Bazı olaylar vardır ki, size kim olduğunuzu, şaşmaz şekilde ispatlar. Bütün hayatınızı 'vicdan', 'demokrasi', 'adalet', 'eşitlik' laflarıyla geçirseniz de nafile... Tek bir olayla yerle bir olur bütün imajınız. Aynaya baktığınızda, bir gün öncekiyle aynı görünse de yüzünüz; içten içe bilirsiniz ki, "siz, o eski adam değilsiniz."
Her şey değişmiştir. İçinizdeki ‘gerçek’ çıkmıştır gün yüzüne.
AKP Genel Başkanı’nın, birkaç gazete ve dergiye de yansıyan telefon görüşmesi bunlardan biri.
Telefonun öbür tarafında bir işadamı var.
AKP Genel Başkanı, lafı uzatmadan, kızının ihtiyaç duyduğu miktardan bahsediyor. “20-25” arası bir şey lazımmış, onu emrediyor. Çok anlayışlı, işadamı amcamız da “Hallederiz efendim!” dedikten sonra kapatıyorlar telefonları.
Öncelikle, yardımsever(!) işadamının neden Burs(!) vermek için, hali vakti gayet yerinde bir siyasetçiyi seçtiğinin cevabı yok. Daha vahim olan; bir siyasinin; oğluna, kızına, neredeyse bütün sülalesine, şartları belli olmayan burslar verilmesine razı olması.
Memleketin dört bir yanında çiftçi, işçi, emekçi çocukları üç kuruş için kapı kapı dolaşıp burs ararken, on binlerce dolarlık burslar(!) neyin nesi?
“İsteyen istediğine burs verir!” demek çözer mi her meseleyi?
Anlaşıldığı kadarıyla, bursun tarafları açısından sorun yok.
Alan da memnun, veren de…
Peki, kendisine demokrat, özgürlükçü, darbe karşıtı, faşizm karşıtı, sivil toplumcu, ilkeli vs. diyen ‘süper’(!) gazeteciler, entelektüeller de memnun mu?
Neredeyse tapındıkları, en büyük reformist hatta devrimci olarak gördükleri liderlerinin bu tutumunu onaylıyorlar mı?
Siyasilerin akçalı işlere girişmesini çok mu ahlaki buluyorlar?
Haftalardır küçük bir eleştiri dahi duymadığımıza göre, durumdan rahatsız değiller.
Ya da seslerini çıkaramıyorlar.
Her iki durumda da kaybediyorlar. Rahatsız değillerse, nasıl eleştirecekler yarınlarda rüşvet alanları, adam kayıranları, görevini kötüye kullananları?
Nasıl haykıracaklar ‘ahlaklı olmanın’ gereğini soyguncunun, vurguncunun yüzüne, ‘tertemiz’ olduklarına olan güvenle?
Etik üzerine, yetim hakkı üzerine kalem oynatabilecekler mi yeri gelince?
Korkuyorlarsa, yumuşak koltuklarının derdine düştülerse, kalemlerini ‘güçlülere’ karşı ezilenden yana kullanamıyorlarsa; yüklü maaşlar, son model arabalar, konforlu hayatlar kilit vuruyorsa dudaklarına, mühürlüyorsa yüreklerini; o da kötü…
O zaman nasıl ‘aydın’ diyecekler kendilerine? Nasıl saygı bekleyecekler halklarından? Belki en önemlisi; nasıl bakacaklar aynadaki çıkarcı yüzlerine?
İşte hayat böyledir. Küçük gibi görünen sınavlarla bezelidir. Basit bir suskunluk; on yıllarca uğraşıp edinilen sıfatları, unvanları bir anda yerle bir eder.
Suskunluk, kim olduğumuzu ispat eder.
Demokratlık, sivillik, ilericilik, özgürlükçülük; anlam bulur sessizliğimizde.
Halksa, bütün bunlar olurken bekler. Her şeyi sakince izler ve hafızasına nakşeder. Halkın ortak hafızası sanıldığı kadar zayıf değil aksine kuvvetlidir.
Gün olur, devran döner…
Ve her şeyin unutulduğunu sandığınız anda, “kısa çöpün, uzun çöpten hakkını alacağı gibi”, kendisine yalan söyleyen ya da doğruları söylemeyen sözde aydınların suratına tokadı patlatır.
O tokadı yiyenler de, bir daha iflah olmamıştır.
hepsi doğru da halkın hafızası güçlüde olsa etik değerleri ve yanlışlara bakış açısı ne kadar doğrudur bunu irdelemek gerekli...o burs ayarlayan ve veren hangi halkın içinden çıkmıştır?bugün onlara yanlış yapıyorsun diyipte fırsat çıkınca doğru davranabilecek bu ülkede kaç insan vardır?1980 sonrası değişen değer yargılarıyla artık çözümsüz bir yöne doğru gidişatı ancak yeni kuşaklar ile çözebilirsiniz;yani ne Tanrı ile arasını nimetler nedeniyle arasını bozmaya cesaret edemeyenler ne de popüler kültürle yetişenlerin hafızasına güvenmemeli...hafıza çok iyi de olsa onlardan görebileceğiniz en iyi davranış tecahülü arif sanatının hayatta ustaca sergilenmesi olacaktır.tek bir seçenek var çözüm için yaşanan zamanda:İSTİSNALAR KAİDEYİ BOZMALI!