|
Kokulu PullarKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 17 Ocak 2010 08:46:15 Bugünkü Berliner Zeitung'da vardı kokulu pulların haberi. Maliye Bakanı Wofgang Schäuble yapıştırırken ağza elma, yaban mersini, limon, çilek kokusu veren pulları basına tanıtmış. Uzun süredir devlet basımevinde hazırlığı yapılan bu pulların piyasada nasıl karşılanacağı merak konusuymuş. Merak edilmez mi böylesi bir yenilik?
1 – 10 Ocak 2010 1 Ocak, Cuma Yeni yılın ilk günü. Erken kalkmanın bir anlamı yok. Rahime’yle ön ve arka bahçemizdeki kar manzarasının ne kadar güzel olduğunu söyleyip duruyoruz birbirimize. Kahvaltımıza somon balığı da geldi bugün. Yağlı olduğu için her zaman yemediğimiz, yalnızca yeni yıl sırasında soframıza teşrif eden somonu Rahime sevmiyor. Ben de bayılmasam da, yılda bir iki kere kahvaltımızı selamlamasına izin veriyorum. Hâlâ bitiremediğim Michel Faber’in Günahkâr Kırmızı, Masum Beyaz romanını (750 sayfa) okuyorum kahvaltıdan sonra. Viktoria dönemi İngilteresi’nden farklı bir aşkı ve hayat kadınını konu edinen romana ısınmamak ne mümkün. Cüretkâr sevişme sahneleri dudak uçuklatıcı olmasa da, iştah kabartıcı! 2 Ocak, Cumartesi Geç kalktım ve bu geç kalkışlara iyice alışmaya başladım. Sabah alışverişini uzattım biraz yürüyerek. Bir günlük tatil bile insanları nasıl da tüketime yönlendiriyor. Kıtlıktan çıkmış gibi alışveriş yapıyordu insanlar. Kaldığım yerden romana devam ettim. On sekizinci yüzyıl Londra’sındaki yaşam biçimi, düşüncesi, ahlak anlayışı ve cinsellik, hayat kadınları... kitabı sürükleyici kılmaya yetiyor iyi çeviri ve yazarın enfes biçemiyle birlikte. Buz tutmuş göl kenarında uzun bir yürüyüş yapıyoruz Rahime’yle. Bir buçuk saatlik tempolu yürüyüş yormuyor, tersine zindeleştiriyor bizi. Bizim dışımızda da ne kadar çok insan yürüyüş yapıyordu, tanıdıklara bile rastladık. Ormanın ve gölün doyumsuz manzarası belleğimize kazındı iyice. 3 Ocak, Pazar Geç kalkma. Kahvaltı. Yürüyüş. Romana devam. Şiir Günlüğü’nü yeniden gözden geçirip Varlık’a yollama. Tembellik hakkımı kullanıyorum ve televizyonun karşısında uyuyorum öğleden sonra. Yarın okullar açılacak ve ben yine nasıl tedirginim. 4 Ocak, Pazartesi Uyanamayacağım tedirginliğinden doğru dürüst dalamadım döndüm durdum yatakta. Oysa iç sesim beni hep istediğim saatte uyandırdı bugüne dek. Üç haftalık Noel tatilinde tembelleştim iyice ve geç kalkmaya alıştım. Uykumu alamadan düştüm yola. Kanal boyundan, ayakkabılarımın altına Rahime’nin çoraplarını geçirerek, kaymadan yürüdüm. Hava iyi soğuktu: eksi 12 derece. Kar ise pırıl pırıl parlıyordu. 9. ve 10. sınıflar üç haftalık staja başladılar. Okul boşalmış gibi. Derin bir nefes alıyorum. Gelecek hafta da 8. sınıflar olmayacak iki hafta. Onların da stajı var. Emre’yle Belinda geldi yemeğe. Avusturya’yı, kaldıkları küçük köyü anlattılar. Karsız girmişler yeni yıla. Yemekte nohutlu, küçük köfteli mantı vardı ve bu yemeğe bayılıyor Belinde, ben de elbette. 5 Ocak, Salı Bugünkü gazete dünyanın en yüksek binalarının fotoğrafı vardı. Büyük kutlamalara neden olan Burj Dubai tam 824 metreymiş. Alt katı otel olan, çok lüks bu bina başımı döndürdü. Tayvan’daki Talpel dünyanın ikinci uzun binasıymış: 508 metre. Malezya’daki ikiz binalar 452 metre yükseklikteymiş. Chicago’daki Willis Tower 442 metreymiş. New York’taki Worl Trade Center 417 metreymiş. Yine New York’taki Empire State Bulding 381 metre yüksekliğiyle 6. sırada yer alıyormuş. Berlin’deki televizyon kulesi 368 metre yüksekliğiyle 7. sırayı kapmış. Paris`teki Eyfel Kulesi 324 metre yüksekliğiyle ününü koruyormuş. Almanya’nın Köln kentindeki ünlü Dom Kilisesi 157 metreymiş. Böylece dünyanın sayılı yüksek binalarının nerede ve kaç metre yüksekliği olduğunu da öğrenmiş oldum başım döne döne. Yükseklik korkum yok ama bir kilometreye yaklaşan uzunluğundaki bir binada da oturmak, yaşamak istemezdim doğrusu. 6 Ocak, Çarşamba Okulda Paul Celan’ın şiirlerini yeniden okudum, kütüphaneye kapanıp. Dil, onda hep öne çıktı ve sımsıkı sardı şiirini. İmgeleri, göndermeleri kolayca anlaşılmaz ama geçmişe dönük acıları ve geleceğin belirsizliği onu böyle kapalı yapmamış mıdır acaba? 1958’de Bremen Edebiyat Ödülü’nü aldığı konuşmasının bir yerinde dile ilişkin şunları söylüyor: “Onca yitirilen arasında erişilebilir, yakında ve yitirilmeden kalan ise hep bir tek şey oldu: Dil. Evet, o, yani dil, her şeye karşın yitirilmeden kaldı. Ama kendi yanıtsızlıklarıyla, korkunç bir suskunlukla, öldürücü konuşmaların binlerce karanlığıyla çarpışmak zorunluluğuyla karşılaştı. Bütün bu badirelerin içinden geçti ve olup bitenler için sözcük harcamadı; fakat bütün bunları yaşadı. Yaşadı ve ondan sonra, bütün bunlarla ‘zenginleşmiş’ olarak, yeniden günışığına çıkmasına izin verildi. Ben, gerek o yıllarda, gerekse daha sonraki yıllarda işte bu dilde şiir yazmaya çalıştım: Konuşmak için, kendimi yönlendirmek için, nerede olduğumu ve nereye götürülmek istendiğimi betimleyebilmek için.” 7 Ocak, Perşembe Bugünkü Berliner Zeitung’da vardı kokulu pulların haberi. Maliye Bakanı Wofgang Schäuble yapıştırırken ağza elma, yaban mersini, limon, çilek kokusu veren pulları basına tanıtmış. Uzun süredir devlet basımevinde hazırlığı yapılan bu pulların piyasada nasıl karşılanacağı merak konusuymuş. Merak edilmez mi böylesi bir yenilik? 8 Ocak, Cuma Ingeborg Bachamnn’ın şu şiiri sanki beni anlatıyor, ya da biz yabancıları. Gölgeler Güller Gölgeler Yabancı bir göğün altında gölgeler güller gölgeler yabancı bir toprakta güller ve gölgeler arasında bir yabancı suda benim gölgem Yabancılığı derinden duyumsayan yalnızca ben değilim. Bachmann da çok derinden duyumsamış! 9 Ocak, Cumartesi On beş bin film başlığı 11 – 21 Şubat tarihleri arasında kutlayacak ve 60. yılına basacak olan Berlin Film Festivali’nin afişinde yer alıyor. Kronolojik bir biçimde filmler baştan sona bir afişte! İnanılır gibi değil! Berlin, kar altında. İşlek caddeler bile karla kaplı. Dondurucu soğuklar yok iyi ki. Bu havada otobanda araba sürüyor olmak bir cehennem olsa gerek. Bir de evsiz-barksız olmayacaksın. Onlara da devlet sahip çıkıyor ve sıcak yemek dağıtıyorlar belli yerlerde, barınabilecekleri yerleri de gösteriyorlar. 10 Ocak, Pazar Öğleden önce mutfak musluğunu tamir etmekle uğraştım. Sabah kahvaltısını hazırlarken fark ettim musluğun su kaçırdığını. Mutfaktaki yolluk ıslanmıştı iyice. Kolları sıvadım kahvaltıdan sonra. Musluğun altında çalışmak da ne zor! Şekilden şekile girerek suyu hangi hortumun kaçırdığını buldum. Contası gitmiş. Komşumdan conta aldım, kendirle de iyice sardım. Taktım yerine hortumu oflaya puflaya. Oldu mu? Bakalım göreceğiz.. Sonra Nur geldi, Acem geldi. Kıymalı makarna pişirdim, salata yaptım. Şarap içtik.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|