|
Yaşam öğütleri (VII)Kategori: Yaşam öğütleri | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 21 Aralık 2009 19:09:44 Bu dizide kısa da olsa Hamurabi'den başlayıp, dinlerin ve inanç sistemlerinin insanlara vermiş oldukları yaşam öğütlerine baktık. Bunların bazıları yalnızca öğüt, bazıları da, bir yandan öğüt, bir yandan da bu öğütleri yasa haline getirip bu yasaları çiğneyenlerin nasıl cezalandırılacağını içeriyor.
Cezalar, öteki dünyada cennetle ödüllendirilmek ya da cehennemde cezalandırılmak olduğu gibi bu dünyada da el, kol kesmek, yakmak, taşlamak, sürgün ya da malının mülkünün elinden alınması gibi cezalar da içeriyor. Yanlış kabul edilen, tanrının yanlış saydığı şey olunca “günah” adı veriliyor. Örneğin Hıristiyanlıkta en büyük yedi günah şöyle sıralanıyor: Gurur, haset, öfke, miskinlik, açgözlülük, oburluk ve şehvet. Gandhi’ye göre ise en büyük yedi günah şunlar: emeksiz zenginlik, bilinçsiz zevk, insaniyetsiz bilim, kişiliksiz bilgi, ilkesiz siyaset, ahlâksız ticaret, fedakârlıksız ibadet. Gerek Hıristiyanlığın, gerekse Gandhi’nin en büyük günahlar olarak sıraladıklarını tersyüz edersek ortaya yine bir dizi temel yaşam öğüdü çıkıyor. Geçen hafta Alevîliğin “eline, beline, diline hâkim ol” diye özetlenen yaşam felsefesinden söz etmiştim. Tasavvuf ya da batıdaki adıyla Sufizm, Alevilik gibi birçok düşünce akımının temelini oluşturmuş. Bu kısa yazılarda tasavvufu anlatmak olanaksız elbette ama temelde Allah’ın her yerde ve herşeyde olduğundan yola çıkanlar, herşeyin, herkesin, hepimizin Allah’ın bir parçası olduğu, bizim dışımızda bir güç olmadığı temel inancına varırlar. Böyle olunca da canlı, cansız herşeye, Allah’ın bir parçası olduğu için saygı ve sevgi göstermek gerekir denir. Anadolu’da Türkçe şiirin öncüsü 13. yüzyıl şair ve mutasavvıfı Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk Emre, Sinan Ata’nın ardılıdır, Hacı Bektaş Veli’ye bağlıdır. Bakın Yunus ne diyor:
İlişkinin birey ile Allah arasında olduğu, “her koyunun kendi bacağından asılacağını”, bireyin hiçbir hocaya, din adamına hesap vermek zorunda olmadığı savunulur. Nesimi şöyle diyor:
“En el Hâk” (ben Allah’ım) beyanının altında Allah’la bütünleşme, “tevhid” düşüncesi yatar. Tabii bu yobazlarca yanlış yorumlanıp insanların derileri yüzülmüş, işkenceden geçirilmişler, asılmışlardır. 13. ve 14. yüzyıllar Yunus Emre, Mevlâna ve Şeyh Edebâlî dönemidir. Yunus’u, Mevlâna’yı biliriz de çoğumuz belki Şeyh Edebâlî’yi tanımayız. Şeyh Edebali çocukluğunu Horasan’da geçirmiş ve gençlik yıllarında Türkmen kafileleri ile birlikte göç ederek önce Karaman yöresine yerleşmiş. Bir rivâyete göre Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen köyde yaşar, yaptırmış olduğu zaviyede öğrenci yetiştirirmiş. Ertuğrul Gazi’nin kendisiyle sohbet ettiği, diğer ahi şeyhleriyle birlikte halka öğütler verdiği söylenir. Ahilerle yakın ilişkisi olan Edebali'yi Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey sık sık ziyaret eder ve sohbetinde bulunurmuş. Sonraları da Osman Bey Şeyh Edebâlî’nin kızıyla evlenmiştir. Yâni kendisi Osmanlı soyunun kayınpederidir. 13. yüzyılda Ahi Evran’ın kurduğu Kırşehir merkezli Ahilik, Osmanlı’nın ilk dönemlerinde bir toplumsal örgütlenme ve ahlâklı yaşama düzeni olmuştu. Türkçe “cömert, eli açık” anlamına gelen “akı” sözcüğünden, ya da Arapça “kardeş” sözcüğünden gelen Ahilik insanlar arasında kardeşlik oluşturma hedefi güder. Ahmet Yesevî gibi mutasavvıfların fikirlerini Türkçe ile ifade etmeleriyle Ahi birlikleri, büsbütün kuvvetlenmiş ve kitleleri harekete geçirecek güce erişmişlerdir. Öyle ki Kırşehir’de alınan bir karar Bosna’dan Azerbeycan’a kadar etkili olmaktaydı. Selçuklular güçlendikten sonra Anadolu, Türk ve İslam kültür merkezî haline geldi. Anadolu Selçukluları da, tekke ve zaviyeler kurdular. Buralarda yetişen dervişler ve şeyhler, Anadolu'da kuvvetli bir tasavvuf fikrinin oluşmasına ortam hazırladılar. Ahilerin temel değerleri ve amaçları ahilerin günlük hayatını en ayrıntılı şekilde düzenleyen -neredeyse anayasa- fütüvvetnamelerinde belirtilir. Fütüvvetnameler, Ahiliğe katılanların ellerinden düşürmedikleri ve günlük hayatlarına uygulamaya çalıştıkları ilkelerin açıklandığı eserlerdir. 4 temel ilkesi, örgütün toplumsal sorumluluğu, hizmette mükemmellik, dürüstlük ve doğruluk ve ortak yaşama olan Ahilikte haya sahibi olmak, fâni olanları kutsayıp yüceltmemek, dünya hayatına esir olmamak, nefsin esiri olmamak, elle, çalışmayla helâl kazanç sahibi olmak, muhtaç olanlara ihsan ve keremde bulunmak ve iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak temel hedeflerdir. Osmanlı’nın Ahi temelli bir beylikten bir imparatorluğa dönüşmesiyle bu ilkeler ve değerler eriyip gitmiş, yerini sofuluk almıştır. Önümüzdeki hafta Şeyh Edebâlî’nin Osman Bey’e öğütlerini kesintisiz vermek istiyorum. Kendisine şeyh, hoca vs. adı yakıştıranlar, umarım 700 yıl önceki bu şeyhten biraz olsun ders alırlar.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|