|
|
Devrim, Darbe, İhtilâlKategori: Türkiye | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 01 Kasım 2009 09:50:26 Cumhuriyet tarihinde, bildiğiniz gibi üç kez askerî darbe yapıldı. 1960'ta, 1971 ve 1980'de. 1950'leri yaşamayanlar şimdilerde Menderes'i demokrasi havarisi gibi gösterme hevesindeler. 1971 darbesini hatırlayanlar sayıca biraz daha fazla, 1980 darbesinin baş faili ise halâ hayatta. Bugünlerde "Ergenekon" adlı bir darbe girişimi olduğu iddiasıyla soruşturmalar devam ediyor.
Darbe (coup veya coup d’état) küçük bir grubun zor kullanarak devlet yönetimini ele geçirmesi anlamına geliyor. Oysa “devrim” köklü bir değişim demek. “İhtilâl”in anlamını sözlük “düzeni değiştirmek üzere zor kullanarak yapılan geniş halk hareketi” olarak tanımlıyor. Batı dillerinde “revolution” hem “devrim”, hem “ihtilâl” demekse de Türkçe’de devrim ve ihtilâl farklı anlamlar içeriyor. “Devrim” genel olarak köklü değişimin olumlu olması anlamını taşıyor. Demek ki her darbe ihtilâl olmadığı gibi, her ihtilâl de devrim değil. Kelimeler üzerinde bu kadar durmamın nedeni ukalâlık olsun diye değil. Kullandığımız kelimeler düşüncemizi, dolayısıyle sözlerimizi, ve sonuçta yaptıklarımızı biçimlediği için. Son elli yılın üç askerî darbesinin hiçbiri “geniş halk hareketi” içermediği için ihtilâl değildi. Bunlardan yalnızca birisi yeni, sosyal adaletçi, demokratik bir anayasa getirdi, bugün demokratik Avustralya’da bile olmayan “grev hakkı”na yasallık tanıdı. Demek ki bu anlamda 1960 darbesi bir devrimdi. 19 Mayıs 1919’da başlayıp 9 Eylül 1922’de İzmir’de noktalanan Anadolu hareketi bir ihtilâldi. Halk işgâlcilere ve onların işbirlikçilerine karşı zor kullandı, kan döktü. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilânı da bir devrimdi. İlginç olan, daha Kurtuluş Savaşı kazanılmadan, yâni daha Anadolu İhtilâli başarıya ulaşmamışken 23 Nisan 1920’de halkın temsilcisi bir meclis ile bu devrimin tohumlarının atılması oldu. Birçok yerdekinin aksine önce devrim yapıldı, ihtilâl onun peşinden geldi. Bu meclis, bugünkü anlamıyla çok partili, demokratik yolla seçilen bir meclis değildi ama yine de Istanbul’daki pay-i tahtın yerine bir başka gücü, halkın gücünü temsil ediyordu. 14 Temmuz 1789’da başlayan Fransız İhtilâli de açların isyanıyla başlayıp kırala ve soylulara (asillere) baldırıçıplakların (sans culotte yâni “donsuzlar”ın) başkaldırısı olduğu için bir ihtilâldi. Ekmek bulamadığından yakınan donsuzlara kıraliçenin saf saf “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” demesi soyluların halktan ne denli kopuk olduğunun bir simgesi haline gelmişti. Bu ihtilâli bir devrime dönüştürmek 40,000 kişinin giyotinde kellelerini kaybetmesine mal oldu. “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” şiarının uygulamaya konulması uzun yıllar aldı. İhtilâlden on yıl sonra Napolyon adlı bir diktatör başa geçip Avrupa’yı savaşa ve kana boarken Fransız devriminin ilkelerini de önce Avrupa’ya, sonra da tüm dünyaya yaymakta bir araç oldu. Arada diktatörlüklerle kesintiye uğrasa da artık baldırıçıplaklar şehirli (burjuva) olmuştu ve soyluların yerine şehirlilerin yönetimi yerleşmişti. Fransız ihtilâlindeki “kardeşlik” soyluları içermiyordu, artık “citoyen” yâni yurttaş vardı ve soylulardan olmayan her yurttaş kardeşti. Yirminci yüzyıl başlarında parçalanma eşiğindeki Osmanlı’yı ayakta tutma çabası İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin “Hürriyet, Adalet ve Müsavat” sloganı ile ifadesini buldu. İttihat ve Terakki’nin “Özgürlük, adalet ve eşitlik” şiarı, Fransızların “kardeşlik”i yerine “adalet”i koymuştu. Çok uluslu Osmanlı’da kardeş olamazdık ama “öteki”lere karşı âdil olmalıydık. Yükselen milliyetçiliğin “adalet” ile yetinmeyeceği gerçeği atlandı. İttihat ve Terakki yaklaşımına en büyük darbe “din kardeşi” Arapların “gâvur” emperyalistlerle birlik olup Osmanlı’ya isyan etmesi oldu. Balkanlardaki milliyetçilik bir ölçüde anlaşılabilirdi ama Araplarınki bugün bile halâ süren “Araplar bizi arkadan vurdu” söylemine yol açtı. Fransız devriminden yaklaşık yüz yıl sonra Karl Marx’ın kuramsallaştırdığı sınıf mücadelesi kavramı Fransız devrimini sınıfsal bir çözümleme ile açıklayıp sınıf temeline oturttu. Marx’a göre Fransız devrimi, bir burjuva (şehirli) devrimi olarak tarihin akışı içinde ilerici bir adımdı. Ama iş burada bitmeyecekti. Yükselen sanayileşmeyle çoğalan, güçlenen ama sömürülen proleterya (işçi sınıfı) burjuva yönetimi yerine proleterya yönetimini getirecekti. Sanayileşen Avrupa’da yükselen komünist hareket, sanayileşmemiş Rusya’da Ekim 1917’de yankılandı. Bir avuç isyancının gerçekleştirdiği darbe, bir ihtilâl değildi ama darbe sonrası bir devrime dönüştü. Darbenin halk desteği olmadan yapılmış olması, Ekim 1917 devriminin çıkmaza gireceğini daha o zamandan belirlemişti. Mustafa Kemal’in 1920’de başlayan devrimi, adı cumhuriyet olmasına karşın bir halk yönetimine dönüşmedi. Mustafa Kemal için ülkenin her yönden geri kalmışlığının düzeltilmesi demokratik bir yaklaşımdan daha önemliydi. Birkaç demokrasi denemesiyle ortaya çıkan partilerin “çağdaş uygarlık düzeyine” ulaşmanın altını oyacağı belli olunca demokrasi denemeleri rafa kaldırıldı. Demokrasi bir amaç değil, bir araçtı; hedef ülkeyi uygar bir ülke haline getirmekti. 1946’da başlayan demokrasi girişimi köy enstitülerinin kapatılmasını, imam hatip okullarını, dinin politikaya âlet edilmesini, “her mahallede bir milyoner yaratılması”nı getirdi. “Sandıktan çıktığı” için “odunu aday göstersem seçtiririm” ve “bu meclis isterse hilâfeti geri getirir” deme cesaretini kendisinde bulan Menderes sonunda “tahkikat komisyonu” ile yargının yetkilerini donanmaya kalkışınca 1960 darbesini davet etmiş oldu. Türkiye’de sarayın dışında bir soylular geleneği yoktu, İttihat ve Terakki geleneğinin “seçkinlerin adaletle yönetmesi” kavramı vardı. AKP bu seçkinlere karşı sanayileşen Anadolu burjuvasının temsilcisi olarak başa geldi. Bu bağlamda Erdoğan’ın öne sürdüğü “Türkiyelilik” kavramı Fransız devriminin “citoyen” kavramıyla çakışır ve ileri bir adımdır. Sömürücü ve soyguncu burjuva devriminin yontularak sosyal demokrat bir nitelik kazanması Avrupa’da uzun bir süreç sonucu oldu. Tarihin ivme kazanan gelişimi içinde Türkiye emekçileri elbet bu burjuva devrimini daha insancıl bir çehreye büründüreceklerdir. Tehlike, emekçilerin ırk temelinde ya da din temelinde ayrışmasındadır.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|