|
Elmas İmgeleriKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 24 Ekim 2009 04:02:55 Papatyanın masum duruşuna gölge düşürmeden onun yalın çıplaklığına imgeler düşürmeye çalışıyorum. Bir kadın gövdesi gibi düşündüğümden bu güzel çiçeği, bir kadına erotik yaklaşır gibi yaklaşmaya çalıştığımı fark ettim birden. Papatya, uzaktaki, hayal meyal bir kadına, sevgiliye dönüştü. "Saçından başlamalıyım seni öpmeye...."
Berlin Günceleri 14 – 20 Eylül 2009 14 Eylül, Pazartesi Almanya hızla genel seçimlere hazırlanıyor. Türkiye’deki gibi kıran kırana bir seçim atmosferi yok bura(lar)da. Yollarda adayların fotoğraflarıyla birlikte kısa, özlü sözler var yalnızca dizi dizi. “Ülkemiz çok şey yapabilir”, “Krizden akıllı”...ve daha neler neler! Almanya, dıştan göründüğü gibi bir refah toplumu değil çoktandır. Büyümesi yavaşlayan ve borçlu bir ülke. Artan işsizlerine iş bulamayan, yeni işyerleri açamadığı gibi büyük işletmelerin iflasına da engel olmayan, emeklilik yaşını 67’ye çıkaran da bir ülke. Askerlerinin Afganistan’da ne işi olduğunu halkının anlamadığı da bir ülke. 15 Eylül, Salı “Göreceksin” şiiri henüz tamamlanmadı sanıyorum şöyle sonuçlanmasına karşın: “Leyleği göremedim bu yıl Seni hiç görmedim Gün görmeden öleceğim Göreceksin” Bu bir hüzün denemesi değil, zaten hayatımız acı ve hüzün alacası. Kavuşulamayan sevgili, giderilemeyen özlemler, gerçekleşmeyen düşler, yarım kalan istekler... Belirliyor yaşamın yönünü, rengini. Ayrıca bir şiir ne zaman biter, bunca şiir yazdım, hiç bilemedim 16 Eylül, Çarşamba Hayâl Yayınları Kemal Özer’in Günlerle Yolculuk’ta toplanan günlüklerini yayımlamış iki cilt. 1999 – 2002, 2003 – 2008 arası yazılan yolculuk, kendi yapıtları üzerine gözlemler, gelecek tasarıları, katıldığı şiir etkinlikleri, geçip giden günlerinin akışına sığdırdıkları iç ve dış gözlemler, okuduğu kitaplar, yolculuk izlenimleri, yer yer şiirimize bakış notları... Tuncer Uçarol, Bu kitap; “1999-2009 yıllarında yalnızca edebiyatla uğraşan bir insanın, en az 1999-1935 = 64 yaşına ulaşmış kıdemli bir şairin yaşadığı, düşünebileceği her konuda dertleşip duruyor okuyucuyla” diye yazıyor önsözde. Günlük yazmaya başlayalı başkalarının günlüklerini de merak eder oldum. Günlüğe sığan günlerin yansımalarını hep merak ettim, ediyorum. 17 Eylül, Perşembe Bir gece bir “uğultu”yla uyanan Kemal Özer, kendini şiir yazarken görür rüyasında. Uyanır ve rüyasında yazmaya çalıştığı şiiri yazmaya çalışır: “Nicedir böyle bir şey olmamıştı: Sabaha karşı uyandığımda bir şiir yazıyordum. Hemen kalktım, düşümde yazdığım şiiri kâğıda geçirmeye başladım. Yakaladığım sözcükler, dizeler vardı; ama asıl şiir uğultu halindeydi. Boşlukta tuttuğu yeri, daha çok, ses olarak duyuyordum. O sesin içinde koşuşan sözcükler, ben yakaladığım zaman sanki sözcük olmaktan çıkıyordu. Yakaladığım dediğim anda yitiriyordum o yüzden.” Şiirin ne zaman, nerede, nasıl geleceği belli olmaz. Bir kıvılcım, bir tetik gerekir ortaya çıkması için. Ne olmayacak yerlerde dizeler geliverdi ki usuma, yazmadan edemedim. Yazamadığım anlarda ise, bir daha yakalayamadım o elmas imgeleri, dizeleri. 18 Eylül, Cuma Papatya üzerine bir şiir yazıyorum. Papatyanın masum duruşuna gölge düşürmeden onun yalın çıplaklığına imgeler düşürmeye çalışıyorum. Bir kadın gövdesi gibi düşündüğümden bu güzel çiçeği, bir kadına erotik yaklaşır gibi yaklaşmaya çalıştığımı fark ettim birden. Papatya, uzaktaki, hayal meyal bir kadına, sevgiliye dönüştü. “Saçından başlamalıyım seni öpmeye Bir başağın boynuna dolanan rüzgârın Olsam savrulsam durmadan sana” 19 Eylül, Cumartesi Alışveriş yaptığımız binanın önüne kurulan bitpazarından buldum Grosz üzerine hazırlanan o incecik kitabı. Zürich’teki Arche Verlag (cins, aykırı, elbette farklı kitaplar yayımlamasıyla ünlü)1961’de yayımlamış bu kitabı. Grosz’un dünyasına, grafiklerine, yaşadığı döneme, dönemin yapıtlarına yansımasına... nasıl bakıldığını merak ettim. Yapıtlarından da örnekler serpiştirilmiş ki bu kitaba farklı bir özellik katmış. “Papatya” şiirine üç dize daha eklendi bugün: “Kirpiklerinden başlamalıyım seni öpmeye Kuşların yuva yaptığı bir ağacın en uzak Dalında beklesem seni, gelir misin” Bakalım ne zaman bitecek bu şiir. 20 Eylül, Pazar Tezer Özlü’den Leylâ Erbil’e Mektuplar’ı (YKY, 1995) yeniden elime alıyorum ve bir kez daha ürperiyorum; Tezer’in yazma gücüne ve yazdıklarının nasıl da insanın içini titretmesine. Kendinden yola çıkarak içinde yaşadığı ortamlara ve ülkemizin yazınına, yazarlarına haklı, yerinde saptamalarda bulunmasına dalıp gittim. Bir de Avrupa’daki Türklerin zavallılıklarına, içinde yaşadıkları toplumlarla uyuşamamalarına, kültürsüzlüklerine ve bunu camilerle kapatmaya çalışmalarına... Aradan geçen sürede çok fazla değişiklik, yenilenme olmadı, bir de buna şaşıp kalıyorum: “Buradaki köylü takımını hiç görmüyorum.” Diyor mektuplarının birinde ve şöyle sürdürüyor düşüncelerini: “Aslında bana söyleyecekleri hiçbir tarafları yok. Çok başka dünyaların insanlarıyız... Burada bulunmam bana çok sorumluluklar yüklüyor. Türk kesimini görmemezlikten gelip, köşeye çekilmeye olanak yok. Buradaki Türkler’in çok büyük sorunları var. Hemen hemen hepsi ruh hastası olmuş, politik bilinçleri olanlar dışında. Türkler, bu toplumun içinde -ne yazık ki- bir yama gibi duruyor. Çok acıklı. Burada Türkler’in yoğun olduğu semtlere, yalnızca lahmacun ve eskici kültürü getirmişler. Soğan, biber ve kıyma kültürü... Kitaplıklar, okumalar, kültür haftaları ama bakıyorsun, bizimkiler, bakıyorsun yemyeşil bir cami kuruyor...” Bu ikilemi yakından tanımak istiyor ilerdeki çalışmaları için. Ne yazık ki ömrü yetmiyor bu çelişki ve ikilemlerden bir şeyler üretmeye.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|