|
KrakovKategori: Tarihin Gölgesinde | 4 Yorum | Yazan: Bülent İbrişim | 12 Ekim 2009 10:35:53 Çok gezen mi bilir, yoksa çok okuyan mı? Bu soru çoğumuza öğrencilik yıllarımızın bıktıran münazaralarını anımsatır. Bir ülke, bir kent, bir yere ilişkin bilgiye artık sadece gezerek - okuyarak değil, ekranlarda belgeselleri izleyerek, internet aracılığıyla da kolayca erişebiliyoruz.
Tüm bunlara karşın adını, ününü ve özelliklerini duyduğumuz, bildiğimiz yerleri, kentleri görmek ve kısa bir süre olsa da havasını solumak bambaşka bir deneyim. Çoğu kişi gibi, özellikle eski kentlerin tarihi yerleşim bölgeleri ilgimi çeker. Özgündürler. Tarihin, kültürün, sanatın izini buralarda daha kolay sürebilirsiniz. Bir kenti gezerken önceden derinlemesine bilgilenmek ya da bir kültür turuna katılmak çok yararlı. O yerin, o yapının tarihini iyi bildiğimizde geçmişi o anda yaşıyor duygusuna da kapılırız. Sözgelimi Münih’de önünden geçtiğim ve ilgimi hiç çekmemiş olan binanın, Hitler’in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (NSDAP) temellerini attığı bina olduğunu ertesi günü katıldığım 3. Reich turunda öğrendiğimde şaşırmıştım. Bir süre önce gerçekleştirdiğim Avrupa turundan sonra seçtiğim kentlerden bazılarına ilişkin notlarımı sizlerle paylaşmak istedim. Bu kentlerden biri Polonya’nın ünlü ve tarihi kenti Krakov. Bilindiği gibi, Osmanlılar’ın Lehistan dedikleri ülke Polonya Cumhuriyeti, ya da kısaca Polonya. Kuzeyinde Baltık Denizi ve Rusya, doğusunda Litvanya, Beyaz Rusya ve Ukrayna, güneyinde Çek Cumhuriyeti ve Slovakya, batısında ise Almanya ile çevrili. Krakov’a bizi götürecek Polonya trenine bir Ağustos günü Almanya’nın Berlin kentinden bindik. Kısa bir süre sonra Polonya sınırını geçtik. Yemyeşil, alabildiğince düz ovalar. Oldukça yeknesak. Uzunca süre bir erleşim yeri göremedik. Sonra terkedilmiş, adeta çürümeye bırakılmış oldukça büyük sanayi tesisleri ve kasabalardan geçtik. Yapıların bakımsızlığı dikkatimizi çekti. Tam bir üçüncü dünya ülkesi görünümü hakimdi. Görevlileriyle bir türlü iletişim kuramadığımız eski trenimiz kısa aralıklarla duruyor, yeniden hareket ediyor ve sonra tekrar duruyordu. Bir anlam veremedik. Geçtiğimiz yerleşim yerlerinin istasyonları da şaşırttı bizi. Karanlık, sıvaları, boyaları dökülmüş ve metalleri çürümüş ürkütücü yapılar. Hiçbir teknolojik aygıt yok. Sanki savaş sonrasından kalma gibi. Yaklaşık 20 yıllık kapitalizm mucizesi sanki buralara hiç ulaşmamış gibi! 10 saati aşkın bir yolculuktan sonra gecikmeli olarak ulaştık Krakov’a. Hava iyice kararmış, yağmur çiseliyordu. Önceden internet aracılığıyla rezervasyon yaptığımız otelimize gitmek için taksiye binince anımsadık burada halen avro dışında ayrı bir para biriminin - Polonya Zlotysi’sinin geçtiğini.
Otelimiz birazdan ayrıntılarını vereceğimiz Krakov’un tarihi Yahudi bölgesi Kazimierz’deydi. Kısa sürede otele ulaştık. Çevre sinegoglar, tarihi binalar ve bunların altında restoran, kafe ve barlar, antikacı dükkanlarıyla dolu. Bir tam günümüz vardı ve güzel bir plan yapmalıydık gezmek için Krakov’u. Dilerseniz bu kente ilişkin bazı genel bilgileri birlikte anımsayalım. Krakov Polonya’nın en büyük ve en eski kentlerinden biri. Geleneksel olarak bilim, kültür, sanat ve ekonomi merkezi olmuş. Eski kentin içindeki Wavel Şatosu 1978 yılında UNESCO tarafından, Dünya Miras listesine alınmış (bilindiği gibi günümüzde Dünya Miras listesinde 611’i kültürel,154’ü doğal ve 23’ü karışık 788 nokta bulunmakta). 2000 yılında da Avrupa Birliği’nce Avrupa Kültür Başkenti kabul edilmiş. Krakov, 1038 – 1596 yılları arası Polonya’nın, şimdi ise Küçük Polonya Voyvodası’nın başkentidir. Polonya tarihinin en önemli olaylarına tanık olan bir kent. 1596 yılında başkentin Varşova’ya taşınmasına dek krallar ve hükümdarlar bu kentte yaşamışlar. Bir çoğunun mezarı halen buradadır. Krakov’a ilişkin 965 tarihini taşıyan ilk yazılı bilgileri Kordobalı bir tüccardan, Jakuba’dan ediniyoruz. Doğal zenginliklerinin yanı sıra önemli bir ticaret merkezi. Dünyanın bilinen en eski alışveriş merkezlerinden biri olan Cloth Hall da burada. Wavel’e yaklaşırken çevredeki sokaklar ve yapıların tarihi özellikleri yanında bakımsızlıkları da ilgimizi çekti. Gezimizin ilk durağı olan Wavel tepesine ve Şatosuna tırmanırken, çoğu çocuk olan kalabalığın bir delikten yerin altına bakmak için oluşturduğu grup dikkatimizi çekti. Burası ejderha mağarasıydı. Çoğu eski yerleşim yeri gibi, Krakov’unda bir kuruluş efsanesi var; “Vistülnehrinin kenarındaki bu Wavel tepesinin altında bir mağarada yaşayan ejderha kadınların etiyle beslenirmiş. Bölgedeki tüm kadınları yemiş ve geriye bir tek kralın kızı kalmış. Kızının yenmesinden korkan kral bütün şövalyelerini toplamış ve ejderhayı öldüren kahramana kızını vaadetmiş. Ejderha bütün şövalyeleri öldürmüş. İnsanoğlunun en büyük silahının zeka olduğu mesajını da veren bu efsaneye göre; zekanın gücünü bilen bir terzi koyun postuna sarmaladığı kükürtü ejderhaya yedirmeyi başarmış. İçi alev alev yanan ejderha nehrin bütün suyunu içmiş ve artık onu ejdarha yapan yaşam ateşi sönünce ölmüş…” 1000 yılında Krakov’un Piskoposluk olmasıyla Wavel'ebir Katedral yapılır. Polonya XVII. yüzyılın başlarına kadar buradaki Wavel Sarayı’ndan yönetilir. Avrupa Rönesans’ının en güzel örneklerinden olan bu saray, İtalyan mimar Bartolomeo Berecci'nin eseridir. Saray Avusturya, Nazi Almanyası gibi işgal kuvvetlerine karargahlık da yapmış, ama bambaşka amaçlar için konservatuar, şimdilerde olduğu gibi müze olarak da kullanılmış. Kent 13 yy’da ardarda gelen Moğol istilaları ile yerlebir edildikten sonra Jagelian hanedanlığı döneminde yeniden inşa edilmiş. Kent bu altın döneminde ayrıca bilim, kültür ve entellektüel yaşama da merkez olmuş. Bunun en güzel örneği Prag üniversitesinin ardından Orta Avrupa’nın 2.en eski Üniversitesi olan
Bu özelliğini günümüzde de sürdürmekte. 10’u aşkın akademi ve üniversiteye sahip. 800 binlik nüfusunun yaklaşık beşte biri öğrenci. Polonya – Litvanya Birliği 18 yy’da komşuları Rusya, Habsburg İmparatorluğu ve Prusya tarafından işgal edilmiş, sonraları da Napolyon’un ordularınca. 1866 yılında Avusturya, Prusya savaşının ardından Galiçya’ya kısmi özerklik tanıyınca, Krakow yine Polonya’nın ulusal simgesi ve kültür -sanat merkezi olmayı sürdürür. Polonya’nın dönemin ünlü sanatçıları bu kentte yaşar. Sonra da Almanya ve Rusya arasında birçok kez paylaşılmış. 1. Dünya Savaşının ardından 100 yıllık bir aradan sonra bağımsız Polonya kurulur. 1939 yılına, bir diğer Alman işgaline kadar sürer bu hükümranlık. Berlin’de katıldığımız turun görevlisi Almanların ulusal sporu hangisidir diye sormuştu. Ardından da eklemişti. Polonya’nın işgal edilmesi diye. Bu espriden rahatsız olmuştum. Aslında gerçeklik payı vardı ve tren yolculuğunda aklıma hep bu işgal kuvvetlerinin o topraklardan defalarca geçtiği gelmişti. Krakov kenti bu işgallere direnişlerde merkez özelliği de taşımış. Wavel tepesinin eteğinden eski kentin merkezine çıkmak için Florianska caddesi’ni takip ediyoruz. Günün her saatinde son derece renkli, çeşitli müzik ve sanat gösterilerinin mekanı. Yerel kıyafetler içinde müzik grupları, başları süslü atların çektiği turist gezdiren tarihi arabaların tarihi giysiler içindeki sürücüleri dikkat çekiyor. Ardından Venedik’teki San Marco’dan sonra Avrupa’nın en geniş eski kent meydanına çıkıyoruz. Bu geniş alanın içerisinde Sukiennice adı verilen, eskilerde hayvan ve sebze pazarı olarak kullanılan, şimdilerde ise turistik-hediyeıik eşyaların satıldığı Kapalı Çarşı (Main Old Market) yer alıyor. Ortaçağ’da inşa edilmiş.Ancak yapı 1555'deki büyük yangından sonra bugünkü haliyle yeniden yapılmış. Binanın zemin katında bulunan onlarca küçük dükkanda amber taşından yapılmış, gümüş mücevherler satılıyor. Eski Krakov yaklaşık altı bin tarihi mekana sahip. İki milyonu aşkın da sanat eseri var. Kiliseler, anıtlar, mansiyonlar kenti. Rönesans, Barok ve Gotik tarzın yüzlerce örneğini görmek olası. Krakov kenti 120’yi aşkın kilisesiyle kiliseler kenti olarak da bilinmekte. Geçmişte Kuzey Roma olarak da anılmıştı. Polonya zaten Avrupa'nın en dindar ülkesi. Anayasa'da ilgili her bölümde Katolikliğe atıf vardır. Katolik dini devletin resmi dini olarak kabul edilmektedir. Kilise; devlet, siyaset ve toplum hayatında gerektiğinde kullandığı ciddi bir ağırlığa sahiptir. Bu arada, 2. John Paul adını alarak Papaolan ve 455 yıldan sonra ilk kez İtalyan olmayan ve ilk Slav ırkından papa özelliğini de taşıyan Karol Wojtyla’nın Krakov Kardinali olduğunu da anımsatalım. Meydanda göze çarpan yapılardan bir diğeri, Ratusz, eski belediye binası ve gözetleme kulesi. 1316 yılında inşa edilmiş. Bu bina yanında, Eski Kent Meydanı’nı çevreleyen tüm binaların altları mahzen görünümünde bir yeraltı şehri gibi. Çok çeşitli dükkan, bar ve restoranlar var. Kışın, özellikle dondurucu soğuklarda, yaşam buralara, yeraltına kayıyor. Yaz günleri yol kenarına dizilen birahaneler, küçük ama sıcak ve sevimli kafeler, restoranlar sürekli dolu. Bu arada meydanın bir simgesi de, geceleri sabaha kadar eğlence yerlerinden çıkanlara minübüslerinden, geleneksel tütsülenmiş baharatlı sosis – kielbasa satan iki Polonyalı. Avrupanın ilk kafesinin de burada açıldığı söylenir. İlk restoranının da. Bir Cumartesi akşamüstü kahvemizi içerken, elele tutuşan orta yaş ve üzeri çiftlerin telaşsız gezmelerini izlerken kendimizi 60’ların Türkiye’sinde hissettik. Nedenini tartıştık uzun süre. Kısa bir aradan sonra devam ediyoruz meydandaki gezimize. Buradaki en önemli yapı, Dünya’nın en güzel kilisesi kabul edilen, Azize Meryem Kilisesi St. Mary's Basilica. Yapım tarihi 1223. İki kulesi var. Kulenin en yukarıdaki penceresinden, XVI.yüzyıldan bu yana her saat başı bir melodi çalınır. “Hejnal” adı verilen bu melodiyle işgalci Müslüman Tatarlar hatırlatılıyor, Polonyalılara ve bu kenti ziyarete gelen turistlere. Öyküsü de şöyle; “1241yılında Tatarlar saldırır kente. Busaldırıyı haber vermek için bu melodiyi çalan borazancıyı bir tatar okçusu boğazından vurur. Melodi yarım kalır. Sonunda kent Tatarların eline geçer (bu arada Polonya’da halen beş binin üzerinde müslüman Tatar yaşadığını da ekleyelim). 500 yılı aşkın bir süredir bu melodi her gün-her saat başı çalıyor. Adeta kentin bir simgesi”. Meydanı gezerken kulenin altında toplanan ve ellerinde fotoğraf makinalarıyla yukarıya bakarak bekleşen kalabalığı görünce anımsadık bu öyküyü. Yarım kalan melodi - aslında bir itfaiye eri olan -borozancı tarafından tamamlandıktan sonra alkışlara ve borazancının halkı selamlamasına tanık olduk.
Kilisenin içi inanılmaz güzellikte. Ahşap mihrab ve vitraylar gerçekten büyüleyici. Bu meydan ayrıca Polonya tarihinin birçok önemli olayına tanık olmuş. 1525’de Prusya Dükü 1. Albert, Polonya Kralı 1.Sigmund’a Prusya’nın biatını burada sunmuş. Kral 3. Jan Sobieski 1683 Viyana Kuşatmasında Osmanlılara karşı zaferi bu alanda kutlamış. Eski Kent (Stare Miasto), bir zamanlar düşmanlara karşı duvarlarla korunurmuş. Şimdilerde ise çevresinde ağaç ve çiçeklerle bezenmiş, 4 km. uzunluğunda, içiçe geçmiş parklarıyla Plantasyon(Planty) parkı bulunmakta. 15 ve 16yy’da Polonya Rönenansı döneminde Karakov’un ünlü Yahudi mahallesi Kazimierz’de bulunan sinagoglarla birlikte çok sayıda mimari eser inşa edilir. Sözü geçmişken, gezimizi kaldığımız Kazimierz bölgesinde sürdürelim. Burası, 2. Dünya savaşına kadar kentin toplam nüfusunun yaklaşık üçtebirinin, 60 bini aşkın Yahudinin yaşadığı Krakov’un bir diğer ünlü ve tarihi bölgesi. Bu nedenle bu bölge Yahudiliğin çok önemli dini ve sosyal merkezlerinden biri olarak kabul edilmekte. Halen ayakta olan ve Polonya’nın en eski sinagogu olan Eski Sinagog, Yahudi mimarisinin çok önemli örneklerindendir.
Bölgenin yakın tarihine biraz daha odaklaşalım dilerseniz. Nazi işgalinin ardından Krakov burada kurulan Alman Genel Hükümeti’nin başkenti yapıldıktan sonra, 12. yy’dan beri Kazimierz’de yaşayan Yahudi toplumu buraya yaklaşık 3 km. uzaklıkta olan duvarlarla çevrili Podgorze gettosuna sürülür. Almanlar, getto içinde çeşitli fabrikalar kurar. Binlerce Yahudi getto içinde ve dışındaki tesislerde karın tokluğuna çalıştırılır. Mart 1943’den sonra bir grup çalışmayı sürdürür, çalışacak durumda olmayan yaklaşık 2 bini sokaklarda öldürülür. Büyük çoğunluğu ise toplama kamplarına gönderilir. Chinatown ve Tess filmleriyle tanıdığımız ünlü sinema yönetmeni Roman Polanski de bu gettolardan kurtulan az sayıda kişiden biridir. 2002 yılında, kendi yaşam-öyküsünün aynası niteliğindeki "The Pianist- Piyanist"i çekti. II. Dünya Savaşı sırasında, Varşova'nın varoş sokaklarında yaşam savaşı veren bir adamın öyküsüydü bu (bu film, 55. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye Ödülü'ne layık görüldü). Roman Polanski’nin kuzeni oyuncu ve yazar Roma Ligocka’da gettodan kurtulan nadir kişilerdendir. Yıllar sonra, Schindler’in Listesi filminde de kahramanı canlandırılan, Kırmızı Paltolu Kız adlı anı romanını yazmıştır. Steven Spielberg’in 1994 yılında birçok dalda Oskar ödülü kazanan Schindler'in Listesi adlı filmi ise bir belgesel niteliğindedir. Bu dönemi ve bu gettoyu ekrana taşır. Zaten film burada, gerçek ortamında çekilmiştir. Filmin gerçek konusunu kısaca anımsatalım dilerseniz; II. Dünya Savaşı, Nazi Almanyası. Oskar Schindler Almanya'ya iş kurmak amacı ile gelir. Sunum yeteneği sayesinde birçok üst düzey Alman SS subayı ile dost olur. Bu sırada Yahudi Soykırımı başlamıştır. Schindler Krakov’da Nazilere emaye eşya üreten bir fabrika kurar. Fabrikanın bugünkü hali Fabrikanın girişinde sergilenen emaye eşyalar
Yardımcısı Itzhak Stern de bir Yahudidir. Belgelerde yaptığı değişikliklerle bir çok Yahudi'yi Alman savaş gücü için gerekli göstererek, fabrikaya alır ve toplama kamplarına gönderilmekten kurtarır. Daha sonra, gettolardaki Yahudiler, Krakov'un güneyinde inşa edilen Plaszow Toplama Kampına sürülür ve bu sırada Alman askerlerinin gettoları boşaltmasını bölgeye hakim bir tepeden izleyen Schindler, birçok Yahudi'nin öldürülmesine tanık olur. Özellikle Plaszow kampının komutanı ve diğer Alman subaylarıyla işbirliğine devam eder. Fabrika bir yandan kar amacıyla çalışırken, Schindler bir yandan da olabildiğince çok sayıda Yahudi'nin kurtarılması için çabalamaktadır. Kamp tasfiye edilip, tüm esirler Auschwitz'e sürülmeye başlanır. Schindler, her işçi için verdiği rüşvetle, kendi Yahudileri'ni Çekoslovakya’da kuracağı fabrikaya götürmesi için izin alır. Schindler'in fabrikasına götürülmek üzere trene bindirilen erkeklerin tümünün fabrikaya ulaşmasına karşın, kadınlar bir yanlışlık sonucu Auschwitz'e götürülür. Schindler kampın komutanına verdiği rüşvet ile kadınları kurtarır. Almanya'nın teslim olması ile beraber,halen bir Nazi partisi üyesi ve kendi deyişiyle köle işçilerden kazanç sağlayan bir kimse olduğu için Schindler, Sovyet askerlerinden kaçmak zorundadır. SS korumalarına, evlerine bir katil veya insan olarak dönmenin ellerinde olduğunu söyler ve askerler, esirlere dokunmadan fabrikayı terkederler. Birdiğer getto evinin bugünkü durumu Çoğumuz, soykırımın son durağı olarak Krakov’a yaklaşık 65 kilometre uzaklıktaki Auschwitz’i biliriz. 3 km ilerisinde ondan daha büyük bir alana kurulmuş ve sadece ölüm amaçlı olan bir diğer kamp vardı. Tren rayları... Ve sona eren yaşamlar... Bu kampın adı Birkenau’ydu. Buraları programımızdaki bir aksamadan ötürü göremedik. Ancak, acaba bu insanlık ayıbı ve dramını görmesek daha iyi olmaz mı diye de düşünmüştük başlangıçta. Bu nedenle çok üzülmedik gidemediğimize. *** Kazimierz için 12 yy’dan bu yana Yahudiler için de kutsal bir mekan demiştik. Nazilerin işgalinden önce 90 tane sinagog bulunmaktaydı bu bölgede. Günümüzde meydanı ve ünlü Szeroka sokağı ile gerek yerli halkın ve gerekse turistlerin uğrak yeri. Ünlü kozmotik markasını yaratan Helena Rubinstein bu sokakta, 14 numaralı evde doğmuş.
Ariel Restoranı aynı zamanda galeriye dönüştürülmüş. Geleneksel yemekleri yanında Yahudi halk şarkıları çalınmakta her gece. Steven Spielberg, filmi Schindler’in Listesi’ni çekerken sürekli bu restorana gelirmiş. Kentte işgalin ardından çoğunluğu tahrip olan birçok ünlü tiyatro bulunmakta. Ulusal Stary Tiyatrosu, Tarihi Juliusz Słowacki, Ludowy Tiyatrosu ve Krakowska Operası. Krakov çok çeşitli sanat ve kültür etkinliklerine de ev sahipliği yapmakta. Yıllık klasik, popüler müzik festivalleri, Krakov Film Festivali, Yahudi Kültür Festivali ilk akla gelenlerden. Nobel Edebiyat ödülünü alan Wisława Szymborska ve Czesław Miłosz yanında Yugoslavyalı yazar Ivo Andric’de Krakov’da yaşamışlar. Diğer ünlü Krakov’lular arasında ünlü sinema yönetmenleri AndrzejWajda ve belirttiğimiz gibi Roman Polanski de vardır.
Krakov yılda sekiz milyonu aşkın turist çekiyor. Nedeni yalnızca II. Dünya Savaşının en büyük ve merkez Toplama Kampları Auschwitz – Birkenau’nun bu bölgede olmasının yanında, dünyanın tek tuz madeni müzesinin – Wieliczka' nin da bu kentte olması. Krakov şehrinin 135 metre altındaki bu tuz ocaklarındaki heykeller şaşırtıcı güzellikte. Dini amaçla ve tamamen tuzdan yapılan heykellerin sayısı 100'ü buluyor. Yerin altında aynı zamanda bir katedral da var. Burada bir konser dinlemeniz de olası. Gezimizin sonunda Krakov’un birkaç özel çorbasından, Mayalanmış çavdar çorbası Zurek ve kırmızı pancardan yapılan taze yaz yemekleriyle soğuk olarak servis edilen bir diğer geleneksel çorbası Chlodnik’den sözetmeyi de unutmayalım.. Bir de elma suyundan yapılan içkisi Tatanka ve özel votkası zubrowka’dan!..
YorumlarAynur Ibrisim
{ 18 Kasım 2015 13:22:31 }
Sevgili Bulent; Nesrin'in bugun facebook'ta paylastigi yaziyi okumak istegi ile baslayan yolculuk senin yazilarinla bulusturdu beni.Yazdigin yazilarin neredeyse tamamini okudum.Faydali , doyurucu ve gerekli bilgilerle dolu yazilarin ,dunya ve hayat felsefenden izler tasidigi icin de ayrica bir lezzetlenmis.Ismini Ayorum'daki diger saygin yazarlar arasinda gormek beni cok gururlandirdi.Cicekleri renkli,kuslari mutlu,vicdanlari tertemiz,iyi kalpli,guleryuzlu insanlarla dolup tasan bir dunyaya yazman ve hep yazman dileklerimle ...
Mehmet Yavuz
{ 01 Eylül 2010 02:22:48 }
Slm Bulent , tesadufen buldum burayi. Tanidigim birkac arkadas daha varmis burada. Artik devamli girerim yazilarinizi okumak icin. Saygilarimla. Gold Coast tan Mehmet:)))
pınar özkan
{ 29 Kasım 2009 03:49:29 }
Czeslaw Milosz Polonya edebiyatının en ünlü ismiydi. Gençliğinde sol görüş olduğu için muhalif diye mimlenen Milosz, kominist Polonya hükümetiyle anlaşmazlığa düşmüş ve ülkesiyle bağlarını koparmıştı. 2004 yılında hayata veda ettiğinde geride şiir, roman ve deneme gibi alanlarda kaleme alınmış kırktan fazla eser bırakmış, T. S Eliot, Shakespeare ve Baudleaire gibi isimleri lehçeye kazandırmıştı.
Polonya'ya olan büyük bağlılığına rağmen hayatının önemli bir kısmını sürgünde yaşadı. 1980 yılında Nobel edebiyat ödülü aldığında kimliğinde Amerikan vatandaşı yazıyordu. Doksan üç yaşında öldüğündeyse yıllarca ayrı kaldığı Polonya'sında Krakov kentindeki evindeydi, ait olduğu topraklarda.... "Sen kurtaramadığım insan dinle beni. Anlamaya çalış bu yalın sözleri, başka türlüsünü söyleyemediğim için. Yemin ederim ki söz büyücülüğü yok bende. Bir bulut ya da ağaç gibi sesleniyorum sana. Şiir nedir ki, ulusları ve insanları kurtaramıyorsa eğer? Resmi yalanlarla dolu bir suç ortaklığı, Biraz sonra boyunları vurulacak sarhoşların söylediği bir türkü, Lisesi toy kızların okuma ödevi. Eskiden darı ya da gelincik tohumu serperlerdi mezarlara. Kuş kılığında dönecek ölüleri beslemek için. Buraya bu kitabı bırakıyorum bir zamanlar yaşamış olan sana Bizi bir daha aramayasın diye.... Çev Cevat Çapan ve Okay Gönensin nihat ziyalan
{ 18 Ekim 2009 05:00:45 }
ELİNE SAĞLIK
Diğer Sayfalar: 1. sevgili bülent ibrişim, ayorum'a hoşgeldin. sayende krakov'u gezmiş gibi oldum. lütfen yazılarını sürdür ve bizlere gezdiğin yerleri anlat. dostlukla. nihat ziyalan
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|