|
Şairin yüreğine inerse acıKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 01 Ocak 2010 07:16:46 Mahmut Derviş de Filistinlilerin efsanevi savaşımını, yaşamını şiirlerine geçirdi. Filistin'le İsrail arasında süren savaşta ölenlerin, öldürülenlerin, acı çekenlerin şiirini yazdı Mahmur Derviş. Celan'la Mahmut Derviş'i karşılaştırmak değil amacım. Şairin yüreğine inerse acı, o acı şiire ağıyor günü geldiğinde, bunu demeye çalışıyorum.
14 – 20 Aralık 2009 14 Aralık, Pazartesi Hava kapalı, soğuktu ama yine de yürüdüm okula kadar. Karanlığa alışan gözlerim kanalın suyuna yansıyan ağaçların siluetini seçiyordu açık seçik. Köpeğini gezdiren ya da bisiklete binenler... Bir de ben. Okula gitmenin sıkıntısına takılmadan yürüdüm, yürüdüm. Dün gece iyi uyamamış olsam da erken kalkıp kalkamayacağım sıkıntısından, dinç ve uykusunu almış bir adam gibi yürüdüm. Kent yavaş yavaş uyanıyordu ve ben pek çok insandan önce uyandım, kahvaltımı yaptım, kahvemi içtim ve yürüyorum. Okul yerinde duruyordu, öğrenciler, öğretmeler odası, sınıflar ve öğretmen arkadaşlarım da. 15 Aralık, Salı Mustafa’nın yolladığı dergi paketim geldi. Dünyam ışıdı, keyfim yerine geldi. Türkiye de Berlin’e gelmiş gibi oldu. En çok Ingeborg Bachmann’la Paul Celan’ın mektuplaşmalarını merak ediyordum. Kalp Zamanı uzun süre elimden düşürmeyeceğim bir kitap olacak. Bu iki sevgiliyi ve onların mektuplarını okurken şiirlerine de dönüp bakacağım sık sık. İki şairin aşkı ve aşklarının şiire yansıması! Heyecan verici. 16 Aralık, Çarşamba Yıl sonu yaklaşırken kendime ince bir hesaplaşmaya giriştim, ama ne hesaplaşma! Kendimi karşıma aldım kızıp duruyorum durmadan. Bu günlüklerde neden hep kendimden söz ediyorum, bunu soruyorum. Oysa Berlin’i anlatmak varken, neden ben ben diyorum. Oysa, ben ben diyenlerden değilim; bunu herkes bilir üstelik: Kendime yazdığım için kendim fazlaca öne mi çıkıyorum acaba? Kendime yazıyorsam neden yayımlıyorum bu günlükleri peki? Kendimden yola çıkarak edebiyat dünyasında, şiir, roman, öykü gezinip durmuyor muyum? Dünyamı ve kendimi edebiyatla beslemiyor muyum? Onun içinde edebiyatın ortasında, yani göbeğinde yer alması doğru değil mi bu günlüklerin benimle birlikte? Berlin’i başkalarına gerekli gereksiz anlatmamın bir anlamı yok. yeri geldikçe yaşadığım ortamın günlüklerimde yer alması çok doğal. Berlin de doğal haliyle, abartısız ve birilerine turistik bilgi verici olmadan yer alıyor elbette. İşte bu günlerde günlüklerim yüzünden kendimle çekişip durduklarım. Başka şeyler de var ya, neyse! 17 Aralık, Perşembe Okulun ve yılın son futbol turnuvası. Öğlene kadar öğrencilerin oluşturdukları takımların kıran kırana karşılaşması vardı. Kazanan grup kupayı aldı alkışlarla. Sonra da hızla eve geldim. Eve geldim ama Rahime yok. Salı gününden beri bunayan bir tanıdığımızın yanında kalıyor: Akşam okuldaki Noel yemeğine gitmeden önce Rahime’ye gittim. Çok sıkılmış, bunalmış ama başka çaresi yok, cumartesiye kadar katlanacak buna. Televizyon da olmadığı için iyice bunalmış. Durmadan bulmaca çözmeye çalışıyormuş fırsat buldukça. Bunayan insanla konuşmak da mümkün değil elbette. Cümle kuramıyor, ne dediği anlaşılmıyor. Hadi onun kahvaltısı, yemeği... derken yine biraz oyalanıyormuş. Kısa sürelerle de dışarı çıkarmış. Okuldaki yemek gelenekselleşti. Birkaç kez lokantada buluşuldu ama okuldaki samimi hava olmadığı için bundan çabuk vazgeçildi. Becerikli öğretmen arkadaşlar öğleden sonra ördek ve kazı fırına verdiler. Ördek ve kazın sakatatlarından da güzel bir çorba pişirdiler. Yanında patates, kırmızı ve yeşil lahana salatası. Bira, şarap eşliğinde daha çok öğrencilerden konuşarak sürdü yemek. Müdür Tekirdağ rakısı getirmişti. Tek başıma ve Almanca konuşulan ortamda, mezesiz, buzsuz rakı içmek içimden gelmediği için şarap içtim gece boyu. Okulumuz yarın üç haftalık Noel tatiline girecek, ben de rahat bir nefes alacağım! 18 Aralık, Cuma Okulda, dün akşamdan kalanları toplamak da bana ve bazı arkadaşlara düştü. İki saatte bitirdik işimizi ve vın diye geldim eve. Ev, sıcak, dışarısı çok soğuktu. Eksi on bir olmuş dün gece. Bugün eksi 8 derece Berlin. Ingeborg Bachmann’la Paul Celan’ın mektuplaşmasını içeren Kalp Zamanı’nı okuyorum geceleri. İki şairin aşkının çekici yanından öte çektikleri acıları ve birbirlerini beslemeleri beni daha çok etkiledi. Celan şöyle diyor bir mektubunun sonunda: “Senden bir kelime gelse – ben yaşayabilirim. Ve şimdi sesinin yine kulağımda olması!” İngeborg da şunları yazıyor bir mektubunda Pauıl Celan’ın evliliğine gönderme yaparak: “Ama şimdi yanına oturuyorum ve gözlerinden öpüyorum.” “Son ana kadar sana, Paris’e bir şey göndermek istedim, ama sonra oraya bir şey gönderemeyeceğimi hissettim. Gizlemen gerekirdi, ya da yine can acıtırdın.” Sonları hazin olur bu iki önemli şairin, âşığın: Celan intihar eder Paris’te.İngeborg da yanar Roma’da. 19 Aralık, Cumartesi Dün gece eksi 13 derece olmuş Berlin. Dünyanın bu mevsimde güneşli ve denize girilen yerlerinin olmasını düşünüyorum. Soğuktan ve kıştan korkmak değil benimkisi, hazzetmemek. Hep yaz olsa yaşadığım yer, çok mutlu olurdum. Kışın giysilerinden, buzlarından, puslu havasından, soğuğundan... nefret etmesem de sevmiyorum. Nerede o romantik kestane kebaplar? Nerede sobalı günlerdeki sıcaklık, aile ortamı? Rahime’yi almaya gittim. Hava eksi on üç derece. Otobüste ayaklarım dondu. Akşam bir tanıdığın oğlunun düğünü vardı. Hazırlanıp çıktık alttaki komşumuzla birlikte. Eksi on beş derece Berlin ve biz otobüsle buraya gelmeye kalksaydık, donardık. Türk düğünleri tam bir abartı ve zevksizlik örneği. Elindeki elektro sazın dışında kibottaki müziklere bet sesiyle eşlik eden ve ayni parçaları birkaç kez yineleyen (çalan) müzisyeni (!) dövmek geldi içimden. Düğüne geldikleri için ve damatla gelinin arkadaşı ya da akranı olanların zoraki kalça kıvırmaları... kadınlardaki abartılı saç ve giysi zevksizliği... içkisiz bir yemek... kötünün kötüsü bir kavurma mı et sote mi belli olmayan yemeğe pirinç pilavı ve salata eşlik ediyor ama gelin de yiyin! Bir de iki dilim beyaz peynirin yanına turşu da koymuşlar ne olacaksa. Masada kuru pastayla çerez vardı bayat mı bayat. Önümüzde kalın bir sütün vardı aynalarla kaplı. Oynayanları salonun çeşitli yerlerine konan videodan izleyebildik. Kadınlar aynaların önünde durmadan saçlarını ve giysilerinin oralarını buralarını düzeltip durdular gece boyu. Takı faslı başlar başlamaz armağanlarımızı damadın babasına verip ayrıldık. 20 Aralık, Pazar Dün gece eksi 17 dereceydi Berlin. Ev sıcak ama dışarısı buz. O halde bile düğüne gittik, ama arabayla. Celan, ünlü “Ölüm Fügü” şiiri için şunları yazıyor Ingeborg Bachmann’a: “Ölüm Fügü benim için şu anlama da geliyor: Bir mezar taşı üzerindeki yazı ve bir mezar.” Celan, “Akşam vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü” derken öldürülen, yakılan Yahudileri düşünüyordu elbette. Mahmut Derviş de Filistinlilerin efsanevi savaşımını, yaşamını şiirlerine geçirdi. Filistin’le İsrail arasında süren savaşta ölenlerin, öldürülenlerin, acı çekenlerin şiirini yazdı Mahmur Derviş. Celan’la Mahmut Derviş’i karşılaştırmak değil amacım. Şairin yüreğine inerse acı, o acı şiire ağıyor günü geldiğinde, bunu demeye çalışıyorum. TRT 2’de yayımlanan “Önce Şiir Vardı” programında Bizsiz Gibi’de yer alan “Uzar Gider” başlıklı şiirim okundu “Göç ve Şiir” bağlamında.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|