A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Kozmosdan Tanrıya (5)

Kategori Kategori: Merkezli Düşünme | Yorumlar 3 Yorum | Yazar Yazan: Metin Bobaroğlu | 14 Eylül 2009 23:14:17

Hegel dedi ki birbirine dönüşmeyen son sınıflama olarak ele alınan kategoriler aksine birbirine dönüşürler ve birbirinden türetilirler. İşte o türetme bilgisi Aristo'nun tözünü hareketli bir töz haline getirdi felsefede. Kant'ın dediği gibi biz bir filozofu onun kendini bildiğinden daha iyi bilebiliriz, çünkü ondan sonraki gelişmelerle bakıyoruz ona.

Bu ayrım niyetle ya da düşünce ile düşüngeme arasındaki ayrımdır. Düşünce artık ona rağmen var, çünkü ben gidip Aristo ile buluşup; “sen bunu mu demek istedin bana bir anlatsana” diyemiyorum. Eseri önümde, o zaman eserde denen bu. Oriegena bunu derken ister istemez Aristo’nun tözüne tanrısallığı yüklemiş oluyor. Halbuki Aristo’nun tözü de tikeller üzerineydi, bütün tümelleri bir tikele yüklemekti onun derdi. Genel bir töz olarak düşünmüyordu, tek tek nesnelerin her biri bir tözdür. Oriagena ise “tümeller ancak bir tümele yüklenirler, tikele yüklenemezler; çünkü tikelin üzerindeki tümel sınırlanmıştır, tikelleşmiştir” diyor.
 
Aynı kategoriler nesneyi bilmek için sonsal belirlemelerdir. Onlar aynı zamanda birbiriyle ilişkili ve geçişli. İlişkiye artık o nesnenin niyetidir denemez, ama onu anlamlı kılandır diyebiliriz; o zaman niyet erekselliğe yönelik demektir. Her şeyin bir maksadı vardır. Felsefi düşünme ile soruna bakarsak; hayır, bir gaye söz konusu değildir demek gerekir. Bir nesne olanakları ve yetenekleri kapsamında ilişkiye girer, işte bu ilişki de onu anlamlı kılacaktır. O zaman cosa-finalis yerine cosa-efekt kullanacağız. Etker neden diyeceğiz, sonsal neden değil.
 
Bu durumda da pozitivizmin getirdiği bir anlamsızlık karşımıza çıkacak: İnsanı neyle tanımlayacağız? İlişkileri ile. İlişkiler, ki bunlar sonuçta pozitivist anlamda somut ilişkilerdir. Bu anlayış insanları bir makine haline getiriyor. Mekanik ilişkilerin insanı ne hale getirdiğini Kuzey ülkelerinde görebiliyoruz: Kendini makine gibi algılayan insan bunun psikozlarını yaşamak zorunda kalıyor:  İntihar, sekse abanma, uyuşturucu kullanma, alkolizm ve şiddet istatistik olarak oldukça yüksek düzeyde yaşanıyor. Halbuki ileri teknolojinin ve yüksek refahın bunları kaldırıp bir yana atması umulurken giderek çoğaldığı görülüyor. Bunun nedenlerini psikiyatri sorguluyor ve sonuçta anlamsızlığı buluyor. Postmodernizmin üzerine gittiği konu aslında bu; anlam arayışı, ama bu anlayış referansları tüketilmiş bir geçmiş anlayışı ile davranıyor, problematik yine önümüzde çözümsüz olarak duruyor; yani ne demek; dine dönemiyor tüketmiş, eleştirmiş…
 
Peki ne olacak? Anlamsızlık, bir umut olarak kaldı. St. Paul’un dediği gibi; üçleme yapıyordu. Neydi üçleme? İman-Ümit-Sevgi: Orada ümit, Mesih dedikleri, ümit biter mi? Bitmez.  Mesih de o zaman hiçbir zaman gelmez. Yani bir düşünce, bir hareket, bir ideoloji, bir birey, bir inanç her neyse gelir etkisini yapar ama olumsuzlanır, çünkü ümit bitmez: O zaman buna eskatoloji denir, yani Mesih’in sürekli gelecekte bulunması. İnsan kendi kurtuluşunu geleceğe yansıtır, ümit olarak. Bu durumda da “ümitsiz insan anlamsızdır” vargısı ortaya çıkar, “ümit insanın anlamıdır” demek gerekir. Ama materyalizm buna son derece ciddi bir şekilde saldırır der ki; “ümit fakirin ekmeği, umar ha umar”. Bu eleştirileri daha sonra felsefenin çağdaş boyutunda yapacağız.
 
St. Anselmus “Monologia” adlı yapıtında dogmacılıktan kurtularak tanrının varlığını akıl yoluyla kanıtlamak için çok uğraşır. Dogmayı yenmek: Bakın şimdi karanlık çağdan söz ediyoruz. Nasıl karanlıksa? Kendi azizi kendi iç yapısında bakın neleri sorguluyor? Dogmayı kabul etmiyor, özgürlük arıyor; bunların anlaşılır olması lazım, akıl için anlaşılır değilse biz bunları kabul edemeyiz, diyor.
 
Felsefeyi sürekli kullanıyorlar dikkat edin. Ortaçağa “karanlık” deniyorsa ki ben hamilelik dönemi olarak algılıyorum(doğum karanlıktan aydınlığa doğrudur), çünkü daha sonra Rönesans’ı doğuracak olan bunlar. Şimdi radikal olan bir inanca radikal bir karşı koyuş onu güçlendiriyor. O zaman savaşım kaçınılmazdır, birbirini yok edecek, hangisi hangisini yok ederse.
 
Buna diyalektik diyorlar. Diyalektik aslında böyle mi bilmiyorum, bu düalitenin kapışması mı yoksa? Diyalektik, karşılıklı bağıntılılık ilkesini de içerir, sadece savaşımını değil. Karşılıklı bağıntılılık ilkesini Anadolu Tasavvufunda da derinlemesine göreceksiniz, hiçbir şeyi karşısına almaz, savaşmaz, onu aklın önüne koyar, eritir, tüketir. Dikkatinizi çekerim, bakın; Kapadokya bölgesi merkez olmak üzere Anadolu’da karşılaşan kültürlerde Horasan Erenlerinin gelip yerleşmesinden sonra hiçbir kavga, gürültü, çatışma, birbirlerini doğrama olmamıştır. Bu insanlar buharlaşmadılar ya, üstelik orada bir kültür yarattılar ve birlikte yaşadılar. Sonra o kültürün ürünü olan teoriler ozanların dilinde gönüllere hitap eden büyük sanatsal, felsefi üretimler yaptılar. Bu zenginliği, bu muhteşem güzelliği fark etmek lazım.
 
St. Anselmus dogmalara karşı sizin aklınızla değil, öyle bir akıl olmalı ki herkes bağımsızca akıl yürüterek kabul edebileceği bir sonuç olmalı, sizin sadece tikel aklınızla ileri sürdüğünüz olmamalı, diyor. St. Anselmus, “Tanrı adaletin, iyilik ve mutluluğun kendisidir” diyor. Burada da bir başkaldırı var, bu da çok ilginç: Kilise baskısıyla mutsuz olan insan bu önermeye sarılarak baş kaldırıyor. Hıristiyan düşüncesi “kiliseye katılmak tanrının bedenine girmektir” diyor, cemaati İsa’nın bedeni olarak kabul ediyor. Bu durumda kafalarda şu soru uyanıyor: “Eğer tanrıyla birlikteysem, kilise beni tanrıyla bitiştirdiyse, o zaman “İsa’nın bedenine girmek mutluluğa kavuşmak olmalı, peki ben niye sıkıntıdayım hala”, deyiveriyor Anselmus. O zaman tümeller sadece düşünsel değil, adalet, iyilik, bilgelik ve mutluluk da birer tümeldir, bunlara da kavuşmalıdır insan. Sadece tanrıyı kutsamak, yüceltmek, düşünsel yüceltmek değildir mesele; asıl önemli olan ondan pay almaktır.  
 
Anselmus, tanrı bir öz olduğu için vardır diyor (tözden öze geçtik). İşte buradan giderek enel-hak düşüncesi doğacak. Tanrı töz demek öznenin dışında bir varlık, ama düşünülebilir, akıl edilebilir bir varlıktı anlamına geliyor. Şimdi biri çıkıyor tanrı bir özdür diyor. Peki, neden böyle? Çünkü sonuçta doğanın içinden çıkan bütün öbür nesneler gibi doğada bir de insan var, üstelik tanrıyı da kavrayan bir varlık. Bu durumda da tanrı saf töz olamaz aynı zamanda özdür. Hatta daha çok özdür ve tözlere yansımıştır. İşte bu düşünsel yolculukta,  bu bağlamda insana kadar gelmiş olduk.
 
Tanrı bir öz olduğu için vardır ve üçleme, yani teslis bu bakımdan bir benzetme ve simgeden başka bir şey değildir. Bu ilginçtir. Üç tane büyük aziz, üçlemeyi (teslisi) somut olarak kavramayı yadsıyorlar. Böylece düşünmenin yolunu açıyorlar; tenzih, yani soyutlama yaparak. O somut bir şey değildir, düşünme öğesidir deyiverdiğiniz zaman düşüncenin önünü açıyorsunuz. Eğer o somuttur derseniz putlaştırma, putperestlik vs. dedikleri duruma düşersiniz. Somut hale getirdiniz mi düşünmenin önü yok, artık inanmadan başka bir şey yapamazsınız… Bakın felsefenin nakış gibi işlendiği bir dönem, müthiş şeyler yapılıyor yani.
 
Anselmus “Gerçek Üstüne” adlı yapıtında yeni Platonculuğun etkisiyle bütün gerçeklerin tanrı varlığında yoğunlaştığını, birliğe ulaştığını ileri sürmüş, çoklukta tekliğin bulunduğunu ortaya atmıştır. Bu görüşte açık bir panteizm görülmektedir. Böylece giderek tanrı tanımlarına doğru gidiyoruz.
 
Teizm, deizm, panteizm, panenteizm, ateizm, antiteizm, antipanteizm, hepsinin antisi de var. Antilerini koymak kaydı ile bu kavramları incelemek için yola çıktık. Şimdilik bu ortaçağdaki düşünce hareketlerini beraber yaparsak daha verimli bir yol izlemiş oluruz diye düşünüyorum. Tanımları tek tek vermek didaktik olur, onun yerine nasıl sorgulama yapılmış, hangi sorunsallarla yüzyüze gelinmiş ve nasıl ele alınmış, bunun yollarını ortaya koymaya çalışıyoruz.
 
Örneğin; birisi “ben tanrı tanımam” diyor, iyi de hangisini tanımıyorsun? Bir tanımla bakalım şunu. Diyelim ki teizmi tanımlıyor. Peki, deist diye bir kavram var, ona ne diyorsun? Bakın burada ne oluyor, tanrının olumlanması ya da olumsuzlanması hiç önemli değil, olumlama ya da olumsuzlamadaki tenzihi biz bir eksen kaydırmayla başka bir referansa geçişini yapıyoruz, hangisini? Ne demek hangisini, tanrı bir tane değil mi? Hani inanmıyordunuz, şimdi bir tane mi oldu? Burada yapmak istediğimiz, inandığının kavrama dönüştürülmesi, bilince yükseltgenmesi. Önemli olan bu, çünkü böylece düşünce kendi içinde bir bütünlük kazanır, başka bilinçler önünde ele alınabilir ve değerlendirilebilir olgunluğa erişmiş olur.
 
Bu olgunluk bilincin kendi üzerine dönmesi,  kendi kendini ele alması, kendi aklına konmuş ipotekten kurtulması demektir. Bu birinci olumluluktur.  İkincisi ise sağaltımdır: Çok iddialı bir şey söylüyorum belki ama bir insanın idefiksleri, inançları akla yükseltgendiğinde çözülürler ve psişik sağaltıma uğrarlar. Daha önce önüne ket vurulmuş olan düşünce önüne konulan dogmalardan, inançlardan kurtulma yolunu bulmuş olur. Burası önemli bir nokta, vurguyla söylemek istiyorum, çünkü bu aşamada felsefe ile psikoloji ve psikiyatri bir araya gelir ki, çok önemli bir işlevdir.
 
                          
 
Not: “MERKEZLİ DÜŞÜNME: KOZMOSDAN TANRIYA” başlıklı metinler, felsefi bir metin değildir, bir konuşma metnidir yani çözümlenmiş konuşmadır bu nedenle bir sohbet olarak ele alınmalıdır.

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 3 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

ümit yılmaz { 11 Ekim 2009 00:57:12 }
yorum yapmak için fazladan hiç bir söze gerek yok,makaleler kendilerini zaten ortaya koyuyor,sadece Metin beyi tebrik etmek gerekir
mustafa alagoz { 22 Eylül 2009 23:55:09 }
Bilgi düşüncenin gıdasıdır, Anlayış düşüncenin bahçesi, Düşünce ise bu bahçenini çiçekleri. Hz. Mevlana'nı şu sözü zamana aşkın bir hakikatin ifadesi; "ey insan sen bir düşünce varlığısın gerisi et ile kemik"

Yaşamımıza birebir etki eden şeyler doğal olarak bizi daha çok uyarır ve dikkatimizi kendine çeker. Acıkırsınız bunu hemen duyumsarsınız ve onu giderecek çareler ararsızın. Evsiz kalır ev arar, kimsesiz kalır insan ararsınız. Ama kendinizden mahrumsanız, kendinize uzaksanız ne olacak? Dahası modern yaşam insanı hergün kendinden daha da uzaklaştırma yönünde kışkırtıp dururken, kendimizden ayrı kalıp gurbet ellerde hüsran içinde yaşamaya iterken.

Yaptığınız tüm etkinlikler doğal gereksinimlerin uyaranlarını karşılamaksa; bunu hayvan ve bitki tüm canlılar yapıyor. Yani bu düzeyde sadece doğal bir varlığız demektir: "Nefs hayvanı". Bu aşamaya kurgul felsefede "duyusal bilinç" aşaması deniyor; "Tinsel Hayvanlar Ülkesi" (Hegel). "Olsun, ne var bunda" deyip yan gelip yatabiliriz. Orada kalabilsek sorun yok, ama şu düşünme enerjsi sürekli sağa sola yönelip arayışlara girmese, bir türlü yerinde durmayan yaramaz çocuk gibi her şeyi kurcalamasa sorun yok.

Yan gelip yatar ya da içimizdeki şu; Âdem'e secde etmeyen şeytana uyup yaşayabiliriz. Öte yandan bu şeytanı, şeyi tan etmekten alıkoyup içimizdeki bütünlüğü açığa çıkarma, donanımlarımız, yetilerimiz yoluyla kendi kendimizi "emin beldeye" de taşıyabiliriz.

Duyusal ve dürtüsel tüm gereksinimler karşılandığında doyum bulursunuz, tatmin değil. Doyum bulmak bedensel ve doğasal gereksinimlerin karşılanması ile geçici olarak duyumsadığımız hazdır. Sınırlıdır, kendini tekrarlama biçimindedir ve mekaniktir. Aynı zamanda da asli varlığımızın bizi zorladığı; ne olduğumuz, anlamımız nedir gibi içimizden kabaran uyarıları örtmeye de yarar. Bu içsel zorlama ayrımsız her insanda vardır. Ve insan bundan dolayı sürekli bir gerilim altında bulunur; kuşku, korku, öfke, sabırsızlık gibi duyumsamalar bu gerilimin gerçekleşme biçimleridir.

En temel, varoluşsal kutuplarımız bunlar; verilidirler, yani bize rağmen bizim içimizde etkindirler. Bu kutupsallık, felsefe de diyalektik denilen yasalılığın içimizdeki karışığıdır. (Kadim bilgelikte CEDEL dedikleri hakikat)

Bu yazı insanın hem meşekkatli, hem zevkli derdinin tarih boyunca nasıl seyir ettiğini gözler önüne seriyor. Yazılar ikna etme, kendini kabul ettirme kaygısı taşımadan yazıldığında çok daha sevimli oluyorlar. Zihinsel bilgi üzerinden ilişki kuran insanlar, fikir alış-verişi yapanlar bu iddialaşmadan kolay kolay kurtulamazlar. Çünkü bildikleri ile kendilerini özdeşleştirip bunu bir kişilik sorunu haline getirirler. Ama emekle, tefekkürle, deneyimle erişilen gerçeklikler kendilerini kabul ettirmek için bir iddiada bulunmaya gereksinim duymazlar. Onlar deneyimlerine dayanarak kendilerinden emindirler (emin belde). İnsanlara akıl vermek, didaktik davranmak yerine, "ben bir yol izledim ve bunları deneyimledim, bunlara şahit oldum. Dene sende göreceksin, hem de kendine özgü yollardan, kendi özgünlüğünü ortaya koyacaksın" gibi bir tutumla. Yazıdaki şu söylemler bu anlayışı dile getiren örnekler:

"Burada yapmak istediğimiz, inandığının kavrama dönüştürülmesi, bilince yükseltgenmesi. Önemli olan bu, çünkü böylece düşünce kendi içinde bir bütünlük kazanır, başka bilinçler önünde ele alınabilir ve değerlendirilebilir olgunluğa erişmiş olur."

"Bu olgunluk bilincin kendi üzerine dönmesi, kendi kendini ele alması, kendi aklına konmuş ipotekten kurtulması demektir."

"Daha önce önüne ket vurulmuş olan düşünce önüne konulan dogmalardan, inançlardan kurtulma yolunu bulmuş olur. Burası önemli bir nokta, vurguyla söylemek istiyorum, çünkü bu aşamada felsefe ile psikoloji ve psikiyatri bir araya gelir ki, çok önemli bir işlevdir."

Engin gönüller, şefkatli anlayışlar, paylaşımcı-umut verici emekler hep olagelmiştir. Bu emkler ve onları paylaşıma sunanlar oldukça, insan minnet duymaktan, hayata güvenmekten uzak kalır mı hiç?


Hulusi Akkanat { 19 Eylül 2009 11:13:52 }
Gerçekten de kabuğundan çıkan varlık, karma varlık düşlemleri uyandırır. Bu da yalnızca yarı insan, yarı balık bir varlık değildir. Yarı ölü,yarı diri varlıktır; daha da aşırıya kaçırılırsa, yarı taş, yarı insan varlıktır. Medusalaştırıcı düşlemin tam tersidir bu. İnsan, taştan doğar. Devinmeden duran, düşlemi uyandırmaz; kabuk terk edilecek bir kılıftır!
Bir eylemi, dilbilgisel türetmelerle, tümdengelimlerle, tümevarımlarla hissedemeyiz. Fiiller de adlar gibi donup kalabilir. Fiilleri imgeler yeniden harekete geçirebilir yalnız.
Kabuk izleği konusunda imgelem, küçük ve büyük diyalektiğinin dışında, özgür varlık ve zincire vurulmuş varlık diyalektiğini de işler: Zincire vurulmuş bir varlıktan neler beklenemez ki!
Görmek isteriz, ama görmekten de korkarız. Her türlü bilginin duyumlanabilir eşiği de budur işte. Bu eşiğe vardığında, içimizde uyanmış olan ilgi dalgalanmaya başlar, bulanır, sonra o noktaya geri döner.
Gerçeklik yanı başlarında durup yatıştırmadığında, düş kurduğumuzda, korku ile merak arasındaki dalgalanmalar nasıl da artar.
Hızla, kararlılıkla açılan çiçek, bize bir bağış sunar sanki, dünyanın bir bağışıdır çiçek.
Güzel de, uç duruma taşınmış bu imgelerin apaçık dinamizmi neden kaynaklamıyor? Bu imgeler, gizli ile belirginin diyalektiği içinde canlılık kazanır. Gizlenen varlık, yeniden kabuğunun içine gire varlık, bir çıkış hazırlar. Bu, gömülen bir kişinin dirilmesinden uzun süre ağzını açmamış bir insanın birden konuşmaya başlamasına varıncaya kadar, bütün eğretileme ölçeklerinde geçerlidir. Öyle görünüyor ki, yazında belirlenmeye giden imgenin merkezinde kaldığımızda, kendini kabuğunun hareketsizliğinde saklayan varlık, geçici varlık patlamalarına, varlık anaforlanmalarına hazırlanmakta. En dinamik kaçışlar, tembel varlığın, başka bir konuma geçip tembelliğini sürdürmek istediği, yumuşak bir tembelliğe gömüldüğü durumda değil de, varlığın sıkıştırıldığı durumlarda gerçekleşir.
Kabuklara bürünmüş kurtlar, ortalıkta dolaşan kurtlardan daha acımazsızdır.

Kadim candostumun gönlüne sağlık, saygı ve sevgilerimle
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git