Kuran kursuna başladığımda sanırım 8 yaşındaydım. Bir anlamda Türkçe okuma yazma ile Arapça harfleri öğrenme bir müddet birlikte gitti. Manasını anlayamasam da birkaç yıl içinde azçok arapça harflerle okumaya başlamıştım. Sonra kursu aldığımız camideki imamın ters bir tavrına kırıldım ve bıraktım.
Yıllar içinde de unuttum gittim. (Zaman zaman eski yazıyla yazılmış bir kitap ya da kitabe ile karşılaştığımda hayıflandığım olmuyor değil.)
Ardından benim için zor bir dönem başladı. Din adına söylenenleri akıl ile yorumlamaya çalıştıkça,günaha girdiğim korkusuyla çok uykusuz geceler geçirdim. Söylenenleri olduğu gibi kabul etmek,aklıma takılanları düşünmemek ve yorumlamamak için kendimi çok zorladım,az mücadele etmedim. Ortaokulun sonuna doğru da Nazım Hikmet’in beni derinden etkileyen o şiiri elime geçti:
“Yazık yazık bizeki asırlarca aldandık
Karanlıkta çizilen izleri görmek için
Görüp yüz sürmek için
Yazık yazık bizeki bir çırağ gibi yandık…”
Ardından da kutsal kitapların Türkçelerini okuyup anlamaya çalışma süreci başladı. Okuyabilirdiniz ama kafanıza takılanı akıl süzgecinden geçirmeye çalışmak, konu ile ilgili konuşmak ve yazmak o gün de bu gün de kolay değildi, değil…
Bunu denemeye kalkanlar olmadı değil ama çok zorluk ve acılara katlanmak zorunda kaldılar. Rahmetli Turan Dursun canıyla ödedi…
Bunları niçin anımsadım?
Bu uğurda birçok kitap yazma cesaretini göstermiş bir bilim insanımızı Prof. İlhan Arsel’i kısa süre önce 9 Şubat’ta kaybettik. Basının bu değerli bilim adamının kaybına gereken önemi göstermediği ya da gösteremediğini düşünüyorum.
Prof. İlhan Arsel “Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına”isimli kitabında şunları yazıyordu:
“Atatürk Türkiyesi hariç bir tek islam ülkesinde kişi özgürlüklerini çiğner nitelikteki bu tür yönetimlere karşı en ufak bir serzeniş, en ufak bir direnme, demokrasi ve laiklik doğrultusunda en ufak bir özlem görülmemiştir. Şeriat uykusuna gömülmüş olarak Müslüman halklar, her şeyi kader işi bilip gerilikler, sefaletler ve ilkellikler içerisinde yuvarlanıp gitmişlerdir… Bu böyle olduğu halde hala şeriat devleti sistemine özlem duyanlar çoktur. Siyasetçilerimiz,sırf oy toplamak hırsiyle, halk yığınlarını, şeriat devleti ortamına hazırlamaktan geri kalmamışlardır. Atatürk’ün büyük bir mucize eseri olmak üzere şeriat bataklığından kurtardığı bu milleti, belki de hiç eleştirmedikleri ve gözden geçirmedikleri bir Orta Çağ dönemine sürüklemeyi marifet saymışlardır. Bütün bu karanlığa gidiş çabalarında, şeriatdevleti uygulamasının ne demek olduğunun aydın sınıflar tarafından bilinmemesinden yararlanmışlardır. Şunu artık iyice idrak etmemiz gerekir ki iki şeyden biri, ya Atatürk’ün bu milleti sürüklemeye çalıştığı akılcılığı ve laikliği benimseyeceğiz ve bu sayede demokrasi ve uygarlık yolunda yürüyeceğiz, ya da tüm yaşamlarımızı Orta Çağ usulü, gökten inme sanılan kurallara uydurarak yok olup gideceğiz…”
İlhan Arsel bunları 1993’te yazıyordu…
2010 Türkiye’sinin hali pür melali ortada...
Gerçekleri yazmaktan korkmayan aydınların çoğalması umuduyla rahmetli İlhan Arsel’i saygıyla anıyorum...