A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Yaşam öğütleri (V)

Kategori Kategori: Yaşam öğütleri | Yorumlar 2 Yorum | Yazar Yazan: Gündoğdu Gencer | 08 Aralık 2009 22:42:48

Bu diziye başladım başlayalı üzerinde yazmak istediğim pek çok olay oldu. Umarım birkaç hafta sonra yine bunlara dönme olanağını bulacağım. Bugün dünyadaki en yaygın dinlerden birisi Hıristiyanlık. Çeşit çeşit mezhebi var ama hepsi de kendisini Hıristiyan olarak tanımlıyor.

Afrika’da, Amerika’da yerli halklar Hıristiyanlık adına soykırımdan geçirilmiş, Haçlı seferleri Hıristiyanlık adına yağma, talan ve katliam yapmış. Kimisi Papa’yı “infallible” (hata yapması olanaksız) olarak görürken Bush gibi kimileri Hıristiyanlığı başka ülkeleri işgâl edip insanları öldürmek için verilmiş bir ruhsat olarak görüyor.  Orta Doğu kaynaklı üç büyük dinin ikincisi olan Hıristiyanlık halâ dünyada önemli bir inanç sistemi.  Müslümanlık ta Hıristiyanlığı geçerli bir din olarak kabul ediyor.  Hattâ Kuran’da Museviler hakkında aşağılayıcı birçok söz varken Hıristiyanlığa bakış açısı daha olumlu.  Nereden çıkmış bu din, ona bakalım isterseniz.
 
Yıl M.Ö. 44.  Roma’nın ünlü diktatörü Sezar öldürülüyor.  Ardından çıkan iç savaşı yeğeni Ogüst (Augustus) bastırıp M.Ö. 27 yılında ilk imparator oluyor ve 41 yıl hüküm sürüyor.  Bu arada bugünkü Filistin / İsrail’de Nâsıra kasabasında İsa dünyaya geliyor.  Roma imparatorluğu altın çağını yaşıyor.  Bugünkü ABD imparatorluğu gibi dünyadaki tek süper güç Roma İmparatorluğu.  İngiltere’den İran’a kadar tüm ülkeler Roma yönetimi altında.  Roma’nın Antik Yunan’dan uyarlama tanrıları var, ayrıca imparatorlar da tanrısallaştırılıyor.  Filistin’deki Yahudiler de bu yönetim altında.  Her imparatorluk gibi Roma da kendisine destek olup işgâlcilere uşaklık eden (daha sonra kompradorlar ya da yerli işbirlikçiler diyeceğimiz) satılmışlar bulmuş, yerel halkı bunlar aracılığıyla kontrol ediyor.  Filistin’de bu işbirlikçiler Musevilerin hahamları.  Yahudiler kendilerini bu boyunduruktan, sömürüden kurtaracak birisini arıyorlar. 
 
Mısır firavunları asâlet simgesi olarak bedenlerine yağ sürdükleri için Yahudiler de bekledikleri kurtarıcıya Maşiyah, yâni “yağlanmış” (daha sonra bu değişerek Mesih oluyor, Yunancaya çevrilerek Hristo - Christ oluyor) adını veriyorlar.  Roma-hahamlar işbirliği altında ezilen, sömürülen ve Musevi inançları horlanan halkın içinde kâhinler türüyor ve bu Mesih’in yakında geleceğini bildiriyorlar.  “Prophet” sözcüğü şimdi peygamber anlamına kullanılıyor.  O zamanlar bu sözcük “prophecy” yâni kehânet yapan kişiler anlamını taşıyor.  Yâni bir yanda kâhinler var bir yanda da beklenen bir yağlanmış kurtarıcı var.  İsa bu şartlar altında 30 yaşlarındayken öğretilerine başlıyor.  Ona da once “prophet” diyorlar, sonra sonra da “Mesih” demeye başlanıyor.  İsa’nın yaşamı boyunca Roma’ya karşı Yahudiler sık sık başkaldırıp her defasında da acımasızca eziliyorlar.  Bizim devrimci kardeşlerimizin 1960’larda göremediğini İsa o zaman görüyor ve üstün Roma askerî gücüne karşı silahla karşı konamayacağının bilincine varıyor.  İsa düşmanlıkla, silâhla, isyanla değil, insanların birbirlerine sevgi ile davranması yoluyla o toplumu değiştirebileceğine inanıyor.  İsa’nın öğretileri daha sonra izleyicileri tarafından yazılıyor, o nedenle ne kadarının gerçek olduğunu bilmemize olanak yok.  Yalnız tapınaktaki tefecilerin tezgâhlarını dağıtıp “Tanrı’nın evinde bu yapılmaz” dediği, “bir zenginin cennete girmesi, devenin iğne deliğinden geçmesinden daha güçtür” dediği söyleniyor.  “Birisi yanağınıza tokat atarsa öteki yanağınızı çevirin”, “düşmanınızı sevin” gibi öğütlerde bulunuyor.  Musevi inançlarına göre bir kadını recm etme (taşlama) yoluyla öldürmek üzere olan halka “kimin hiç günahı yoksa ilk taşı o atsın” diyerek kadını kurtarıyor.  Kadınlara saygıyı öğütlüyor ve halka, genelde inançlarına saygılı Museviler olarak yaşamalarını söylüyor.  İsa’nın, yeni bir din kurmak falan gibi bir amacı yok, Musevi olarak doğuyor ve hahamların kışkırtmasıyla Roma tarafından çarmıha gerilerek 33 yaşında Musevi olarak ölüyor.  Ömrü boyunca daha önce sözünü ettiğimiz ve Museviliğin temel taşı olan “on emir”e uyulmasını öğütlüyor.
 
Peki bugün en yaygın dinlerden birisi olan Hıristiyanlık (Christianity, yâni yağlanmış olanı izleyenlerin dini) nereden çıkıyor?  İsa ile çağdaş Tarsus’lu bir Musevi olan ve Roma vatandaşı olarak Paul adını alan Saul, İsa’nın öğretilerinin salt Musevilerle sınırlı kalmamasını, tüm insanlığı kapsaması gerektiğini savunuyor ve Anadolu’dan Makedonya’ya, Yunanistan’a Roma’ya kadar bunu vaaz ediyor.  İsa’nın havarileri buna karşı çıkıyorlar,  İsa’nın yalnızca “seçkin kavim” olan Yahudilerin peygamberi olduğunu ileri sürüyorlarsa da St Paul yoluyla bu, yeni bir din, Hıristiyanlık oluyor ve yayılmaya başlıyor.  İsa’nın öldükten sonra dirildiği, Meryem’in bâkire olduğu, kutsal ruh aracılığıyla Tanrı’nın Meryem’i hamile bıraktığı dogmaları yayılmaya başlıyor.
 
M.S. 324 yılında Bizans kentini başkent yapıp kendi adını veren Konstantin imparatorlukta Hıristiyanların çoğaldığını, güçlendiğini ve huzursuzluk çıkardıklarını görünce Hıristiyanlığı devletin resmî dini olarak kabul ediyor ve baştan İsa’nın izinde ezilenlerin, kölelerin inancı olan İsacılık Tarsus’lu St Paul’ün kurmuş olduğu biçimiyle kurumsallaştırılıyor ve devletin baskı aracı haline geliyor.  İsa’nın sevgi mesajı da bu arada güme gidiyor.  İsa tanrılaştırılıyor, 325 yılında İznik konseyinde havarilerin yazmış olduğu kitaplar (gospels) sansür edilip sisteme en aykırı gelmeyenler süzülüp gerisi imha ediliyor.  Hıristiyanlık hakim sınıfların dini, halkı sömürme, işkence etme, engizisyondan geçirme, her türlü bilimsel gelişmeye karşı direnme, sömürgecilik, sömürülen halkları soykırımdan geçirme dini oluyor. 
 
Kadınlara eşitliği, sevgiyi öğütleyen İsa’nın adına kurulan din, kadın düşmanı St Paul marifetiyle kadınları ezme aracı oluyor.  İsa’nın karısı ve en sevdiği havarisi olan Mary Magdalene, İsa’nın acıyarak koruduğu bir fahişe olarak sunuluyor.  Haftaya devam edelim.
 

 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 1 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

mustafa alagoz { 12 Aralık 2009 13:44:44 }
"Varlık" kavramı düşüncenin her zaman doruğunda duran aklın bir sorunsalıdır, sorunsal derken bir yanıyla hep belkili kalan konu olduğunu söylemek istiyorum.

Evrende varolan her şey bir dildir, kendine göre şifresi vardır, ve bu şifreyi çözecek anahtar o şifrenin gizlediği hakikat ve şifrenin yapısı tarafından belirlenir. Örneğin her doğal olay varlığın kendini bir ifade biçimidir (dili). Deney-gözlem-ölçü ise onu okumanın yolu. Bilim yapacaksanız bu dili kullanmak zorundasınız. Ama bu dili, örneğin felsefeye, sanata, dine uygulayamazsınız.

Varlık kendini üç yönüyle ortaya koyar, ki bunlar aynı zamanda aklın kendini edimselleştirme yollarıdır; İyilik-Doğruluk-güzellik. İyilik ahlakın alanına girer, dinde buraya yöneliktir; doğruluk bilimin alanına girer yani onun ilkesidir, güzellik ise sanatın. Bu alan insanlığın varolalıberi üzerinde hep kafa yorduğu sonsuz bir alandır ve bu sonsuzluk içinde de kalacaktır.

Hiçbir düşünce yanlış olamaz, daha doğrusu yanlış diye bir şey yoktur. Bu itici gelebilir; yalan vardır, yanlış yoktur. Sadece düşüncenin olgusuyla uyumsuzluğu vardır, başka bir ifadeyle, düşüncenin ele aldığı olgunun hakikatine yeterince nüfuz edememesi vardır, ki bu da son derece doğaldır. Eğer düşüncelerimiz kırık-dökük, tutarsız, dağınık olmasaydı birbirimizle ne konuşacaktık, iyi ki böyle. Ama bir koşulla; dayatma olmaksızın, kişiliğe yönelik yargılı, mat etmeye yönelik şımarıklıklar olmaksızın, "ben senden daha çok şey biliyorum" (ezber ambarımda daha çok zahire var) demeksizin; karşılıklı olarak birbirini beslemek yöntemiyle yol almanın tadını çıkararak konuşmak.

Sevgili Gündoğdu'nun araştırmacı, sorgulamacı çabalarına çok saygı gösterdiğimi belirtmek isterim. Bu yazdıkları konusunda farklı şeyler düşünüyorum, ama bana çok yararı da oluyor, çünkü aynı konu hakkındaki fikirlerimi değişik açıdan bir daha sorgulamama yol açıyor.

Öncelikle; tüm kutsal metinlerin ortak bir özelliği vardır: İnsanın iç dünyasının dönüşümü, varlığının anlamı, evrende yerinin ne olduğunun sorgulanması, kendisinin dış dünyayla uyum ya da uyumsuzluğunun kendi içinden nasıl engellendiğinin deneyimlenmesi... Ne önerdikleri ve çağrılarının ne olduğu ayrı bir konu, ancak şunu söylemek isterim; kutsal metinler bilimin yöntemleri ile, akıl yürütmeyle, mantıksal sorgulama sonucu bir çıkarsamaya varmak gibi yöntemlerle asla anlaşılamaz, çünkü onun alanı tümüyle bunların dışındadır.

Basit bir ölçüyle bu olguya bakabiliriz: Bilimsel keşiflerin ortaya koyduğu gerçekler kutsal metinlerin söylemlerini bu denli "geçersiz kıldığı" halde nasıl oluyor da varlığını bu denli güçlü bir şekilde sürdürüyor, onu var kılan nedir? Bir başka şey; yazıldığı günden bu zamana kadar canlılığını, günlük yaşam içindeki etkinliğini, insanların şu veya bu şekilde gündemine girmeyi başaran başka yazılı metin var mı? Peki, bu nasıl oluyor? Varlığımızın köklerinden beslenecek bir damar yoksa sözüm ona bu denli "çocuksu ve mantıksız" söylemler nasıl oluyor da gündemimize giriyorlar?

Yazı çok uzasın istemiyorum. Birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum. Politika, egemenlik hırsı her şeyi kendi çıkarı için kullanır. Kullananın karakteri ve niyeti kullandığı şeyin doğasını ve potansiyellerini ilgilendirmez. Dini, bilimi, sanatı kendi çıkarı için kullanan birileri hep varolacaktır, ama onların bu niyeti ne varlığın bütünlüğünü parçalar, ne de onun kendini ortaya koyuş şeklinin içeriğini bozabilir.

Sadece bir iki küçük örnek vererek şunu söylemek isterim; kutsal metinlerin özü insanın kendi iç deneyimleri sonucunda tecrübeyle-deneyimleme yoluyla anlaşılır ve bu bir eminlik (İman) sunar. İncilin temel mesajı şudur; "Sizi iman kurtaracaktır" Kuran'ı Kerim'de hiç şaşmaksızın şu iki kavram birlikte kullanılır: "İman ve Salih amel" bu bir kavram çiftidir ve ancak yaşayan anlar. Deneyimlemeyen anlayamaz, ve bu konuda söylediği her şeyde dışsal kalır, yani zihinsel. Kendi adıma konuşursam bu konularda söz ederken çok özenli kalmaya çalışırım. Çünkü insanın özvarlığına yönelik söz ediyorsunuzdur.

İsa "hiç günahı olmayan ilk taşı atsın" derken bir kadını kurtarmak değildi derdi: "Başkasını yargılarken içinize bakın, temiz misiniz? Birisini suçlarken siz ne haldesiniz"e dikkat çekti. Başka bir şey "... öteki yüzünüzü dönün" Bu aslında öylesine yüksekten bir çağrı ki bunu yapabilenin önünde kendi adıma söyleyim secdeye kapanırım. Burada ki yüz "Vech" anlamında, yön anlamında. Size yapılmış bir kabalığa karşı öfkeyle değil "öteki yüzünüzü dönün" (Bağışlama yüzünüzü, şefkat yüzünüzü). Kin tutmayın. Bu söylemlere biraz daha derinden bakarsak, bu katsal metinlerin neden binlerce yılları aşarak hala içimizde yer ettiklerini, bilincimizi meşgul ettiklerinin sırrını birazcık olsun anlarız, böylece kendimizi de. Tarihte olmuş bitmiş olayların dökümünden haberdar olabiliriz, kimin ne yaptığı hangi olayın nerede vuku bulduğunu hatırlamak sadece tarihe yönelik bir haber bolluğuna gark olmaktır. Olaylar birer tespih tanesi ancak bu taneleri uygun bir şekilde tutan ip var. Bu ipi görmeden sadece tanelere yoğunlaşmak insanın bilincini dağıtır. Kimin belleğinin daha kuvvetli yarışına düşmekten kurtulamayız. Yazılı söylemlerde bu meşgaleyi seven pek çok ruh haliyle karşılaşıyoruz.

deniz kız { 09 Aralık 2009 12:00:26 }
sevgili gündoğdu, hristiyanlığın güçlenmeye başladığı için bizans tarafından devletin resmi dini olarak seçildiği konusu tartışmaya çok açık. bu tarafsız yani hristiyan doğmaları ile yıkanmamış tarihçilerce, kabul edilemiyor da.

en büyük nedeni ise, bizans'ın hristiyanlığa sahip çıkışına kadar bu dinin çok ama çok dindar olan anadolu ve kalan roma topraklarında fazla bilinmiyor olması. ne isa ne de kilise, zaten çok ama çok tutkulu bir biçimde kendi inanclari ile dindar olan halklar tarafından benimsenmiyor.

beyaz hristiyan tarihe alternatif olan, ve de yararlandığı kaynakları yorumlarken hristiyan tarihcilerle ayni yanda durmayanlarin (kesinlikle siz oyle duruyorsunuz demek istemiyorum, kesinlikle!) tezi de şu:
bizans imparatoru, konstantin kendisi de hiç bir zaman hristiyan olmamış, sonuna kadar dindar bir -hristiyan terimi ile- pagan kalmış olmasına karşın, bu güçlenmeye çalışan hristiyan klisesini anadolunun dindar halkalarına göz dağı vermek için kullanmış, güçlenmesine ön ayak olmuş.

hristiyanlığın, tıpkı sonradan islamın olduğu gibi, insanları köleleştirme kullastirma düzeninin mimarı, baş oyuncusu, asıl oyuncusu olmasının sorumlusu, elbette ne isa, ne havariler, ne de hristiyanlaşma zorunda bırakılmış halklar.

tıpkı türklerin müslümanlaştırılması gibi, anadolu halkının hristiyanlaştırılmasına da, bu pencereden bakınca söyleyeceklerimiz biraz daha farklı olabilir mi acaba?

sevgilerimle...... deniz
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?
Arnavutluk'ta Bektaşilere Vatikan benzeri oluşum hazırlığı: Bektaşi Tarikatı Egemen Devleti.
Türkiye'de "değerli yalnızlık" tablosu…

AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı
Tayland esrarı yeniden yasaklıyor.
İstanbul kirada Avrupa’nın lideri

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?
Evrimin faturası: İnsan beyni büyüdükçe daha hızlı yaşlanıyor.

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

“…SEYDİMEN”
BABÜR KUZUCUOĞLU
KIRK YIL OLDU: YILMAZ!
YILMAZ GÜNEY'İ ANMAK
SEYİRCİSİYLE YILMAZ GÜNEY

Uykularım Kaçmakta
AHMAK BİLİMİ
Sen Ne İşe Yararsın?
Ali Hoca’nın Ezanı
Anadolu Yangın Yeri

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git