Güneşi unuttuk, o da bizi çoktan defterden sildi. Havadan konuşmakla rahatlamaya çalışıyoruz, üstümüze çöken miskinliği, karamsarlığı dağıtmaya çalışıyoruz sanki. Havaya karşı hava üzerine sızlanmalar! Bu da sıkıntımızı daha da büyütüyor. Hiç büyümeyecek çocuklara döndük, donup kaldık! Yaşam durmadı, akıp gide de fazla bir şey yok. Ev hapsindeyiz.
11 – 17 Ocak 2010
11 Ocak, Pazartesi
Masam yeni kitaplarla şenlendi; bayram ediyorum:
Kemal Özer’den 714 sayfalık toplu şiirleri Yaralı Karanfil,
Enis Batur’dan Başkalaşımlar XXI-XXX,
Luis Aragon’dan Elsa’nın Gözleri (çev. Hüseyin Demirhan),
Daha Önce Aşkın Kitabı’nı okuduğum Faslı şair Muhammed Bennis’ten bu kez,
Şarap,
Frankfurt Okulu’nun kurucusu Max Horkheimer’den, Alacakaranlık,
Emirhan Oğuz’dan yeni şiir kitabı Myndos Geçişi geldi.
Kitaplar beni ülkeme, anadilime perçinledi hep.
Yalnızlığımın engin, derin sularında yitip gitmeme engel oldular, beni düze, yüzeye çıkardılar.
12 Ocak, Salı
“Kar Günlüğü”ne başladım.
Karlı şiirlerden oluşan bir günlük olacak; karı ve kara ilişkin imgelerle gelişecek. Berlin’deki amansız kışın fotoğrafını çekmeye çalışacağım.
13 Ocak, Çarşamba
Lettre İnternational için İstanbul üzerine bir yazı yazmaya çalışıyorum. Bir yandan da İstanbul üzerine yazılmış şiirlerden birkaçını seçmek için uğraşıyorum. İstanbul Şiirleri Seçkisi’ni bulamıyorum nereye koyduysam. Ramis’e ve Hulki’ye yazdım. Umarım bana yardımcı olurlar. İstanbul üstüne on cümlecik bir şey daha yazmam gerekiyor bir başka çalışma için. Bu büyülü, bu karman çorman, bu iki kıtayı birleştiren enfes kenti anlatmak, betimlemek kolay mı? Denemeye değer. Ben de deneyeceğim.
14 Ocak, Perşembe
Hulki Aktunç’la yeniden başladık karşılıklı “opus”luı şiirler yazmaya. Onun yazdığı şiire ben nazire, bezek yazıyorum. Böylece ortak bir şiir kitabına doğru, farklı üsluplardan geçerek, gidiyoruz şiir şiir. Bu tür ortak çalışmaların gücüne, güzelliğine, etkinliğine, farklılığına hep inandım. Yaratıcı alanı uyarmadır bu tür çalışmalar, bana öyle geliyor. “Beyaz Opus”da Berlin’deki kışı ve karı anlatmaya çalıştım.
15 Ocak, Cuma
Dünyanın en uzun adamı bir Türk: Sultan Kösen: Tam 246,5 cm. 155 kilo ağırlığındaki Sultan’ın gelişmesi on yaşına kadar çok normalmiş. Sonra uzamaya başlamış. 2008’de ameliyatla uzaması durdurulmuş. Dünyan en kısa adamı ise bir Çinli: He Ping Ping. 74 cm ve 7 kilo ağırlığında. Bu zıt ikilinin gazetedeki resimlerine gülemedim. Sultan, bastona dayanmış, ayakta zor duruyor sanki. Çinliye göre Sultan bir dev olmalı! Kanal D’de Beyaz Şov’da da gördüm bu en uzun adamla en k,çük adamı. Dünyanın en küçük adamını kucağına almıştı Beyaz. En uzun adama bakarken de boynu kırılacaktı neredeyse.
16 Ocak, Cumartesi
Karlı kaçıncı gün bu? Unuttum. Saymayı bilmiyorum artık. Gecenin gündüzün renk olarak pek farkı kalmadı. Yerler bembeyaz, gök ise kirli kar renginde; boz, sisli.
Güneşi unuttuk, o da bizi çoktan defterden sildi. Havadan konuşmakla rahatlamaya çalışıyoruz, üstümüze çöken miskinliği, karamsarlığı dağıtmaya çalışıyoruz sanki. Havaya karşı hava üzerine sızlanmalar! Bu da sıkıntımızı daha da büyütüyor. Hiç büyümeyecek çocuklara döndük, donup kaldık! Yaşam durmadı, akıp gide de fazla bir şey yok. Ev hapsindeyiz. Dışarı çıkmak yasak değil ama soğuk heyula gibi dikiliyor karşımıza kapıya yönediğimizde.
“Kardır yağan üstümüze geceden” diyor ya Dıranas, başka ne olacaktı ki?
17 Ocak, Pazar
Cahit Sıtkı Tarancı’nın şu dizesi gibi, “Kar yağıyor, yine kar, yine mahşer gibi kar”. Salonun penceresinden yola bakıyorum.”Beyaz bir sükûn işte: kar yağıyor, kar, kar, kar”. Ev sessiz, sokak da. Çıkıp yürüsem, üşeniyorum her zamanki yolu yürümeye. Kanalı, küçük bahçe evleri merak ediyorum oysa. Uzanıyorum divana. Televizyona da bakmak istemiyor canım. Haberler bana neyi haber verecek? Canım sarhoş olana kadar içmek istiyor. Kuzeydeki ülkelerde neden alkoliklerin çok olduğunu daha iyi anlıyorum. Gri gök altında uzun süre yaşamak insanda sinir falan bırakmıyor da ondan içiyorlar. İlk fırsatta da güneşi bol yerlerde tatil yapıyorlar tadını çıkara çıkara güneşin.
Aklımda Ayvalık güneşi. Oysa orada da fırtına ve poyraz var, biliyorum. Olsun. Yine de Ayvalık’ta olmak ve bir meyhaneye sığınmak isterdim poyraza sırtımı dönüp.