A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Korkular mı, özgürlükler mi?

Kategori Kategori: Türkiye | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 23 Eylül 2007 23:37:30

Bir toplumun tarihinin o toplumun kültürel yapısını, düşünsel üretkenliğini, kendini dönüştürme konusunda ne denli belirleyici olduğu yeni anayasa tartışmalarında görülüyor. Osmanlı toplumunun yapısı, cumhuriyet sonrası tek partili süreç, askeri darbelerle dayatılan tek seslilik sonucu ne denli tutucu bir toplum tini oluştuğuna şahit oluyoruz.

Eğer olgular hep olduğu gibi kalsaydı, toplumlar yaşam biçimlerini hiç değiştirmeden sürdürebilseydi, bir dönem doğru-işlevli-verimli olan fikirler ve bunlara dayanarak yapılan toplumsal düzenlemeler hep böyle kalsaydı sorun yoktu. Ancak durumun böyle olmadığı ve olamayacağı kesin olarak kendini gösteriyor. O halde değişimi görmekten başka çaremiz olabilir mi? Değişimi kavrayamamak başka şey –ki bu doğaldır- değişimin olduğu ayan-beyan ortada iken eski yöntemlerde diretmek başka şeydir. Bu noktaları değişim karşısında iki uç tutum olarak koyarsak, bu iki uç arasında salınımlar da kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır.


Sürecin değiştiği kabul edildiği halde yeni koşullara uygun, düşünsel, yaşamsal, hukuksal, yönetsel, vb… değişmelere direnmek pek de iyi niyetli olmasa gerek. Çünkü bunun arkasında olsa olsa bir ayrıcalığı kaybetme korkusu bulunabilir. Bu ne ahlaki, ne siyasi, ne bilimsel, ne akılsal olarak kabul edilebilir bir şey olamaz. Zaten bu noktada ortaya çıkacak tüm dirençler er-geç yıkılır, sadece zaman uzar, toplumlar bunun karşısında belli bedeller öderler, ama hiç bir şekilde hak olanın, özgürleşmenin önü kesilemez. Kendi adıma bu iyimserliği hiç bir zaman kaybetmedim; çünkü tarihsel deneyimler bilimin gelişiminin, aklın yaratıcı dinamiklerinin, özgürlüğün yolunun asla kesilemeyeceğini gösteriyor.


Var olan bir şeyi yok edemezsiniz, ancak dönüştürebilirsiniz. Dönüşecek olan nedir ve dönüştürecek olan kimdir? İşte tüm sorun burada. Ayrıca bir şey dönüştürülecekse yerine ne konacak? Dönüşümün dinamiği kendi içindedir ve ereği mutlak anlamda özgürlüktür. Özgürlükten bir keyfilik değil; ister nesne, ister insan, ister toplum olsun kendi içindeki potansiyeli ortaya çıkarıp onu yaşatıp gerçekleştirebilmesidir. Doğru tutum, dönüştürülecek olan her ne ise onun kendi içsel özelliklerine, dirençlerine ve taşıdığı potansiyellerin tespitine bağlıdır. Doğa nesnelerinde, teknolojik alanda bu fazla sorun olmuyor, çünkü onların iradesi yoktur. Ancak tinsel alana geldiğimizde durum farklı bir nitelik kazanıyor, çünkü burada özneler var, farklı farklı istekler, yönelimler ve projeler var. Başka bir deyişle çatışan çıkarlar, birbirinin aynı olmayan yaşam ve inanç biçimleri var, ve bunların hepsinin kendine göre talepleri var.

İndirgemeci bir biçimde söylemek gerekiyorsa burada karşımıza iki seçenek çıkar: Ya, egemen olan her kimse, elindeki güce dayanarak kendini herkese dayatacak, ötekinin özgünlüğüne yaşam şansı vermeyecek, ya da bu farklılığı kabul edip bir biçimde ortak yaşamanın yolları bulunacak. Farklı olanı yok etmek, onu kendi isteğiniz doğrultusunda hizaya sokmak mümkün olmuyor. Çünkü bu tutum varlığın doğasına aykırı, insanlık tarihi de Türkiye’nin tarihi de bunu doğrulayan örneklerle dolu. “Sınıfsız-kaynaşmış bir kitleyiz” demekle sınıflar yok mu oldu? Kürt sorunu yoktur demekle böyle bir sorun ortadan mı kalktı? …

Son dönemde doğal olarak ülkemizde, üzerinde en çok tartışılan konu yeni anayasanın nasıl olacağıdır. Ne yazık ki böylesine önemli bir belge geldi türban sorununa takıldı. Ama bu bir gerçekliktir ve görmezden gelinemez. En azından dönüşüm isteyenlerin neyi istedikleri, karşı çıkanların niçin karşı çıktıları geniş bir biçimde ortaya konuyor. Bu durum düşünsel ve politik olgunluk düzeyimizin de bir aynası oluyor.

Bir fikir yanlış olabilir, tutarsız olabilir ve bu yanlış fikirleri doğru olduğunu savunanlar çıkar, ama bunu kararlı bir şekilde savunabilirler. Eylemlerinizin düşünsel dayanaklarını oluşturmuş buna uygun olarak taleplerinizi dile getirip tepkilerinizi ortaya koyabilirsiniz. Bu tutum belirli ölçüde saygı görmeyi hak eder, çünkü bizzat kendi eylemlerinizi değerlendirecek ölçülere sahipsiniz. Böylesi bir tutumdan yararlı fikirsel üretimler de doğabilir. Çünkü olgular savunduğunuz fikirleri yanlışladığı zaman kendi üzerinize dönebilirsiniz. Fakat öznel korkularınızı, vehimlerinizi, çıkarlarınızı, ayrıcalıklarınızı kendinize dayanak etmişseniz durum farklıdır. Örneğin bir yandan farklılığımız zenginliktir diyeceksiniz farklı olanı tehdit olarak göreceksiniz; doğal insani haklarını (düşünme, ibadet, örgütlenme, kendini özürce ifade etme) istediğinde niyet dedektifliğine kalkışarak, “benim varlığım yok edecek” diyerek daha baştan boğmaya kalkışacaksınız.

Son anayasa tartışmalarında öylesine gülünç bir gerekçe ortaya atıldı ki, şaşırmamak elde değil. “Mahalle baskısı”, ya da üniversitelerde türbanlı öğrenci çoğalırsa başı açıklar üzerinde bir baskı olabileceği iddiası. Fikirler, kendilerini dile getirme olanağı buldukça anlamlı olur, bu onun doğasında vardır; ayrıca bu hak insan olmanın, kendi düşünsel potansiyellerini ve yeteneklerini gerçekleştirmenin olmazsa olmaz koşuludur. Ayrı düşünceler, farklı inançlar, değişik yaşam biçimleri birbirlerini sindirdiği, ötekinin de kendisi kadar yaşam hakkı ve ifade özgürlüğünü kabul ettiği ölçüde farklılıklar birbirlerini zenginleştirir, toplumsal yaşamı daha renkli kılabilir. Hoşgörü kavramını kullanmak istemiyorum, çünkü bu söylem sanki biri diğerine lütufta bulunuyormuş gibi bir çağrışım yapıyor. Hoş görmek değil, hakkına saygı duymak zorunluluğu vardır. Ötekinin hakkına saygı duymayan, dahası hoşgörü bile göstermeyen ilişkiler olabilir, bu da bir gerçektir. Ancak böylesi tatsızlıklar olur diye bir taraf ötekini yok sayamaz. Baskı uygulayan kendisi de baskı altına girer. İşte hukuk ve onun uygulayıcısı, takip edicisi devlet burada devreye girer. Farklılıkların birbirlerinin haklarına saygı duymanın güvencesini hukuka bağlı devlet sağlar. Devletin demokratikliği, yasaların, anayasaların insancıl, özgürlükçü, hak ilkesine bağlılığının ölçüsü budur: Farklılıkların birbirlerin karşı varlıklarının güvence altına alınması ve korunması. Yoksa öznel korkulara dayalı, kendi korkularınızı ötekinin niyeti olarak varsayıp baskı uygulamak değil. Düşüncenin ifadesi çok çeşitli yollarla ve biçimlerle yapılabilir, yeter ki şiddeti ve zorbalığı araç olarak kullanmasın, toplumun moral değerlerine saygısızlık etmesin. Devlet bu noktada da anayasadan kaynaklı yetkisine dayanarak yaptırımcı gücünü kullanır.

İlkeler kişilerin veya gurupların keyfi tutumlarından değil olguların içsel dinamiklerinden ve gelişim eğilimlerinden çıkarılır. İlkeler kendilerini tabulaştırırsa arkasından kaçınılmaz olarak dayatma ve zorbalık gelir. Elbette ilke diye somut-irade kullanan bir güç yoktur. İrade insanlardadır ve iradelerini belirli merkezlere bağlı olarak ve belirli amaçlara ulaşmak için işletirler. Toplumsal alanda tüm gelişmelerin merkezinde ve hedefinde insan vardır. O halde “birey mi –insan mı- ilke mi?” ayrımı söz konusu olduğunda hemen şu soru gündeme gelir: İlkeler kim için, anayasa kim için, … Soruyu biraz daha geliştirirsek; elbette ulusal çıkarlar, kültürel haklar, değişik inanç ve yaşam biçimleri ne olacak diye sorabiliriz. Ama baştaki sorun burada da karşımıza çıkar; bunlar ne için? Gelip hep insana-bireye (kişiye, kimliğe değil) dayanırız. Çünkü birey sonsuz bir potansiyel, kişi ise bunun içerik kazanmış, kendini belirli niteliklerle donatmış bir biçimde gerçekleşmesidir. Somutluk kazanmış, şu an gerçek olanı hep korumaya kalkmak, kutsal kılmak tutuculuk doğurur, tutuculuğun biraz daha yoğunlaşmış hali bağnazlık ve zorbalıktır.

Bireyi temele almadan yapılan toplumsal düzenlemeler, düşünsel üretimler, politik ve yönetsel düzenlemeler her türlü yanlış ve zararlı yola sapmaya açık hale gelirler. Önemli olan bunlardan korkmak değil bunları tartışıp uygarca çözüm yolu bulacak sosyal ortamı yaratmaktır.

Yazıyı, tarihte gerçekten özne olmuş güzel insanlardan birkaç tanesinden birey hakkındaki söylemleri ile bitirmek istersek;

“İnsan önce İslam doğar, sonra Yahudi, Hıristiyan, ve Müslüman olur” (Hz. Muhammed)

“Size şunu söyleyeyim, burada tapınaktan daha üstün bir şey var. … Çünkü ‘İnsanoğlu’ Şabat gününün de Rabbi’dir.” (Hz. İsa, Matta,12/6-8)

“Çünkü insan şudur: O, kendi çok çeşitli doğasının çelişkisinin yalnızca taşıyıcısı değil, ama sürdürücüsüdür de. İnsan bu çelişki içerisinde kendisine eşdeğer ve sadık kalır. (Hegel, Estetik)


Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış




'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git