Yazıyı önyargısız okumanıza yardımcı olacak ise önce kısa bir açıklama: Bu satırların yazarı, 1979 yılında Güneydoğu'da yapılan ve adına 'Kanatlı Askeri Tatbikatı' denilen bir tatbikat sırasında, askerlerin bir kısmına yerel kıyafetler giydirilerek düşman kuvvetler olarak gösterilmeleri ve bastırılarak yok edilmelerinin sembolize edilmesi,
bunun da gazetelerin ilk sayfalarında fotoğraflı haber olarak basılması üzerine yaptığı bir konuşmada, ‘eğer vatandaşlarınızın bir kısmını düşman olarak görür ve gösterirseniz bu tatbikatlar birgün gerçeğe dönüşebilir’ dediği için yargılanmış, cezalandırılmış, cezayı yargıtay da onadığı için hapiste yatmıştır.
Bu kısa açıklamanın ardından meramımı anlatmaya çalışayım:
Türkiye’de AKP’nin başlattığı bir açılım tartışmasıdır gidiyor. Önce ‘kürt’ açılımıydı, baktılar tepki topluyor, ‘demokratik’ açılım dediler, baktılar tepkiler dinmiyor adını ‘milli birlik’ açılımına çevirdiler. Bildiğiniz gibi birkaç gün önce de konu meclise taşındı ama ‘habur’ kapısından PKK’lilerin girişinde yaşananlara tepkiler dinmek bir yana artarak sürdüğü için başta Başbakan Tayyip, AKP’liler evelediler gevelediler ama ne somut bir şey söylediler ne de ortaya bir plan koydular.
Oysa Türkiye’deki siyasi gelişmeleri takip edenlerin bildikleri gibi Başbakanın aklındakiler yeni değildi ve daha önceleri de dile getirmişti.
Ne diyordu Başbakan?
‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliktir.’
Böylece Atatürk’ün ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.’ açıklamasını ve Anayasa’da yer alan ‘Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.’ ifadelerini tartışmaya açıyor ve devletin temel etmenlerinden biri olan ‘ulus’kavramını ‘vatandaşlar’a dönüştürüyor, bu ülkede yaşayan yurttaşların bir kısmını, artık ulusal kimlik olmaktan çıkarılmış, ırksal bir anlama dönüştürülmüş ‘Türk’ alt kimliği ile yaşatmak istiyor.
Eveleme geveleme bir yana,yapılmak istenen budur.
İyi güzel de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan bireyleri Türk olarak nitelerken ırksal ve dinsel bir nitelemeyi reddederek yalnızca ‘siyasal vatandaşlık bağı’nı öngörmüştür. Bu insanların ırksal kökenleri farklı olabilir; Çerkez, Laz, Arnavut, Arap, Rum, Ermeni, Kürt, Türk...olabilirler ama Fransız, İngiliz, Amerikalı dendiği gibi Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese Türk denmiştir. Yoksa hepimiz kaçınılmaz olarak birtakım kültürel kimliklerle doğuyoruz. Bu kültürel özellikler ön plana çıkarılarak, üst kimlik olarak kullanılmaya başlanırsa bunun toplumsal bütünlüğü zedelemesi, üniter yapıyı parçalaması kaçınılmaz hale gelebilir.
Temel Hak ve Özgürlükler’in başında insanların ırk, dil, din, cinsiyet... her tür alt kimliklerine göre ayrımcılığa hedef olmamalarının geldiği açıktır. Elbet herkes kültürel kimliklerini ortaya koyarak onunla övünebilir, bu kültürün gelişerek yaşaması için elinden geleni yapabilir. Bu konu da bir engelle karşılaşıyorsak (ki geçmişte hepimizin bildiği gibi bunun çok acı örnekleri yaşandı) bunların ortadan kaldırılması için çalışmak hepimizin boynunun borcudur. Bu ayni zamanda bir vatandaşlık ve yurtseverlik görevidir, bizi ‘alaşım’a değil ‘bileşim’e taşıyacaktır. Alaşımların bileşimlere varamazsa içsavaşa dönüşebileceğinin acı bir örneğini Yugoslavya’da gördük. Ayni ulusun bireyi olma duygusu yaşanamazsa çatışma ve parçalanmalar da kaçınılmazdır.
Peki Başbakan bunları bilmiyor mu?
Kişisel kanım odur ki Başbakan Tayyip, dünyaya din penceresinden bakmayı yeğlediği için, ulusal yapıştırıcı yerine dinsel yapıştırıcının daha önemli olduğunu düşünüyor ve ulusal bilinç yerine ümmet bilincinin yerleşmesi için çabalıyor.
Gelin biz yine Mustafa Kemal’e kulak verelim:
‘Türk milleti,kendinin ve memleketinin yüksek menfaatları aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız, milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara müsamaha edecek bir toplum değildir. Türk milletinin sosyal düzenini bozmaya yönelen didinmeler boğulmaya mahkumdur.’