|
Yaşam öğütleri (VI)Kategori: Yaşam öğütleri | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 16 Aralık 2009 17:44:13 Hıristiyanlığa kadar geldik. Ta Sümer'den, Asurlulardan başlayıp dünyada çeşitli dinlerin, felsefelerin kendi dünya görüşlerine göre verdikleri yaşam öğütleriyle neden bu kadar uğraşıyoruz diyenleriniz olmuştur. Büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkeden, Türkiye'den geldiğimize göre Türk, Kürt ve İslâm kültüründekileri incelemek neyimize yetmiyor diyenleriniz de olmuştur.
Bir kez şunu anımsayalım. Anadolu’nun kültürü en az 7-8000 yıl öncesine dayanır. Anadolu’lu isek atalarımızın Hititli olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Hitit, o devrin üç büyük devletinden birisiydi ve Asur kırallığı ve Mısır’la sıkı ilişkiler içindeydi. Birbirleriyle savaşmışlar, kız alıp vermişler, barış yapmışlar. Demek ki atalarımız diğer iki büyük uygarlıkla da kültür alışverişi içindelermiş. Daha sonra Persler, İskender’in Makedonya imparatorluğu, antik Yunan derken Anadolu’da önce Roma, daha sonra da onun devamı olan Bizans 1000 yıl hüküm sürmüş. Anadolu, Konya “Iconia” (ikonlarıyla ünlü kent), Kayseri “Kayseria”, (Sezar’ın kenti), Edirme “Adrianopolis” (Hadrian’ın kenti), İskenderun “Alexandretta” (İskender’in kenti), Ankara “Anchor” (çapa), Antakya “Antioch” gibi eski Latince köklerden gelen isimlerle doludur. Sonra da 11-13. yüzyıllar arası Anadolu’ya gelen Orta Asyalı boylar var. “Türk” sözcüğü Çinlilerin Çinli olmayanlara verdikleri “Tük” sözcüğünden türemedir. Tarihi M.Ö. 6500’e dayanan ve sonra bir Ermeni kırallığının başkenti olan Karaman’da 1277 yılında Türkçe resmî dil oluyor. Bu boylar Orta Asya’dayken ve Arapların zoruyla Müslüman olmadan önce Şamanizme dayalı, doğa güçlerine saygı üzerine kurulu bir kültürden gelmişler ve Anadolu’daki halklarla karışmış, kaynaşmışlar. Orta Asya’dan göç eden boyların sayısı yaklaşık olarak o günlerde Anadolu’da yaşayan halkların onda biri. Özetle bugün bizler bu soy ve kültür kaynaşmasının çocuklarıyız. Türklük ve Müslümanlık Anadolu’da yaşayan halk bugün kendisini Türk/Kürt, Müslüman olarak tanımlıyor olabilir ama bunlar Anadolu insanının gelmiş geçmiş tek özelliği, tek kültürü değildir. Anadolu halkı Türktür/Kürttür, Müslümandır diyip geçmişteki tüm kültür miraslarını yadsımak, tekkültürlülüğe özenmek kültürümüzü yoksullaştırmaktır. Hamurabi’den, Musa’dan başlayarak belli düzenler, kurallar, yasalar getirenlerin hep bunları tanrıdan ya da tanrılardan aldıklarını iddia ettiklerini görmüştük. Dinlerin yaşam öğütleri ile dogmalar bazan örtüşür bazan da çelişirler. Bir yandan her insanı, her canlıyı, evreni yaratanın tanrı ya da tanrılar olduğunu söyler, öte yandan da tanrının ya da tanrıların yarattığına inandıkları insanların farklı inançlarını aşağılar ya da kötülerler, kendi inançlarını paylaşmayanları dışlarlar, işkence eder, öldürürler. 7. yüzyıl Arabistan’ında ortaya çıkan Müslümanlık ta başka birçok din gibi yaşam öğütleri ile dogmaları, toplumsal ve bireysel kuralları birleştirmiş ve bunu tüm toplumun yönetimi için bir anayasa olan Kuran’da toplamıştır. Kuran’ın Allah’ın kelâmı olduğuna inanılsın, inanılmasın, Kuran daha önce Eski Ahit ve Yeni Ahit’te anlatılanların, öğütlenenlerin bir devamıdır. Kuran’ın Allah kelâmı olduğuna inananlar Tevrat, Zebur ve İncil’in de Allah kelâmı olduğuna inandıkları için bu devamlılık onlar için gayet doğaldır. Buna inanmayanlar için ise tarihsel gelişim çizgisinin 7. yüzyıl Arabistan’ında ulaştığı noktadır. Kuran’ın her zaman ve her yerde geçerli olduğuna inananlar, örneği köle ve cariyelerle ilgili hükümleri açıklamakta zorlanırlar. Müslümanlığı uygarlık tarihinin belirli bir aşaması olarak görenler bunların o yer ve zaman için ileri hükümler olduğunu ve bugün Müslümanlığın yalnızca yaşam öğütlerini alıp, toplumsal uygulamalarla, kurallarla ilgili bölümlerini tarih sayfalarında bırakmak gereğini savunurlar. Müslümanlık, özellikle altın çağında, antik Yunan dahil, uygarlık tarihinin kültür birikimini incelemiş, bunları İslâm öğretisiyle uyum içinde anlamaya çalışmıştır. Anadolu’da Müslümanlığın tarihi çok ilginçtir. Bugün aşırı tutucu Vahabi tarikatının sözcüsü olan Suudiler Türkiye insanını büyük ölçüde Müslüman bile saymamaktadırlar; çünkü Anadolu insanı, gerek Anadolu’nun geçmiş kültür birikimi, gerekse Türklerin İslâm öncesi kültürü ile Müslümanlığı yoğurmuş, bir Anadolu sentezi çıkarmıştır. Doğruluk, iyi niyet, beden, ruh ve kalp temizliği, konukseverlik, yoksulu, yetimi, dulu gözetmek gibi İslâmî değerler Anadolu insanının için dört elle sarıldığı değerler olmuş ama Selçuklulardan başlayarak Müslümanlığın katı dogmaları, saygısızlık edilmeden bir kenara konmuştur. Anadolu bir Şeyh Edebâlî, bir Mevlana Celaleddin Rumi’nin, bir Hacı Bektaş Veli’nin, bir Abdal Musa’nın, bir Yunus Emre’nin vatanıdır. Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal Anadolu’dan çıkmıştır. Kökü ta Bağdat Üniversitesine dayanan tasavvuf Anadolu’da serpilmiş, halka inmiş, halkın değerlerini biçimlendirmiştir. Abdallar İslam dini ile Türklerin İslam öncesi şamanizmini birleştirmiş, eskiden Kök Tengri ile mânevî bağlantı kurabilen kam (şaman) karakteri İslamlaşmayla beraber yerini abdala bırakmıştır. Abdalların giyimleri bile şamanlarınkini andırır. “Abdalan-ı Rum” yâni Anadolu abdalları çoğu zaman inançları bozuk, serseri dervişler olarak gösterilmiş, şeriat düşmanı olarak lanse edilmişlerdir. Oysa Abdal şamanın Müslümanlaşmışıdır. Osmanlı’nın erken döneminde abdallar gerek Batı Anadolu, gerekse Balkanlardaki Hıristiyan nüfusun İslamlaşmasında etkili olmuşlardır. Bunda, İslamın değişmez şartlarını empoze eden kitabî yaklaşım yerine yerel geleneklerle uyuşmaya yatkınlık, yani yerel geleneklerle İslam geleneklerini uyum içine sokan bir yaklaşım izlemişlerdir. Anadolu halklarının inançları, eski Türk inanç ve gelenekleri İslâmla yoğurulunca ortaya bugün Alevilik dediğimiz inanç sistemi çıkmıştır. Hamurabi’den gelen yasakları, el kol kesmeleri, cenneti cehennemi bir yana koyup halkın anlayacağı sade bir yaşam felsefesini ortaya koymuş “eline, beline, diline hâkim ol” diyerek ahlâklı yaşam öğüdünü özetlemiştir. Haftaya devam edelim.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|