiye sahip çıkmamış. Ama onların bazıları hayatta kalmayı başarabilmişler öyle ya da böyle. Açtıkları halı dükkânları, kurdukları dernekler... panolarda gösterilmişti ayrıntılı bir biçimde. Yaşlı Yahudi hanım ve beyler ilgiyle panolardaki resimlere bakıyorlardı, bazıları da büyük bir dikkatle okuyup yorum yapıyorlardı. Keşke bu anlamlı serginin bir kitapçığı olabilseydi. Sonra da Nur’la bir kahvede oturduk. Bu ay içinde kış mevsiminin sanata yansıması üzerine konuştuk. 5 Şubat, Cuma Uzun bir süredir Berlin’de yaşayan ressam Timur Çelik’in Türk Evi’ndeki sergisinde manzaralar ve portreler vardı. Berlin’den iki manzara fazla bir şy söylemedi bana. Portreler ise daha oturmamış gibi geldi. İnsanların iç dünyaları yerine, farklı yüzleri tuvaline geçirmiş. Boyaya boğulmuş yüzler de çok fazla şey söylemedi bana. Yüzlerle hiçbir ilişki kuramadim. Abartı öne çıkmıştı portrelerde. 6 Şubat, Cumartesi Kozan. Hacimli bir kitap ama sürükleyici olduğu için elimden bırakamıyorum. Bir kitap alıp götürmeli beni, kendine çekmeli, bağrına basmalı. Çetin Yiğenoğlu’nun anlattığı Adana, Toroslar, çocukluğu, ailesi, yaylalar... çok ilgimi çekti. Doğası, kültürü, tarihi, bitki örtüsü, sebzesi-meyvesi bol Adana ovasının bilmediğim ne çok yönünü ortaya koyuyor yazar. Sonra Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney ... gibi ne çok değerine yataklık etmiş bu verimli topraklar üzerine ne yazılmışsa hep merak ettim. Göçerlerin, aşiretlerin... giderek parçalanması, birbirlerine düşman haline gelmeleri, iyice küçülmeleri, aralarındaki bitmez tükenmez kısır çekişmeler, soyadlarını değiştirecek kadar birbirlerine düşmanlaşmaları... Türkiye’ye de ayna tutuyor sanki. Kitabın arkasındaki Kozanca Sözcükler Sözlüğü çok ilginç. Fotoğraflar ve kaynaklarla da beslenen bu kitabı Kozan ve Çevresi Sosyal ve Kültür Vakfı Yayınları yayımlamış (2009). “Yaşamımın topu topu 18 yılını geçirdiğim Kozan, hiçbir zaman kopmadığım, kopamadığım, dar günlerimde, güzel günlerimde, köşeye sıkıştığımda, bunalıma düştüğümde, mutluluktan uçayazdığımda döne döne geldiğim, tanımı zor bir edebiyat duygusuyla yürekten bağlı olduğum bir kent oldu hep...” Şarabın dünyada ilk üretildiği yer olan Toroslar, “Boğa” anlamına da geliyormuş. 7 Şubat, Pazar Saat üçe kadar, yakında Sel Yayınlarında yayımlanacak olan 1920 Yılı ve Sol Muhalefet dosyasını okudum. Yeşil Ordu Cemiyeti, (Hafi) –gizli- Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Halk İstirakiyun Fırkası, (Resmi) Türkiye Komünist Fırkası... ayrıntılı olarak ele alınıyor kitapta. 1920 yılındaki Türkiye’nin konumu, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenmesi, ilk Meclisin açılışı, solun Kurtuluş Savaşı’nı desteklemesi... çok ayrıntılı ele alınmış. Parti yöneticileri, bildiriler, tüzükler, faaliyetler, yayın organları... belgelere dayandırılmış hep. 90 yıl önceki siyasal tartışmalar günümüzde de devam ediyor kısır bir biçimde. Hamit Erdem’in bu titiz çalışması bugüne de ışık tutuyor. 1920’li yıllarda halkla sol kesim arasındaki sıcak ilişkiler, bugün yok. Rusya’daki devrimin Anadolu’daki etkilerinin neler olduğunu bugün kaç kişi biliyor? Devletin kurdurduğu resmi Komünist Partisi’nin yasaklanmasının nedenleri. Gizli Komünist Partisi’nin faaliyetleri... Hepsi merak uyandırıcı.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|