|
Gelen gidiyor günü gelince, giden de geliyor bir gün!Kategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 08 Kasım 2009 06:50:52 ...sese ve düşe dayalı "Başka" şiirim doğdu: "Arada yoktu başı dumanlı dağlar, kurumuş nehirler/ Sen vardın çıplak ipek kadar yakın, cam kadar ince/ Yoktu sis içinde sarhoş ormanlar, buz tutmuş göller/ Sen vardın soluk soluğa kulaklarımda, tenimde..."
Berlin Günceleri 12 – 18 Ekim 2009 12 Ekim, Pazartesi Bugün okula gittim gitmesine ya, her yanım dökülüyordu. Öksürük de cabası. Dün geceden başlamıştı, titreme, burun akması, öksürük...Okulda zor ayakta durdum. Öğleden sonra gittiğim doktor, bu haftanın sonuna kadar istirahat verdi. Ondan sonra da iki haftalık sonbahar tatili var. Yani üç hafta evdeyim. Dinleneceğim ve yazacağım.Birikmiş yazı ve düzeltilecek şiirlerimle uğraşacağım. 13 Ekim, Salı Burnum akıyor, gözlerim sulanıyor, öksürük ciğerlerimi söküyor, başım sepet gibi... Halsizlik de cabası. Rus Kültür Tarihi’ni okuyayım diyorum, kendimi veremiyorum kitaba. Oysa 18. yüzyıl müzisyen ve ressamlarının anlatıldığı bölüm çok ilginç. Kitabı soluk soluğa okumak istiyorum. Hele biraz kendime geleyim bir solukta bitireceğim. Yazın Rahime’nin yaptığı tarhana çorbası iyi geldi. Bir de Toroslardan gelen, adını utup gittiğim, çay iyi geldi. Rahime, patlıcan musakka yaptı, yanına da makarna. Yemeye çalıştım bu çok sevdiğim yemeği. Hastalık hastası hiç olmadım, hastalıklarımdan da hiç yakınmadım bugüne dek ama bu grip fena. Oysa aşı da oldum. Dinlenmeyi ben kitap okumadan yapamam ki. 14 Ekim, Çarşamba Gribim bir hafifledi de “Haiku Şiirleri Akşamı”na gidebildim. Haiku’dan habersizdi gelenlerin çoğu. Haiku’nun tarihsel sürecini izleyerek Oruç Aruoba’nın hazırladığı Başo şiirlerinden oluşan Kelebek Düşleri’nden ve L. Sami Akalın’ın Japon Şiiri kitaplarından yola çıkarak genişçe ele aldım bu sıkıştırılmış şiiri. Akatalpa’nın Nisan 2009’daki Haiku Şiirleri Özel Sayısı’ndaki Türk şairlerinin şiirlerini de okuduk. Hele Orhan Veli’nin de haiku yazdığını ve Gemliğe doğru Denizi göreceksin Sakın şaşırma bunun bir örneği olduğunu söylememiz şaşırttı gelenleri. Haiku, şiirin bin kez dilde çevrilmiş hali! 15 Ekim, Perşembe Hava yağmurlu. Ev sıcak. Ben yorgunum. Dağ çayını balla içmek iyi geliyor boğazıma. Dün pişirdiğim mercimek çorbası da rahatlatıyor beni. YKY’den beklediğim kitapların bir türlü gelmediğini bildirmek için aradığımda İstanbul’u, kitaplarım dün yollandığını öğrenince keyfim yerine geliyor birden. Kardeş Resimler dosyamın önsözü üzerinde çalıştım biraz daha. İmgelem dergisinin Ağstos - Eylül 2005’inci sayında yayımlanmış “Gece Kısrağ”ı başlıklı şiirim. Toplu şiirlerimde yok bu şiir. “Rüyasında gül görenin / Gem vurulmaz ömrüne” dizeleriyle başlayan bu uzun şiiri neden unuttuğumu anlayamadım. Başka şiirlerim de olmalı Küçük Deniz’e girmeyen. İçime bir kuşku düştü. Kimi dergileri ciddi bir taramadan geçireceğim demek ki. Son şiirim ise daha ham: Uzun boylu bir düş Gölgen giriyor koynuma Seni düşününce böyle Doyumsuz bir ırmak Akıp duruyor buradan oraya Son dönem yazdığım şiirlerde “uzun” sıfatını fazlaca kullandığımı fark ettim birden. Dirim’le Rahime’nin eniştesiyle oğlu Gökhan’ı alıyoruz Tegel havaalanından. Otoban dolu, ucu ucuna yetişiyoruz İstanbul’dan gelen yolcularımızı karşılamaya. Dönüş işe tümüyle rezalet! Oysa Berlin’in otobanları böyle değildi, ilk kez bu kadar dolu görüyorum önümüzü, yolu. Bugün iki haftalık “Sonbahar Tatili” de başladı, kalabalığın nedenini buna yorduk. Yan yollardan Kudamm’a sapıyoruz. Kentin içinde uzunca bir tur atıyoruz. Evde İstanbul’dan, akrabalardan sözü koyulaştırıyoruz sofrada. Çocuklar da tam takım bizimle bugün. Baba oğul bir akrabalarını daha tanıdılar. Kitap-lık geldi: 50 Kuşağı, 50 Yaşına basmış! Benim doğduğumda onlar yazmaya başlamışlar ve hep yazmışlar, yazarak ayakta kalmışlar. Doğan Hızlan, “Bizi bir araya getiren neydi?” diye soruyor ve şöyle de yanıtlıyor: “Zaman aşımına uğramayacak, eskimeyecek, havı dökülmeyecek bir tutku. Hepimiz edebiyat tutkunuyduk, hayatımızı ona adamıştık. Edebiyat beğenilerimiz farklılaşabilirdi ama edebiyatı sevmede, ona olağanüstü, taparcasına saygı göstermede, birbirimizi tekrarlamadığımız, yazıya geçirmediğimiz bir kutsal yemine sadık kalmıştık.” 17 Ekim, Cumartesi Wansee’ye gittik. 27 yıllık kahve kapısına kilit vurmuş, kapanmış. Üzüldüm. Oysa pastaları ve kahvesi enfesti bu seçkin kahvenin. Hava boz bulanık; güneş açsam mı açmasam mı diye düşünüyor sanki. Ağaçların sonbaharlık hali pek seçilmiyor geçtiğimiz yollarda. Öğleden sonra Kreuzberg’e götürdü konukları Rahime, ben evde kaldım akşam yemeği hazırlamak için. Sonra KA-DE-WE’ye gideceklerdi baba oğul eşlerine armağan seçmek için. O arada sese ve düşe dayalı “Başka” şiirim doğdu: “Arada yoktu başı dumanlı dağlar, kurumuş nehirler Sen vardın çıplak ipek kadar yakın, cam kadar ince Yoktu sis içinde sarhoş ormanlar, buz tutmuş göller Sen vardın soluk soluğa kulaklarımda, tenimde Yoktu başka hiç kimse durup bize bakan Sesin aldı götürdü beni sana, kadınlığına Yoktu ellerin, gözlerin, memelerin Vardı tüm gövden içimde dışımda” Şiir böyle ikiliklerle sürüyor biraz daha. Şiire dolmuşum. 18 Ekim, Pazar Emre dün arabasını bırakmıştı. Bugün havaalanına götürdüm konukları. Yol tenhaydı. Bir kaza gördük otobanda. Ne olduğunu anlayamadık polis, itfaiye, ambulanslardan. Ciddi bir şey olduğunu düşündük hepimiz. Gelen gidiyor günü gelince, giden de geliyor bir gün! Gelenlerin sevincini bir süre sonra gidenlerin hüznü alıyor.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|