|
7 kasım bindokuzyüzilhan idi.Kategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 25 Aralık 2009 16:46:20 Geri gelmedi gözaltından İlhan; 7 Kasım'dan beri geri gelmiyor, hiç gelmeyecek. Onu öldürenler geziyor aramızda, onlara bir şey olmadı. Acı olan da bu. Bir yayıncıyı, bir babayı, masum bir insanı öldürenlerin ceza almadan yaşayıp gitmeleri.
30 Kasım – 13 Aralık 2009 1 Aralık, Salı Salonun pencereleri Noel ışıklarına kavuştu. Kentin ana caddeleri gelinlik kızlara döndü; her yer ışıl ışıl, rengârenk. İnsanın içi açılıyor balkonlardaki, pencerelerdeki ışıklara bakınca. Yeni yıla girerken bu ışık seli nasıl mutluluk veriyor insana. Yeni yıl dünyaya mutluluk getirecek mi bakalım. İşte bunda kuşkuluyum. 2 Aralık, Çarşamba Bütün gün evde kaldım, bilgisayarımdaki gereksiz metinleri, şiirleri sildim. Ne çok şey biriktirmişim bilgisayarımın belleğinde. Ne çok yer açıldı yeni metinler, şiirler için. Yücel Kayıran Kitap-lık’ın Kasım sayısındaki şiirinde 7 Kasım 1980’de Faşist Askeri Cunta tarafından öldürülen İlhan Erdost’u ağırlıyor şiirinde “..7 kasım bindokuzyüzilhan idi..” diyerek. Şiirin girişindeki şu dört dize İlhan Erdost’u anlatıyor bir güzel: “kızımı uyandırmaya kıyamadım hatıra geri tepiyor idi hayal ipiyle inmiştim sanki indiğim kuyuya geri döneceğimi bilmiyordum ama”. Geri gelmedi gözaltından İlhan; 7 Kasım’dan beri geri gelmiyor, hiç gelmeyecek. Onu öldürenler geziyor aramızda, onlara bir şey olmadı. Acı olan da bu. Bir yayıncıyı, bir babayı, masum bir insanı öldürenlerin ceza almadan yaşayıp gitmeleri. 3 Aralık, Perşembe Sunja Altınel’in Kontes’in Ölümü ve Başka Buruk Öyküler kitabındaki öykülerde gerçekten bir burukluk var. Almanya’da öğrenciliği geçen yazarın anılarından, gözlemlerinden süzülüyor öyküler. Bir fırsatında öğrenci, arkadaşı Fransız asıllı Caroline’ye “yabancı olmak nasıl bir duygu” diye sorar: İşte yanıtı: “Tıpkı kendine ait olmayan bir oyuncakla oynamak gibidir,” diye yanıtlar o da bu can alıcı soruyu. Başka bir yerde de şu uzunca konuşmada “yabancılık” kavramına açıklık getiriliyor: Yabancılık “Sürekli sürgünde yaşamak. Bildik, tanıdık bir insanla ya da mekânla karşılaşmayı dilemek. Onları bulduğunu sandığın anda ise kaybetmek ve yeniden aramaya başlamak. Hani derler ya: Bir kimseye ya da bir şeye aşina olma duygusu. Her zaman eksik bıraktığımız ya da tamamlayamadığımız şeyler olduğu için peşinden gittiğimiz o duygu. Kendimizi en mutlu hissettiğimiz bile zaman zaman önleyemediğimiz bir dürtü halinde yükselen ve boğazımıza bir yumruk olarak takılan o duygu. Geçip gittikten sonra bizi hiçbir şey olmamış gibi davranmaya iten o duygu.” Yabancı olmanın böyle ağır, felsefi bir yanı da vardır. Herkes onun bu yanını kolay kolay göremez. 4 Aralık Cuma Turgut Uyar 13 Ağustos, 1956’da defterine şöyle yazmış: “Uzun zamandır bir yazabilmenin sıkıntısı içindeyim. Daha doğrusu yazamamanın. Biliyordum, yazacak bir şeylerim yoktu. Ama gene de istiyordum yazmayı Ötekine berikine durmadan upuzun bir şiire başladığımı söylüyordum. Hatta bazılarına, yazıp yırttığımı bile söylemeye cesaret ettim. Oysa şimdiye kadar yazıp da yırttığım bir tek şiirim yoktur. Ne kadar kötü olsalar kıyamam. Yayımlamam gerçi yırtmam da. Ama niye böyle söylüyordum sanki. Bir emrivaki yapmaktı belki kendi kendime. Başkalarının bana inanmasında kendime güvenimi tazelemek, yenilemek.” “Bugün yeniden inanıyorum şiir gücüme. Başladım sonunda o şiire.” Yazamam sıkıntısı ne berbat bir şeydir, iyi bilirim. Yazmak isteyip de yazamamak insanı perişan eder. Yazabilmek için kimi itelemelere gerek duyar insan Turgut Uyar’da olduğu gibi. Bende de ne çok oldu böyle durumlar. Yazanlarda olağandır bu tür duygu yalpalamaları. 5 Aralık, Cumartesi Varlık’ın Aralık sayısında Ahmet Oktay’ın “Birahane Longa”a şiiri dosya konusu olmuş. 1983’te yayımlanana Kara Bir Zamana Alınlık’ta yer alan bu uzun şiirde farklı bir atmosferi sergiliyor Ahmet Oktay. Birahaneye sığmayan bir dünyaya sokuyor bizi şiiriyle. “- ah kızaran yaprakların gürültüsüyle fırladım bir öğle sonu içimde titreyip duran bir akrep camsız bir penceresin sen diye haykırdım karıma ve orada akıp gitti anlatacaklarımın sözcükleri ve anlatacak bir şey yoksa eğer katilini de ardında gezdiriyor yürek her beden gibi” Longa, “Türk mûsikîsinde yürük karakterde bir oyun havası”dır. Şiir de “Cızırdıyor gramafon yüreğim” diye başlıyor ve Anadolu’yu, bir kenti, bir semti bu şiirin özgün soluğuyla selâmlıyor Ahmet Oktay. 6 Aralık, Pazar 750 sayfalık Günahkâr Kırmızı Masum Beyaz’ı (Sel Yayınları) okuyorum.Michel Faber’in bu oylumlu kitabı “hayat kadını” genelev arasında masumca ilişkileri ele alıyor. Yüzyılın başı mı desem daha mı eski bir önemi mi desem, işte o yılların, günlerin aile, toplum ilişkisi içinde aşkı ve cinselliği açık açık irdeliyor yazar. Romanın kalınlığı baştan gözümü korkutmuştu ama okudukça dilin ve çevirinin (çeviren, Emre Erbatur) akıcılığı kitaba ilgimi zinde tutmaya yetti. “Kırmızı” cinselliği (hayat kadınlarını, genelevi), “beyaz” ise sadakati, evliliği imliyor. 7 Aralık, Pazartesi Raporlu olmak ne güzel! Okul için erkenden kalkma derdi yok bu hafta da. Geceleri geç yatıp erken kalmak yerine, sabahları uykumu almış olarak kalkmanın keyfini yaşıyorum bir haftadır. Nasıl yorulmuşum ve gerilmişim okula gidip gelirken. Bu süre içinde bol bol okuyorum, elimden bu geliyor. Rahime ile uzun yürüyüşlere çıkıyorum. Eve dönerken ufak tefek eksiğimizi gediğimizi de görüyoruz dükkânlara uğrayarak. 8 Aralık, Salı Bilgisayarımı temizlemeye devam: Unutup gittiğim ne çok şiiri gün ışığına çıkardım yeniden. Kimisi bitmiş, kimisi yarım şiirlerimi bir dosyada toparladım. Şimdilik dosyanın başlığı Çınlatma oldu. Bu, yakında çıkacak Çınlama’dan sonra yazılan şiirleri içerdiği için böyle oldu; bu başlık gelip beni buldu. Kulak çınlamasından çok çektiğim için bu başlıklar isabetli oldu gibime geliyor. 9 Aralık, Çarşamba Hayâl Yayınları Çınlama dosyamın içini gönderdi. Yeniden okuydum şiirleri ve Çınlama Günlüğü’nü. Ne çok şey gözümden kaçmış! Şaşırdım doğrusu. Özgen Hanım sabırla benim bulduğum hataları düzeltiyor ve dosyayı bana yeniden yolluyor. Onun ve benim içimize hatasız olarak dosyanın sinmesi için uğraşıyor, didiniyor. Şiirlerin arka planını oluşturan günlüğü önemsiyorum. Şiirlerin yazıldığı yerlerin ve ortamın atmosferini imliyor çünkü. 10 Aralık, Perşembe Çınlama’nın kapağı geldi. Güzel. Beğendim. Hayâl Yayınlarının kare şiir kitaplarından. Kapak rengi karışık değil. Açık gri doku üzerine kırmızı harfler. Arka kapağa da kitabın ilk şiirinin ilk dörtlüğünü koyduk: “Bir topu yuvarlamak gibidir gitmek ürküp kaparken pencerelerimi Açılmış kollara bırakırken kendimi debisiz bir ırmağa kapılıp Bir grup fotoğrafı çektirir gibi gidiyorum bir yığın tanıdık hayaletle Nereye varacağını bilmediğim bir uykunun eşiğinden dönüp Gidiyorum, kapım açık ama suyum akmıyor” Dört hafta kalmak üzere tinnitus kliniğine giderken karışık duygular içindeydim. Şiirler o karışık duyguların ürünü. 11 Aralık, Cuma Hayâl Yayınlarından son kez geldi Çınlama’nın kapağı ve içi. Son kez baktım ve gözden kaçan bir iki şeyi düzeltip yeniden yolladım dosyayı Ankara’ya. Sözleşmeyi imzaladıktan sonra faksla yolladım; olmamış, okunmuyormuş. Bu kez tarayıp e maille yolladım, oldu. Yeni şiir kitabı çıkmak üzere olan bir adam gibi hissediyorum kendimi. Toplu şiirlerimin hemen arkasından yeni şiirlerimin çıkması da başka bir duygu seli bende. 12 Aralık, Cumartesi Aras Ören’le çoktandır görüşemiyordum. Bugün ona uğradım ve 2-3 saat konuştuk arayı kapatmak için. Yazdıklarımız, yayımladıklarımızla birlikte Türkiye’yi, burayı konuştuk durduk. Aras, bana, yeni romanı Hayaller ve Rastlantılar’ı (İthaki) verdi. Sonra da Artist Galeri’deki Şahin Paksoy sergisine gittim. Tahta üzerine insan yüzleri çiziyor Şahin Bey. Yüzlerin öyküleri iç içe geçmişti suratlar gibi. Karikatür havasındaki resimlerinde de geleneksel Türk resim sanatından esinlenme ağırlıktaydı sanki. İznik ve Kütahya çinilerinin renk ve desenleri... belli oluyordu hemen. Abuzer Güler’le de karşılaştım sergide. Ne kadar az insan vardı, geldi, sergiye. Üzüldüm. 13 Aralık, Pazar Ben bitmedim ama Gösteri’nin yazısına en son noktayı koydum. Turgut Uyar’ın şiir günlüklerini de yazımın içine iyice yedirdim. İyi, kıvamını bulmuş bir yazı olduğu kanısındayım. Kadın Öykülerinde Avrupa’yı unutmadım elbette. Yazışmalar sürüyor. Zeynep Avcı da katılıyor seçkiye. Yasemin Yazıcı’dan gelen öyküleri okuyacağım biraz sonra. Heyecanın biri bitmeden biri başlıyor! Bir de yarın şu illetlik okul olmasaydı!
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|