|
|
Latin Amerika: Ekonomik kriz zamanlarında sosyal hareketlerKategori: Araştırma | 0 Yorum | Yazan: A Yorum | 27 Ağustos 2009 23:59:32 Uzun süreli ve derin dünya ekonomik durgunluk/bunalım dönemlerinin en göze çarpıcı özelliği, çalışan ve orta sınıfların, kitlesel işten çıkarılma, maaşlarda ve sağlık, emeklilik haklarındaki büyük kesintiler ve ev hacizleri karşısında göreceli ve mutlak olarak edilgen kalmalarıdır. 20 ve 21 yy. tarihi boyunca hiçbir ekonomik kriz bu kadar çok işçi, memur, küçük işletmeci, köylü ve uzman kesime bu kadar cılız halk protestosuyla kayıp verdirmemişti.
Neden bu kadar az halk gösterisinin organize edildiğine dair bazı kesin olmayan varsayımları ileri sürmek için bu ekonomik bunalımdan önceki tarihsel-yapısal olguları incelememiz gerekiyor. Daha özel olarak, sosyal ve politik organizasyonlara, işçi sınıfının önderliğine, emeğin yapısındaki dönüşüm ve onun devlet ve piyasa ile olan ilişkisine yoğunlaşacağız. Bu sosyal değişiklikler, egemen sınıfın 1980’lerden gelen başarılı sosyo-politik savaşım süreçlerine, komünist refah devletinin yıkılışına ve devamında eski komünist ülkelere emperyalist sermayenin derinlemesine girişine dayanıyor. Batılı sosyal demokrat partilerin neoliberalizm ile uyumlaşması ve sendikacıların neoliberal devlete itaati, işçi sınıfı temsiliyetinin ve etki alanının düşüşünde önemli katkılar olarak görülmektedir. Emek örgütlenmesinin, sınıf mücadelesinin ve sınıf ideolojisinin düşüşünü, büyük ekonomik-politik yenilgi ve anti-kapitalist alternatiflerin sisteme yedeklenme süreci içerisindeki genel çerçevesini çizerek ilerleyeceğiz. Güncel dünya ekonomik bunalımına yol açan kapitalist patlama ve gelişme dönemi, işçi sınıfının edilgenliğinin ve acizliğinin stratejik yapısal ve öznel belirleyiciliğini saptamak için zemin hazırladı. Son bölümde, sendikaların ve sosyal hareketlerin zayıflık probleminin derinliğine ve bunun politik sonuçlarına yoğunlaşacağız. Ekonomik bunalımlar ve işçi ayaklanmaları tarihi: ABD, Avrupa, Asya ve Latin Amerika 20. yy ve erken 21. yy ekonomik krizler ve çöküntüler sosyal tarihi, büyük oranda sağlı sollu işçi sınıfı ve halk ayaklanmalarıyla yazıldı. 1930’lardaki dünya bunalımının etkileri ve emperyalist-sömürgeci savaşlar, İspanya’da (iç savaş), Fransa’da (genel grevler, halk cephesi hükümeti), ABD’de (fabrika işgalleri, endüstriyel sendikalaşma), El Salvador, Meksika ve Şili’de (ayaklanmalar, ulusal-halkçı rejimler) ve Çin’de (komünist-ulusalcı, anti-sömürgeci silahlı hareketler) büyük ayaklanmaları harekete geçirdi. Diğer birçok ülkedeki kitlesel ve silahlı halk ayaklanmaları bu ekonomik buhrana karşı bu rolü oynamanın çok ötesinde yanıt olarak ortaya çıktılar. II. Dünya Savaşı sonrası dönem, Avrupa imparatorluklarının çöküşü sonucu, emperyalist savaşların yolaçtığı büyük insanlık ve ulusal fedakarlığa yanıt olarak yükselen işçi sınıfı ve anti-sömürgeci hareketlere tanıklık etti. Avrupa çapında, sosyal ayaklanmalar, doğrudan kitlesel eylemler ve işçi sınıfı partilerinin seçim başarılarının tekrardan ortaya çıkışı, ‘kırılan’ kapitalist sistem karşısındaki başlıca tarz idi. Asya’da Çin, Çin-Hindi ve Kuzey Kore’deki kitlesel sosyalist devrimler oralardaki sömürgeci güçleri defettiler ve yüksek bir enflasyon ve kitlesel işsizlik dönemine rağmen yerli işbirlikçileri yenebildiler. 1960’lardan 1980’lerin ilk yıllarına uzanan ekonomik duraksamalar dönemi işçi sınıfı ve halk kesimlerinin işyerlerinin kontrolü, yüksek yaşam standartları ve işveren güdümlü karşı saldırılar karşısında büyük başarılarına tanıklık etti. Latin Amerika’daki ekonomik krizler ve sosyal ayaklanmalar Latin Amerika da Dünya Ekonomik Bunalımı ve II. Dünya Savaşı sırasında dünyanın geri kalan bölümündekine benzer krizler ve başkaldırıları yaşadı. 1930-40’larda Küba, El Salvador, Kolombiya, Brezilya ve Bolivya’da ortaya çıkan devrimci ayaklanmalar bastırıldı. Aynı zamanda, Şili’de komünistlerin, sosyalistlerin ve radikallerin ittifakından oluşan bir hükümet, Brezilya’da (Vargas), Arjantin’de (Peron) ve Meksika’da (Cardenas) popülist-ulusalcı rejimler ortaya çıktı. Batı ve Doğu Avrupa’da olduğu gibi, Latin Amerika da Meksika, Arjantin, Brezilya, Bolivya ve diğer yerlerdeki merkez sol ve popülist rejimlere muhalefet olarak ortaya çıkan sağcı kitle hareketlerinin yükselişine tanık oldu (‘sosyal hareketleri’ inceleyen çoğu öğrencinin gözünden kaçan tekrarlanan bir fenomen olarak). Latin Amerika ‘krizleri’nin görünüşleri kroniktir; patlamaya hazır tarım ve hammadde ihracına dayalı klasik ‘büyüme ve batma’ döngüsü ve uzun kronik durgunluk dönemleri tarafından kesintiye uğrayan bir kendini tekrardır. Kore Savaşını müteakip ve Washington’un küresel imparatorluk inşa projesini (yanlış bir şekilde adına ‘soğuk savaş’ denmiştir) ortaya atışıyla birlikte ABD bir taraftan birçok ‘sıcak savaş’a (Kore-1950-1953 ve Çin-Hindi- 1955-1975), aleni ve gizli askeri darbelere (1954’de İran ve Guatemala’da) ve askeri işgallere (Dominik Cumhuriyeti, Panama, Grenada ve Küba’da) girişirken diğer taraftan da aynı zamanda Küba’da (Batista), Dominik Cumhuriyeti’nde (Trujillo), Haiti’de (Duvalier), Venezüella’da (Perez-Jimenez), Peru’da (Odria) ve birçok başka ülkede vahşi askeri diktatörlüklere arka çıkıyordu. Diktatoryel yönetimin, açık ABD işgallerinin, kronik durgunlukların, derinleşen eşitsizliğin, kitlesel yoksulluğun ve kamu hazinesinin yağmalanışının birleşik etkisiyle, bir dizi halk ayaklanması, gerilla hareketleri ve genel grevler, en başta Küba’daki sosyal devrim olmak üzere, birçok ABD destekli diktatörlük alaşağı edilmesine yol açtı. Brezilya’da (1962-1964), Bolivya’da (1952), Peru’da (1968-1974), Nikaragua’da (1979-1989) ve başka yerlerde ulusalcı başkanlar, stratejik ekonomik sektörleri kamulaştırarak, toprakları yeniden bölüştürerek ve ABD egemenliğine meydan okuyarak iktidara geldiler. Buna paralel olarak gerilla, köylü ve işçi hareketleri 1960’lardan 70’lerin ilk yıllarına kadar kıtanın her tarafına yayıldılar. Bu, ekonomik durgunluğa, emperyalizme, militarizme ve sosyal sömürü-dışlanmaya karşı ayaklanmanın tepe noktası Şili’deki sosyalist hükümetin iktidara gelişiydi (1970-73). Halk hareketlerinin gelişmesi ve seçim kazanımları, Küba, Grenada ve Nikaragua hariç yine de ne kesin bir zafere yol açtı (devlet iktidarının alınması) ne de kapitalizmin krizini çözdü (kronik ekonomik durgunluk ve bağımlılık kilit problemini). Temel kaldıraçlar yerli ve yabancı ekonomik elitlerin ellerinde kaldı ve ABD Latin Amerika’nın askeri ve istihbarat servisleri üzerindeki kesin kontrolünü tutmaya devam etti. ABD destekli darbeler (1964/1971-76), ABD askeri işgalleri (Dominik Cumhuriyeti 1965, Grenada 1983, Panama 1990, Haiti 1994, 2005), vekil paralı askerler (Nikaragua 1980-1989) ve sağcı sivil rejimler (1982-2000/2005) sosyal hareketlerin kazanımlarını tersine çevirdi, ulusal/popülist ve sosyalist rejimleri devirdi ve oligarşik troykaların egemenliğini restore etti: agro-mineral elitler, ‘generaller’ ve çokuluslu şirketler. ABD işbirlikli egemenlik, oligarşik politik başarılar ve ulusal zenginliğin ciddi bir şekilde kişisel yağması ekonomik patlama ve çökme süreçlerini hızlandırdı ve derinleştirdi. Bütün bu ABD yönetimindeki karşıdevrimci oligark elitin restorasyon sürecinin vahşi baskısı, 1970’lerin ortasından 1990’ların başına kadarki dönemde, Orta Amerika’yı istisna olarak alırsak, halk isyanlarının az sayıda gerçekleşmesini sağlayabildi. Sivil yönetim, neoliberalizm, ekonomik durgunluk ve yeni sosyal hareketler Uzun süreli durgunluk, halk mücadeleleri ve diktatörlük tarafından oturtulan gerici yapısal değişiklikleri korumak için muhafazakar sivil politikacıların istekliliği, askeri yöneticilerin geri çekilişini hızlandırdı. 1980’lerin sonunda Uruguay, Brezilya, Şili ve Arjantin’de sivil yöneticilerin gelişi, neoliberal politikaların hızla yoğunlaşmasını beraberinde getirdi. Bu ‘Washington Konsensüsü’ olarak telaffuz edildi ve Baba Bush’un Yeni Dünya Düzeni’nin önemli bir tümleyeniydi. Yeni neoliberal düzen durgunluğa çare olamadığı gibi, binlerce kamu kuruluşunun yağmalanmasını, onların özelleştirilmesini ve yabancı şirketlere satılmasını kolaylaştırdı. Aynı zamanda, kazançların, faiz ödemelerinin, kar paylarının kitlesel kaçışı ve çalışan kesimler üzerindeki sömürünün ve yoksullaşmanın artışı, 1990’lar boyunca gelişecek ‘Yeni Sosyal Hareketler’in ortaya çıkışına yol açtı. Sosyal hareketlerin ve sendikaların baskılandığı askeri diktatörlüğün egemenliğinin sürdüğü ve daha sonrasındaki neoliberal rejimler döneminde, hükümet-dışı organizasyonlar (NGO’lar; Sivil Toplum Kuruluşları, STK’lar) serpildi. ‘Özel’ kuruluşlardan STK’ların hesaplarına milyarlarca dolar para aktı. Daha sonra, Dünya Bankası, ABD ve AB uluslarası kuruluşları STK’ları kendilerinin karşı-ayaklanmacı stratejilerinin bir bütünleyicisi olarak gördüler. Feminist, çevreci, iç dayanışma grupları ve mikro-endüstri organizasyonlarından oluşan STK’ların içine yerleştirilen teorisyenler, yapısal değişiklikler, sınıf, anti-emperyalist mücadeleler meselelerini, varolan devlet iktidarı yapılarıyla işbirliği lehine sorgulamaktan kaçındılar. STK yöneticileri, kendi organizasyonlarını, pratik olarak, yeniden ortaya çıkan sınıf temelli anti-emperyalist, yerli, köylü, topraksız işçi ve işsiz hareketlerini küçümsemek için ‘yeni sosyal hareketler’ olarak tanımladılar. Oysa [STK’ların küçümsemeye çalıştığı] bu sınıf temelli hareketler, kendi doğal kaynaklarının emperyalistler tarafından yağmasına ve açgözlü neoliberal rejimlerin tam desteğini alan güçlü elitlerin tarım ve hammadde ihracı sektöründeki açık toprak gasplarına karşı bir cevap olarak ortaya çıktılar. 1990’ların sonlarına doğru, Latin Amerika’daki neoliberal yağma son haddine ulaştı: on milyarlarca dolar kelimenin tam anlamıyla hortumlandı ve uluslarası bankalara transfer edildi -özellikle de Ekvador, Meksika, Venezüella ve Arjantin’den. Devlete ait 5 binin üzerinde kâr getiren, başarılı işletme, rüşvetçi rejimler tarafından gerçek değerinin çok altında fiyatlarla seçkin ABD ve AB işletmelerinin ve yerli ortaklarının ellerine geçmek üzere ‘özelleştirildi’. Latin Amerika’nın en büyük ekonomilerinin açık bir şekilde yağmalanmasını takiben yaşanan öngörülebilir ekonomik iflas ve kriz, Ekvador’da (üç kez), Arjantin’de (üç başarılı kez) ve Bolivya’da (iki kez) iktidara seçim yoluyla gelmiş neoliberal yönetici ve yönetimleri alaşağı eden halk ayaklanmaları dalgasını yarattı. Ek olarak, kitlesel halk ayaklanması ve onunla ittifak yapan ordunun anayasalcı kanadı başkan Chavez’i tekrar iktidara getirdi. Bu dönemde kitlesel hareketler gelişti ve bu hareketlere sadık kalacağını vaat eden, neoliberalizmi kınayan birçok merkez-sol politikacı başkan seçildi. Derin ekonomik kriz ve neoliberalizmin reddi, sosyal hareketlerin ortaya çıkışını Latin Amerika politikasının şekillendirilmesinde en önemli oyuncu olarak belirledi. Ortaya çıkan ana hareketler, bir dizi yeni aktörü içeriyor ve yapısal değişikliklere öncülük eden sendikacıların nüfuzunu azaltıyordu. 1999-2003 krizi: ‘Neoliberalizmin çöküş dönemi’nde önemli sosyal hareketler Latin Amerika’nın çoğu ülkesindeki sosyal hareketler, 1990’lı ve 2000’li yıllarda yaşanan ekonomik krizlere ve egemen neoliberal sınıf kontrolüne karşı yanıt olarak ortaya çıktı. En başarılı olanlar, Brezilya, Ekvador, Venezüella, Arjantin ve Bolivya’dakilerdi. Brezilya Topraksız Köylü Hareketi (MST), 300 bini aşkın aktif üyesi ve ülke çapında kooperatiflerde yerleşik 350 bin köylü aileyle birlikte Latin Amerika’nın en büyük ve en örgütlü sosyal hareketidir. MST, geniş bir destekçiler ağına sahip olmanın yanında, Kent Evsizler Hareketi, Kırsal Katolik Hareketi, CUT’a (Sendikalar Birliği) bağlı çeşitli kesimler, İşçi Partisinin sol kanadı, ilerici akademik fakülteler ve öğrenciler gibi birçok sosyal hareketle ittifak halindedir. MST büyük toprak sahiplerinin ekili olmayan topraklarına, yüzbinlerce topraksız kır işçileri ve ailelerini yerleştirerek yaptığı kitlesel ‘toprak işgalleri’ gibi ‘doğrudan eylem’ taktiklerini hayata geçiriyor. Ülkenin gündemine toprak reformunu oturtmayı başardılar ve 2002 seçimlerinde merkez-sol varsayılan İşçi Partisi başkan adayı Ignacio ‘Lula’ da Silva’yı destekleyerek seçimi kazanmasında önemli bir rol oynadılar. Ekvador Ekvador Yerli Uluslar Konfederasyonu (CONAIE) iki neoliberal devlet başkanının devrilmesinde ana rolü oynadı; 1997’de Abdala Bucaram ve Ocak 2000’de Jamil Mahuad birçok hileye karışmışlardı ve 1990’lardaki krizin sorumlularıydılar. 2000 Ocak ayaklanmasında, CONAIE liderleri çabucak Başkanlık Sarayı’nda konumlandılar. 1990’ların sonuna doğru CONAIE, hareketin ‘politik aygıtı’ olarak davranacak Pachacuti adlı bir seçim partisi kurmaya karar vermişlerdi. 2002 seçimlerinde sağcı popülist eski ordu mensubu Lucio Gutierrez ile ittifak yapan Pachacuti kısa zamanda dışişleri ve tarım bakanlığı da dahil olmak üzere kabinede birçok koltuk kaptı. Ancak CONAIE’nin ve Pachacuti’nin hükümet hareketi ve partisi olarak elde ettiği kısa süreli deneyim tam bir politik felaketle sonuçlandı. Daha ilk yılın sonunda, Guiterrez’in çokuluslu petrol şirketleri, ABD Dışilişkiler bürosu ve büyük tarım tekelleri ile ittifak halindeki rejimi, çok etkili bir neoliberal tarzı hayata geçirdi ve CONAIE destekli görevlilerin çoğunu istifaya zorladı. 2003 sonunda ise, ABD ve AB kökenli STK’ların desteklediği bir ordu tarafından, yerli toplulukların içine sızma operasyonları vasıtasıyla hareketin içinde geniş çaplı huzursuzluklar ve bölünmeler yaratılarak hareket kötürümleştirildi. Venezüella 1989 ve 1992’deki büyük halk ayaklanmaları, 1999’da Chavez’in iktidara gelişini sağladı. Chavez anayasal reform için referendumu destekleyen kitlesel halk seferberliklerini destekledi. ABD destekli oligarşi ve ordu içindeki bazı kesimlerin ittifağı ile 2002 Nisan’ında, kendiliğinden bir şekilde sokaklara taşan 1 milyonun üzerinde Venezüellalı ve ordu içindeki anayasalcı askerlerin desteği karşısında ancak 48 saat dayanabilen bir darbe gerçekleşti. Bu darbeyi müteakip, 2002 Aralık ile 2003 Şubat’ı arasında, ulusal ekonomiyi felce uğratmayı amaçlayan, Venezüella eliti ve PDVSA (devlet petrol şirketi) içindeki yönetici kesimler tarafından organize edilen, petrol endüstrisindeki ‘işverenler lokavtı’, şehir emekçi kesimlerinin desteğini de alan sıradan petrol işçilerinin çabalarıyla başarısızlığa uğratıldı. Venezüella demokrasisi ve Başkan Chavez’e yönelik ABD destekli saldırılar, yapısal değişiklikler sürecini hızlandırdı. Kitle tabanlı organizasyonlar, yeni sınıf-tabanlı sendika konfederasyonları ve ulusal köylü hareketleri ortaya çıktı ve milyonlarca üyesi olan Venezüella Sosyalist Partisi kuruldu. Hükümet binlerce klinik üzerinden yaygın parasız halk sağlığı programı, varoşlarda sübvanse edilmiş fiyatlarla temel besin maddeleri satan devlet sponsorluğundaki marketler ve yüksek öğrenim de dahil olmak üzere parasız yaygın eğitim programıyla sosyal hareket etkinliğini ve üyeliğini geliştirdi. Bu arada, çelik, telekomünikasyon, petrol, gıda işleme ve tarım gibi stratejik ekonomik sektörlerde sayısız işletmeyi kamulaştırdı. Bir taraftan eski egemen sınıf, kilit ekonomik sektörlerdeki kesin kontrolü ve devlet sektöründeki yüksek-maaşlı görevliler ekonomi üzerindeki manivelayı tutmaya devam ederken, diğer taraftan Chavez hükümeti ve kitlesel halk hareketleri 1990’ların sonundan yeni milenyumun ilk yıllarına geçiş döneminde, mücadelelerini geliştirerek inisiyatifi elde tutmayı başardılar. Venezüella sosyal hareketleri, Chavez liderliğinin teşvikiyle birlikte zindeliklerini korumayı başardılar ancak aynı zamanda, hareketleri devlet politikasının taşıyıcı bir aracına dönüştürmeye çalışan rejimin reformist akımları tarafından da frenlendiler. Hareket-devlet ilişkisi akışkan ve çatışmanın iniş-çıkışına, ABD destekli sağcı organizasyonlar tarafından yayılan tehditlere göre şekil alıyor. Rejim-hareket ilişkisi 1999-2003 kriz döneminde derinleşti, 2003-2008 dünya ekonomik rahatlığı dönemindeki petrol fiyatlarının yükselişiyle daha da güçlendi. 2008 sonu-2009 dünya ekonomik krizinin yavaş yavaş etkisini hissettirmesiyle birlikte, bu pozitif ilişki şimdi sınavdan geçecek. Bolivya Bolivya, maden ve fabrika işçilerinin yüksek seviyeli katılımı, formel olmayan pazar satıcıları toplulukları ve örgütleri, yerli ve köylü hareketleri, kamu çalışanları birlikleriyle Latin Amerika’nın en yüksek yoğunluklu militan sosyal hareketlerine sahip bir ülkedir. 1970’lerin başından 1980’lerin ortalarına kadar süren uzun askeri baskı, sendikaları zayıflattı ve devamında neoliberal politikalar yoğun bir şekilde uygulandı. 1990’ların sonlarına geldiğimizde, yeni büyük ölçekli hareketler ortaya çıktı ancak, etkinliğin mekanı tarihsel olarak militan mücadele geleneğine sahip maden bölgeleri ve fabrikalardan, ‘El Alto’ bölgesindeki şehirlerin marjinal gecekonduları gibi ‘sub-proletariat’ (alt işçi sınıfı) ya da ‘emekçi sınıflar’ın yaşadığı bölgelere kaydı. ‘El Alto’, başkent La Paz’ın eteklerinde, işsiz kalmış maden işçilerinin ve yoksullaştırılmış yerli ve köylülerin göçüyle son dönemde nüfusu iyice artmış, çok az kamu hizmeti alan bir gecekondu bölgesidir. Neoliberal rejimlere meydan okuyan yeni doğrudan eylem merkezleri, koka ekimini durdurmayı ve büyük ölçekli tarım-şirketleri lehine küçük çiftçileri göç ettirmeyi amaçlayan ABD yönetimindeki vahşi programların hayata geçirilmesine yanıt olarak koka üreticileri ve yerli topluluklar tarafından kuruldu. Şehirlerde ise, öğetmenler, öğenciler ve sağlık işçileri sendikası öncülügündeki kamu calışanları, su, sağlık ve eğitim sektörlerindeki özelleştirmeler ve kesintiler gibi neoliberal önlemlere karşı mücadele ettiler. 1990 sonu-2000’li yıllar başındaki ekonomik kriz, 2003 Ocak’ında büyük halk çatışmalarına yol açtı ve bunu Ekim ayındaki ‘El Alto’ bölgesinde başlayıp başkent La Paz ve ülkenin tümüne yayılan halk ayaklanmaları takip etti. İktidardan düşmeden önce, Sanchez de Losada rejimi, yaklaşık 70 cemaat aktivistini ve liderini öldürdü. Yüz binlerce yoksul Bolivyalı, devlet iktidarını alma tehdidiyle başkent La Paz’ı sarstı. Sadece, koka üreticisi lideri ve istekli başkan adayı Evo Morales’in müdahalesi, Başkanlık Sarayının kitlesel bir şekilde işgal edilişini önleyebildi. Morales, o zamanın başkan yardımcısı neoliberal Carlos Mesa’nın, kendisinin önceli Sanchez de Losada’nın nefret uyandıran neoliberal politikalarını devam ettirmeyeceğine dair verdiği belirsiz bir söz karsılığında, başkanlığa gelmesine izin veren bir ‘anlaşmanın’ pazarlığını yaptı. Sosyal hareketler ve ‘yeni’ neoliberal Başkan arasındaki bu çürük anlaşma, Evo Morales’in ılımlı nüfuzuna bağlı olarak iki yıl sürdü. Mayıs-Haziran 2005’te, yeni bir kitlesel gösteriler dalgası, La Paz’ın sokaklarını Carlos Mesa’nın istifasını isteyen, işçiler, köylüler, yerliler ve madencilerle doldurdu. Bir kez daha Evo Morales müdahale etti ve gösterileri iptal etme karşılığında, Kongreyle 2005 Aralık’ında ulusal/genel seçimleri ilan etmesini ve bu dönemde Yüksek Mahkeme Yargıcı Radriugez’in geçici başkan olarak atanmasını içeren bir pazarlık yaptı. Morales böylece, iki neoliberal rejimi alaşağı etme noktasında son derece etkili olan hareketlerin doğrudan eylem stratejisini kesintiye uğratarak, kitlesel sosyal hareketleri kendi partisinin seçim makinesine kanalize etti. 2005 Aralık’ında da başkan seçildi. Ürün fiyatlarındaki patlama ile etkisi azalan ekonomik kriz döneminde, Başkan Evo Morales’in sosyal-liberal politikaları, büyük gelir eşitsizliğini, verimli toprakların büyük çiftlik sahiplerinin elinde toplanmasını ve yerli topluluklarının çoğunluğunun topraklarından zorla kovulmasını azaltma noktasında çok az şey yaptı. Morales’in çokuluslu gaz, petrol ve maden şirketleriyle yaptığı ortak girişimler kurma politikaları, kazançların yoğun bir şekilde, Bolivya’nın doğal kaynaklarından CUŞ’ların ‘ana ofisleri’ne transfer edilişine son vermek için çok az şey yaptı. Yine de, Morales’in ‘hevessiz’ ulusalcı jestleri, ‘ekonomik refah’ dönemindeki dev kazançlarla yaratılan ABD destekli Bolivya oligarşisiyle ‘politik-ekonomik’ bir çatışmaya yol açtı. Arjantin Sert bir ekonomik kriz ile kitlesel halk ayaklanmaları arasındaki en güçlü ilişki 19-20 Aralık 2001’de Arjantin’de gerçeklesti ve 2002 boyunca da sürdü. Ekonomik çöküşün koşulları 1990’lardaki iki dönemlik Başkan Carlos Menem iktidarında birikmişti. Onun neoliberal rejimi, ekonominin bütün sektörlerindeki en kârlı ve stratejik devlet işletmelerinin satıldığı ‘pazarlık zemini’ olarak tanımlanan rüşvetçi bir karakterle belirleniyordu. Arjantin’in finans sektörü bütünlüklü olarak, kontrol-dışı, ulusal olmayan, dolarize edilmiş ve en kötü spekülatif istismarlara açık bir hale getirildi. Yoğunca uygulanan özelleştirme politikaları sonucu zayıflayan ulusal ekonomik yapı, kontrol edilemeyen yolsuzluk ve kamu hazinesinin büyük oranda yağmalanmasıyla iyice çürümüştü. Menem’in politikaları, banka krizleri ve sonrasındaki bütünsel ekonomik çöküş sürecinde başkanlık yapan onun devamcısı De La Rua ile devam etti. Bu dönemde milyarlarca dolarlık kişisel tasarruf ve emeklilik fonları havaya uçtu, yüzde 30’a ulaşan işşizlik oranı ile işçi sınıfı ve orta sınıflar hızlı bir şekilde Arjantin tarihinin en derin yoksulluğuna itildiler. 2001 Aralık’ında, Arjantinliler Başkanlık Sarayı’nın önünde kitlesel bir ayaklanma düzenlediler ve bazı göstericiler de Kongreyi işgal ettiler. Başkan De La Rua’yı ve ondan sonra Başkan olma ihtimali yüksek 3 görevliyi de birkaç hafta içerisinde devirdiler. İşsiz kalmış örgütlü yüzbinlerce kişi otoyolları kapattılar ve halk örgütlenmelerine dayalı konseyler kurdular. Yoksullaşmış, hızla alt sınıflar kategorisine düşen orta sınıf işçiler ve iflas etmiş esnaflar, uzman kesimler ve emekliler önerileri ve taktikleri tartışmak için bir dizi mahalle meclisleri ve yerel konseyler kurdular. Bankalar milyonlarca öfkeli hesap sahibi tarafından tasarruflarının geri verilmesi talebiyle yerle bir edildi. Sahipleri tarafından kapatılmış 200’ün üzerinde fabrika, işçileri tarafından devralındı ve üretime geri döndü. Politik sınıf bütünsel olarak gözden düştü ve şu slogan ülke çapında ünlü oldu: ¡Que se vayan todos! (hepiniz defolun!). Bir taraftan çeşitli halk kesimleri yarı-kendiliğinden hareketlerle caddeleri işgal ederken, diğer taraftan bölünmüş radikal-sol örgütler tutarlı bir örgütlenme altında birleşme ve devlet iktidarını almak için bir strateji geliştirme kabiliyetinden yoksundular. İki yıl süren kitlesel hareketlilik ve çatışma sürecinden sonra, hareketler krizi çözme noktasında çıkmaza girdiler, yönlerini politik seçimlere döndüler ve 2003 seçim kampanyasında merkez-solcu Peronist Kirschner’i devlet başkanı olarak seçtiler. Düşük yoğunluklu sosyal hareketler: Peru, Paraguay, Kolombiya, Şili, Uruguay, Orta Amerika, Haiti ve Meksika Tüm Latin Amerika kıtası ve komşu bölgeler, büyük ya da küçük ölçekli sosyal hareketlerin ciddi yükselişine tanık odu. Başlıkta adı geçen ülkelerdeki sosyal hareketleri, Brezilya, Arjantin, Ekvador, Bolivya ve Venezüella’dakilerden ayıran noktalar, politik meydan okuma ve rejim değişikliği seviyesinden yoksun olmaları ve sosyal aktivite alanlarının sınırlı olmasıydı. Yine de önemli kitlesel halk hareketlerinin patlak vermesi hüküm süren neoliberal egemenlik karşısındaki temel tehlike haline geldi. Haiti’de, demokratik bir şekilde seçilmiş Başkan Jean Bertrand Aristide’nin ABD-AB-Kanada ortak askeri operasyonuyla kaçrılması ve sürgüne gönderilmesine karşı, onun yeniden göreve getirilmesi talebiyle gelişen kitlesel halk ayaklanması, Brezilyalı general yönetimindeki çokuluslu paralı asker gücü tarafından vahşi bir şekilde bastırıldı. Devamında işgalci birlikler tarafından kalabalık varoşlarda gerçekleştirilen katliamlar, yabancı güçler tarafından uygulanan neoliberal ‘özelleştirme’ ve kemer sıkma politikalarına karşı mücadele etmekte olan ‘Lavelas’ isimli halk hareketinin yeniden dirilişini engelledi. Meksika, ülkeyi hakimiyeti altına alan neoliberal politikaların uygulayıcısı rejimlere karşı bir dizi yerel isyana ve halk ayaklanmasına tanıklık etti. 1994’te kırlık Chiapas bölgesi yerli topluluklarına dayanan Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) ayaklandı ve geçici olarak birçok şehir ve kasabanın kontrolünü sağlamayı başarabildi. Binlerce Meksika Federal askeri birliklerinin bu bölgelere girişi ve geniş bir destek ağına yoksun olmaktan kaynaklı olarak, Zapatistalar kendi dağ ve orman alanlarına geri çekildiler. Düzenli olarak hükümet tarafından ihlal edilen ve EZLN’yi Chiapas’ın şehirden uzak bir bölgede yalıtılmış bir şekilde varlığını devam ettirmesine izin veren istikrarsız bir ateşkes ilan edildi. Oaxaca’da, şehirde ve kırlık bölgede sendikalar, öğretmenler, emekçi kesimler tarafından organize edilen şehir ayaklanması sırasında, bunu devletin muhafazakar neoliberal valisinin ölüm mangalarını ve askeri birlikleri kullanarak bastırmasından önce, comuna [komün] isimli bir halk meclisi kuruldu ve kısa süreli bir ‘ikili iktidar’ durumu yaşandı. Devletin baskıcı gücüyle yüzleşen isyancı hareketler yönlerini seçimlere döndüler ve neoliberal ekonomik fiyaskonun ortasında 2006 yılında merkez-solcu Andres Manuel Lopez Obrador’u Başkan seçtiler. Zaferleri kısa sürdü çünkü seçimlerdeki son oy sayımı sırasında yapılan büyük hile üzerinden karar bozuldu. Sonrasında devam eden milyonlarca Meksikalının katıldığı barışçıl gösterilerde nihayet öfke kayboldu ve hareket dağıldı. Kolombiya’da, bir taraftan büyük gerilla güçleri (FARC/ELN) başkente doğru ilerlerken, diğer taraftan kitlesel köylü, sendika ve yerli hareketleri neoliberal Pastrana rejimine (1998-2002) meydan okuyorlardı. Plan Kolombiya adlı 5 milyar dolarlık ABD karşı-ayaklanma programıyla ortaya çıkan ABD basıncıyla sona eren başarısız barış görüşmeleri, politik paralizasyonu şiddetlendirdi ve paramiliter ölüm mangaları etkinliğini yoğunlaştırdı. Alvaro Uribe’nin başkan seçilmesiyle birlikte, Kolombiya rejimi neoliberal politikalarını hayata geçirebilmek için köylü, sendikal, insan hakları savunucusu hareketleri büyük oranda yok etti. 1990’ların sonundaki, bu yarıküre çapında sosyal hareket aktivitesini ortaya çıkaran ekonomik krizin politik etkileri, özellikle Haiti, Meksika ve Kolombiya’da neoliberal rejimlerin politikalarını devam ettirebilmeleri için vahşi baskı yöntemlerini uygulamalarını getirdi. Özellikle Peru ve Paraguay gibi diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu kadar, Orta Amerika ülkelerinde de kıra dayalı güçlü köylü ve yerli hareketleri hükümetlerinin ABD ile yaptıkları neoliberal ‘serbest ticaret anlaşmaları’na karşı karayolları ve toprak işgalleri eylemlerine giriştiler. Bu kırsal hareketler ulusal çaptaki destekten özellikle şehir merkezlerindekilerden yoksun oldukları için, neoliberal politikalar altında harabeye dönen ekonomilerini değiştirme noktasında ciddi etkiler yaratamadılar. Ürün fazlası dönemlerinde sosyal hareketler 2003-2008 arası dönemde tarım ve yeraltı ürünlerinin fiyatlarındaki keskin artış ile merkez-sol hükümetlerin iktidara gelişleri, aktif ve dinamik sosyal hareketler üzerinde önemli etkiler yarattı. Brezilya’da merkez-sol varsayılan İşçi Partisi adayı Lula da Silva’nın (2002-2006) başkan seçilişine, onun toprağı yeniden bölüştürmek gibi yapısal değişiklikleri gerçekleştireceğine dair yanlış bir inanca kapılarak, MST (Topraksız Köylü Hareketi) de dahil olmak üzere birçok sosyal hareket destek vermişti. Beklenenin aksine Da Silva, kendisinden önceki başkan Cardoso’nun neoliberal programını tümden devralmıştı; geniş çaplı özelleştirme ve tarım-maden ürünleri fiyatlarındaki artışlardan istifade ederek büyük tarım şirketleriyle sıkı ilişkileri geliştiren ve küçük işletme ve kır üreticilerinin zararına, özellikle ihracata dayalı alana yoğunlaşan mali bir politika izledi. MST’nin 2003-2009 arasında Lula’ya etki etme çabaları nafileydi ve devlet, yerel ve federal hükümetler sosyal hareketlerin doğrudan eylem taktiği olan toprak işgallerini kriminalize ettiler. Lula’nın aşırı yoksul kesimlere merkezi yönetimden tahsis ettiği yiyecek sübvansiyonu ve özellikle dev sendika federasyonları başta olmak üzere sosyal hareket liderlerini başarılı bir şekilde kendine yedekleme politikası, topraksız köylülerin ve örgütlü işçilerin protesto ve grev kapasitesini nötralize etti. Lula’nın politikaları MST’yi onun emek hareketindeki ‘doğal’ şehir ittifaklarından yalıttı. Lula’nın sağa dönüşü ve yüksek ürün fiyatlarından gelen ihraç gelirlerindeki muazzam artış, sosyal harcamaların yükselmesine ve MST’ye ve onun toprak reformu mücadelesine olan destek ve etkinlik seviyesinde azalmaya yolaçtı. Kendi kitle tabanını tutan ve toprak işgallerine devam eden MST, sosyal dönüşüm yolculuğunda artık daha fazla politik-stratejik bir ittifaka sahip değil. Bundan dolayı, halen ‘eleştirel bir destek’ sunduğu Lula rejimiyle çatışmayı önlemek için daha çok ılımlı reformları kovalamaktadır. Arjantin’de doğrudan eylem sosyal hareketlerinin kitlesel dalgası, Kirchner’in (2003-2008) seçilişiyle ve ürün patlaması döneminin yarattığı yüzde 7’lik ekonomik büyüme oranıyla 2001-2002 dramatik ekonomik çöküş koşullarından çıkışla birlikte sönümlendi. İstihdamın ve tasarrufların geri kazanılmasıyla birlikte orta sınıf meclisleri birden kayboluverdi. Kirchner işsizlere ve onların yedeklenmiş liderlerine maddi yardımda bulunmayı önerdi ve bu karayolu işgallerinde ve militan işsiz örgütlenmelerinin üye sayılarında ciddi düşüşlere yol açtı. Kirchner, adı çok fazla öne çıkmış askeri ve polis yetkillilerinin tasfiyesini de içeren politikalarıyla insan hakları örgütlerinin bir kısmını kendi tarafına çekmeyi başardı. Ayrıca Plaza de Mayo Anneleri de dahil olmak üzere birçok insan hakları örgütüne de maddi kaynaklar ayırdı. 1999-2002 dönemi radikal hareketlerinin kan kaybetmesiyle birlikte, 2003-2008 ekonomik toparlanması, mücadelesini daha çok işçi maaşlarının yükseltilmesi ve sistematik kriz döneminde kaybedilen çıkarların kurtarılmasına odaklayan sendikal hareketin kısmi canlanmasına yolaçtı. Bolivya’da, neoliberal Carlos Mesa rejimi döneminde başlayan ekonomik patlama, ‘solcu’ popülist Evo Morales yönetimi altında devam etti. Hareketlerin taleplerini hızla yumuşatarak, merkez-sol zemine kaydı. ÇUŞ’lar tarafından işletilen temel doğal kaynakların devletleştirilmesini talep eden sosyal hareketler platformuna alternatif olarak, Morales demagojik bir şekilde ortaya attığı ‘kamulaştırmadan devletleştirme’ projesi ile ÇUŞ’larla ‘ortak işletmeler’ kurdu. Aynı şekilde, köylü ve yerlilerin toprak reformu talebine de topraksız köylülere Amazonlarda ekilmeyen devlet arazilerini açarak yanıt verdi. Aynı nedenden dolayı, en geniş özel tarım arazilerini de ‘sosyal işlevi’ yerine getirecek bahanesiyle kamulaştırma işleminden muaf tuttu. Yapısal değişikliği önlemek için Morales, maden ve gaz ürünlerinin fiyatlarındaki beklenmedik artıştan kaynaklanan ek gelirleri sosyal hareket liderlerini yedeklemek, asgari ücrette ufak artışları desteklemek, yerli topluluklarını sübvanse etmek, yasal ve politik haklarını desteklemek ve kendi topluluklarının üstünde bir yerli yargı yetkisini tanımak için kullandı. Morales, koka üreticileri sendikasının liderliğini bırakmadı ve MAS (Sosyalizme Doğru Hareket) Partisi vasıtasıyla önemli cemaat-kökenli hareketler üzerindeki hegemonyasını sürdürdü. Küba Başkanı Castro ve Venezüella Başkanı Chavez ile olan sıkı bağları onu Washington’un ve onun ittifağı, merkezi Santa Cruz olan sağcılar tarafından kontrol edilen 5 eyaletin müdahaleci politikalarının radikal karşıtı haline getirdi. Aşırı sağcılar bahsedilen bu bölgede hakimiyetlerini sağladılar ve kırsal alanları paralize ederek Morales Hükümeti karşısında şiddetli ırkçı saldırıları gerçekleştirdiler, bunun karşısında çeşitli halk kesimleri ve sosyal hareketler Morales’e ülke çapında destek vererek ona sahip çıktılar. Ekvador’da güçlü yerli hareketi (CONAIE) ve sendikalardaki ittifakları, neoliberal Lucio Gutierrez rejimini desteklediler ve büyük bir güç, destek ve örgütsel bağ kaybı yaşadılar. Toparlanma, birçok ABD-AB menşeli STK müdahalesi nedeniyle çok yavaş oldu. Oturmuş sosyal hareketlerin ortadan kayboluşuyla birlikte, Rafael Correa öncülüğündeki yeni bir şehir kökenli ‘yurttaşlar hareketi’, yolsuzluğa batmış neoliberal Gutierrez rejimini devirdi ve seçmenleri hem 2006’da hem de 2009’da Rafael Correa’nın iktidara gelmesi için ona oy vermeye yöneltti. Correa, maaş ve ücret artışlarını sağlayan, küçük ve orta ölçekli işletmelere devlet destekli ucuz krediler sunan merkez-sol bir politik konumlanmaya adapte oldu. Dış borç ödemeleri ve Manta’daki ABD üslerinin sözleşmelerinin iptali konularında ulusalcı bir duruş sergiledi. Maden ve petrol fiyatlarındaki artış ve petrol zengini Venezüella ile olan sıkı bağları, Correa’ya Ant burjuvazisi ve halk kesimleri arasındaki desteğini garantiye almak için programını finanse edebilme imkanı sağladı. Venezüella : Ekonomik patlama, özellikle de dünya petrol fiyatlarındaki üç katına varan artış, muhalefet darbesi ve 2002-2003 yıllarındaki ‘işverenler lokavtı’ nedeniyle yaşanan kriz sonrasındaki toparlanmayı kolaylaştırdı. Sonuç olarak Venezüella ekonomisi 2004-2008 arası her yıl yüzde 9 büyüdü. Chavez Hükümeti cömertce finanse ettiği bir dizi ilerici sosyo-ekonomik değişiklik üzerinden hükümet yanlısı sosyal hareketlerin güçlenmesini ve çekici hale gelmesini sağladı. Sosyal hareketler, muhalefet tarafından Başkanın suçlu olduğuna dair çağrısı yapılan referendumların başarısızlığa uğtratılmasında büyük rol oynadılar. Köylü örgütlenmeleri, toprak dağıtımını sağlayacak yasaların çıkmasını engellemeye çalışan, Chavez hükümetindeki muhalif bürokratların baskılanmasında belirleyici oldular. Sendika militanları grevler ve gösteriler düzenleyerek çelik endüstrisinin devletleştirilmesinde önemli bir rol üslendiler. Devlet kaynaklarındaki artışla birlikte Chavez hükümeti kamulaştırılmış işletmelerin hem sahiplerinin taleplerini, hem de işçilerin sosyal mülkiyet taleplerini karşılama becerisini gösterebildi. Özet: Ekonomik büyüme ve merkez-sol hükümetlerin hakimiyetleri, yaşam standartlarında küçük iyileşmeler, işsizlikte düşmeler yarattı ve bazı sosyal hareket liderlerinin yedeklenmesini –radikal hareket etkinliğinin zayıflamasını ve geleneksel pragmatik, uzlaşmacı sendikaları yeniden canlandırdı. Bu ekonomik büyüme ve merkez-solun gelişme döneminde sadece Bolivya ve Venezüella’da bu merkez-sol hükümetleri istikrarsızlaştırmaya çalışan sağcı kitlesel hareketler şekil alabildi. Ülkelerindeki (Venezüella, Ekvador, Bolivya, Brezilya) politik ve sosyal değişimlerde önemli bir rol oynayan sosyal hareketlerle, ülkelerindeki mücadelede marjinal kalanların karşılaştırmasını yaparsak, bir dizi önemli farklılık ortaya çıkar. Her şeyden önce, farklılıklar halk gösterisi sayısı, militan doğrudan eylem sayısı veya katılımcı niceliğinde değildir. Mesela Meksika, Peru, Kolombiya ve Orta Amerika’daki gösterilerin sayısı toplansa belki de Brezilya, Arjantin ve Bolivya’dakilerin toplamına eşittir ya da hatta daha fazladır. Farklılık yaratan ya da politik olarak anlamlı olan kitlesel eylemlerin kalitesidir. Marjinal etkide kalanların olduğu yerlerde, örgütler bölünmüş, dağınık, ulusal önderlikten ve yapıdan yoksun ve ulusal iktidarın kurumları üzerinde politik bir manivela misyonu görmekten uzaktır. Tam tersi, etkili sosyal hareketler ulusal çapta harekete geçebilen ve sosyal ve politik eylemleri koordine edebilen, merkezileşmiş ve politik iktidarın sinir merkezlerine -başkentlere (La Paz, Buenos Aires, Quito ve daha düşük bir ölçekte Sao Paolo) ulaşabilme yeteneğine sahipler. Kır ve şehir hareketlerini kombine edebilen sosyal hareketlerin yüksek tesiri, öyle ya da böyle, politik partiler içerisinde ittifaklar yaratabildi ve kültürel bariyerler arasında köprü kurabildi (yerli ve melez halk kesimleri arasında...). Dünya ekonomik krizi ve sosyal hareketler-2008’den bu yana 2008 sonlarından ve 2009 başlarından itibaren dünya ekonomik krizi Latin Amerika’da yayılmaya başladı. Kriz Latin Amerika’ya daha geç ve ABD, AB’dekinden daha az başlangıç şiddetiyle geldi. Bu devam eden bir süreç olduğu için, bütünsel sosyo-politik etkilenimler ve ekonomik etkiler henüz net olmaktan uzak. Bugünden gözlemleyebildiğimiz, en azından başlangıç aşamasında şudur ki, güncel kriz 2001 yılı başlarında tanık olduğumuz kitlesel halk ayaklanmaları ve radikal sosyal hareketlerin doğuşu gibi bir durumu henüz harekete geçirmemiştir. Ülkelere göre yıllık ekonomik büyüme oranları
*: Tahmini Kaynak: ECLAC Bir fark aranacak olursa, Arjantin gibi ülkelerdeki sağcı hareketler ve sandıksal örgütlerdeki kabarış, sağcı işveren örgütlerinin desteğini almış olan ABD destekli sağcı ordunun Honduras’taki darbesini ve Brezilya, Bolivya ve Ekvador’daki kitlesel sosyal hareketlerin süregiden ‘pragmatik’ davranış biçimini görmüş olmamızdır. Tek istisna, örgütlü yerli topluluklarının Amazon bölgesinde Alan Garcia’nın ABD destekli sağcı iktidarı ile kitlesel silahlı çatışmaları yürüttüğü Peru’dur. Amazon yerlileri, yerlilerin topraklarındaki yeraltı madenleri ve doğalgazın işletilme haklarını yabancı maden ve gaz şirketlerine devretmeyi öngören hükümetin bir dizi kararına cevap vermiş oldular. Tarihsel bir perspektiften bakıldığında, yerli topluluklarının toprakların ve diğer kaynakların mülkiyeti ve geleneksel kullanımını modern ekonomik düzenbazlara ve neoliberal devlete karşı savunduğu bir mücadele olarak görüldüğünde bu çatışma ‘muhafazakar’dı. Lümpen Burjuvazi: Neoliberal devletin, uyuşturucu tacirlerinin ve işsiz yoksulların üçlü ittifakı Bugün, Latin Amerika’daki en az incelenmiş, ancak en dinamik ve belki de en iyi örgütlenmiş sosyal hareket sağcı uyuşturucu trafiği hareketidir. Güçlü bir narko-burjuvazi tarafından yönetilen, ordu ve neoliberal devlet aygıtıyla sıkı bağları ve topraksız köylüler ve şehirlerdeki işsizlerden oluşturulan silahlı lümpen kadrosu olan Lümpen Hareket, Meksika, Kolombiya, Peru, Bolivya, Guatemala, Honduras, El Salvador ve diğer ülkelerde güçlü bir coğrafik ve sosyal varlık yarattı. Bu, sağcı narko-hareketin kitlesel tabanı için zemini hazırlamış olan neoliberal tarım politikalarıydı. Kolombiya, Meksika, Peru ve Orta Amerika’daki mekanize edilmiş ve ihracata dayalı tarımın ödülü, milyonları yerinden yurdundan etmek oldu. Devlet terörü ve paramiliter ölüm mangaları, milyonlarca köylüyü topraklarından şehir varoşlarına sürdü. Bu ucuz ve ABD tarafından sübvanse edilen tarım ürünlerin geniş ölçekteki ithalatı, binlerce küçük ölçekli aile çiftliğini yok etti. Üretim sektöründeki durağanlık, göçmenleri emek-yoğun çalışma içinde hazmetme kapasitesinde değildi. Bu durum, ilerici sosyal hareketler için zemin olduğu kadar narko-sanayisi için de uygun işgücü olabilecek kırda topraksız ve şehirde işsiz genç nüfustan oluşan büyük bir rakam yarattı. Koka bitkisi ve afyon yetiştirmek, bunları rafine etmek ve uyuşturucu derebeyleri için uyuşturucu kaçırıp onlara askerlik etmek, bu umutsuz ve genç kadın ve erkekler için geçim fırsatı sağladı. 1990’larda ve 2000’li yılların başındaki derin ekonomik kriz ve durağanlık şehirlerde, uyuşturucu çeteleri tarafından çoğunlukla ölümcül işlerde asgari ücretle çalıştırılmak üzere hazır hale gelen geniş bir işsiz ve düşük ücretle çalışan kitle yarattı. Sağ politik partiler, bankalar, işverenler ve toprak sahipleri birlikleri arasındaki bağlar, tüm Latin Amerika’da birbirini tekrar eden şekilde ortaya çıkmaya başladı. Kolombiya’daki uyuşturucu tacirleri, solcu ya da ilerici örgütleri desteklediklerinden şüphelendikleri köylü topluluklarının ölüm mangaları tarafından katledilmeleri sonucu büyük toprak sahipleri haline geldiler. ‘Sicarios’* veya ‘kiralık katiller’, çoğunlukla patronlar ve uluslararası şirketler için katil olarak ‘çalışan’ köylü ve işçi sınıfından gelen genç erkeklerdir. Yalnızca Kolombiya’da her yıl yüzlerce sendika, köylü ve yerli önderlerini öldürdüler. Kolombiya Kongresi üyelerinin üçte birinden fazlası, başkan Uribe’nin başlıca destekçileri, uyuşturucu kartelleri tarafından finanse edilmektedirler. Uribe’nin, ünlü uyuşturucu tacirleri ve ölüm mangaları milis liderleri ile uzun döneme dayanan bağları mevcuttur. Meksika’da uyuşturu tacirleri, yaygın olarak yoksullaştırılmış köylüleri istihdam etmektedirler. Meksika’daki pekçok eyalette narkolar, en alttakinden tepedekine binlerce hükümet görevlisini satın almışlardır. İstihdam ve sosyal güvenlik ağının olmayışından dolayı pekçok yoksul, uyuşturu sektöründe iş bulmaktadır. Uyuşturucu tacirleri, yoksullara nakit para dağıtarak ve ihtiyaç duydukları kimi hizmetleri sunmak gibi kimi ‘hayırsever’ aktivitelere katılmak suretiyle yüksek sınıf finans çevreleriyle ittifaklar ve işveren birlikleri kurmuşlardır. Uyuşturucu tacirleri, genellikle illegal kazançlarını ABD, Kanada ve Avrupa’daki büyük bankalar aracılığıyla ve daha sonra gayrımenkul, turistik kompleksler ve arazi alımı ile aklamaktadırlar. Uyuşturucu kaçakçısı organizasyonlar ve ölüm mangaları Santa Cruz’daki (Bolivya) sağ kanat hareketlerle, Meksika ve Kolombiya’da olduğu gibi El Salvador, Guatemala ve Honduras’taki sağcı politik partilerle yakın bir şekilde birlikte çalışmışlardır. ‘Lümpenleştirme’ süreci iki yol dolayımında gerçekleşir: Bazı durumlarda genç işsiz erkekler, direkt olarak yaşadıkları yerlerdeki yerel çeteler tarafından istihdam edilirler; diğer durumlarda ise toprağı elinden alınan, iflas eden ve yoksullaştırılan çiftçiler ve uzun dönem işsiz olan çalışanlar aşamalı olarak ‘illegal’ işgücü pazarına doğru zorlanırlar. İhracattaki büyüme dönemlerine rağmen duraklamanın uzun dönemli ve geniş ölçekli süreci, kır yoksullarını marjinalleştirmiş ve telafi edici önlemler ve şehirlerde asgari ücret karşılığı istihdam yaratmaktan uzak bir şekilde yoksullaşmayı hızlandırmıştır. Bu yerinden yurdundan edilmiş, marjinalleştirişmiş köylüler ve işçilerin kriz ve sınıfsal kutuplaşma dolayımında ‘lümpenleştirilmesi’ne, ‘tepedeki’ birkaçının ekonominin ve devletin elitleriyle sıkı bağlar kurmasına ve ‘aşağıdaki’ geniş kitlenin ise orta sınıf dejenere ve tüketimci hayat tarzına özlem duymasına dayanan kendi hiyerarşik yapısına sahip bir ‘lümpen kültürü’nün yükselişi eşlik etmiştir. Yeni bin yılın ilk on yılıyla birlikte, Meksika, Kolombiya, Orta Amerika ve Jamaika gibi Karayipler’deki bazı ülkelerdeki sağcı lümpen-narko hareket, güç ve etki noktasında ilerici halk hareketlerinin çok ötesine geçmiştir. ‘Yasal’ sağcılar ve sağcı ‘narko’ hareketler arasındaki ilişki, hem işbirliği hem de çatışma anlamına gelir: Güçlü köylü ve sendikal hareketler ile ilerici hükümetlere karşı güçlerini birleştirirler. Lümpen-narkolar, seçimle işbaşına gelmiş olanlar dahil ilerici önderleri öldürmek ve onların köylüler ve şehir yoksulları arasındaki yandaşlarını terörize etmek için ‘şok birlikler’ oluştururlar.Öte taraftan, sağcılar arasında her an şiddet dolu bir çatışma patlak verebilir, özellikle lümpen-elit devletin yasalarını, mali çıkarları, ABD’nin narkotik bürosu (DEA) ile olan ilişkileri ihlal ettiğinde ve burjuva sınıfının meşruluğunu sorgulamaya başladığında. Latin Amerika’daki sosyal hareketler ve ekonomik kriz / durgunluk Ekonomik krizlerin sınıflar ve sosyal hareketler üzerinde çeşitli ve kapsamlı etkileri olur. 1990’larda ve 2000’li yılların başındaki derin ekonomik kriz toplumdaki sınıfları radikalleştirdi ve seçimle iktidara gelmiş olan neoliberal hükümetleri devirerek yerlerine ‘merkez-sol’ hükümetleri geçiren ‘yüksek etkili’ protestoların ve halk ayaklanmalarının yaygınlaşmasına sebebiyet verdi. Aynı zamanda neoliberal kriz nedeniyle gerçekleşen sosyal değişiklikler, şehirlerde ve kırsal alanlarda yoksullaşmaya neden oldu. Bu, kitlesel halk tabanına dayanan önderler tarafından başı çekilen dinamik karakterdeki solcu sosyal hareketin ve lümpen-narko şefler tarafından yönetilen ve ekonomik elitler tarafından desteklenen sağcı hareketlerin gelişmesine yol açtı. Devlet içerisindeki pozisyonlardan ve ordu ile paramiliter ölüm mangaları dolayımında yaratılan muhafazakar, aşırı sağcı halk hareketleri. Üretim patlaması ve ‘merkez-sol’ hükümtlerin etkinlik kazanması, aşağının taleplerinin yukarının uzlaşma niyeti karşısında ‘ılımlı’ bir hale dönüşmesine neden oldu. Geniş ölçekte istihdam yaratma ve yoksulluk karşıtı programlar, ucuz kredi ile ücretlerdeki artışların tümü, kitlelerinin politik hattını ılımlılaştırmaya dayanıyordu. Sendikalar baş aktörler olarak yeniden ortaya çıktılar ve toplu sözleşmeler kitlelerin direkt müdahalesinin yerine geçti. Buna karşılık, askeri çatışma sürecine katılan köylü hareketi izole edilmiş bir hale geldi. Bu dönemdeki ana politik faktör, sınıfların harekete geçmelerinin engellenmesi, direkt müdahaleci hareketlerdeki düşüş ve finans, arazi ve maden işletmesi sahibi elitlerin güçlerinin sağlamlaşan ekonomik pozisyonları dolayımında restore edilmesi oldu. Yeniden toparlanan sağ, Bolivya, Arjantin ve Orta Amerika’daki kendi ‘direkt müdahalelerini’ yönetmek üzere ipleri eline aldı. 2008-2009 krizi başgösterdiğinde, ilerici hareketler cevap vermekte yavaş ve merkez-sol hükümetlerin ‘çatısı altında’ kaldılar. Bu hükümetler üretimdeki çöküşün olumsuz sonuçlarından sorumlu olarak tutuldukları için solcu sosyal hareketler zayıf bir pozisyonda kaldılar ve radikal alternatifler sunmayı başaramadılar. Dünya ekonomik krizinin, ‘kuzeyi’ (ABD/Avrupa) Latin Amerika’dan daha önce ve daha sert vurduğunu hatırlamakta fayda var. Latin Amerika’daki sosyal etki başlangıç açısından daha zayıftı. İşsizlik, ana olarak 2008’in son aylarında arttı. Bu krizin aşamalı olarak ortaya çıkışı, sistemin en son 1990’lar-2002’deki ve halk ayaklanmalarına hız veren geniş çaptaki sarsılması ile tezat bir durum oluşturmaktadır. Ek olarak, bu erken krizin bir sonucu olarak sermaye ve finans sektöründeki denetimler, toksik varlıkların ve finansal krizin ABD’den Latin Amerika’ya yayılımını sınırlandırma sonucunu yarattı. Dahası Latin Amerikalı ülkeler ticaretlerinin yönünü özellikle Asya’ya, her yıl yüzde 8 dolayında büyüyen Çin’e doğru kaydırmaya başladılar. Bu değişiklik ve finansal kontroller, ABD’nin finansal çöküşünün Latin Amerika ekonomisi üzerineki etkisini sınırladı. Ek olarak, krizin ilk işaretlerine cevap olarak erkene alınan ‘teşvik edici’ önlemlerin, küresel kriz / durgunluğun Latin Amerika üzerindeki etkisini dönemsel olarak iyileştirici bir etkisi oldu. Buna rağmen kriz Kuzey’de derinleşirken Latin Amerika ticari seviyesi düşüşe geçti ve bölgede eksi büyüme yaşandı. Sonuç olarak ihracata dayalı sektörlerde ve iç ekonomi için yapılan üretim sektörlerindeki işsizlik oranı arttı. Buna karşılık sağ kanat partiler ve liderler merkez-sol hükümetleri suçlamaktalar. Arjantin, Bolivya ve Ekvador’daki hareketlenmeler, ABD başkanı Obama’nın geri dönüş stratejisinin desteğini alarak bu hükümetleri seçim yoluyla veya darbe yoluyla ülkeden kovmak için kollarını sıvadılar. Ülkedeki stratejik ABD askeri üssü tarafından gizli bir şekilde desteklenerek Honduras’ta 2009 Haziran’ında yapılan darbe, Washington’un askeri anlamdaki bir bağımlısını/işbirlikçisini bölgedeki yeni, bağımsız ‘merkez-sol’ hükümetleri devirmek için harekete geçirmiş olduğunun ilk işaretleridir. Bu özellikle, ALBA ve PetroCaribe gibi yeni entegrasyon programları çerçevesinde Venezüella ile ilişkilenen Orta Amerika ve Karibik ülkeleri için geçerlidir. Güncel ekonomik kriz süresince gerçekleşen ilerici halk protestolarının ilk gösterileri direkt olarak ekonomik düşüşle bağlantılı değildir. Peru’daki Amazonlu yerli toplulukları, militan bir şekilde yol kesmeler ve ordu ile yüz kişi civarında ölü ve yaralı ile sonuçlanan silahlı çatışmalar örgütlediler. Bu kitlesel hareket, Peru hükümetinin yaptığı, madenlerin işletim haklarının yabancı çokuluslu şirketlere devredilmesini öngören ve yerlilerin Amazon bölgesindeki toprakları üzerindeki haklarını ihlal eden anlaşmalara karşı geliştirdikleri bir cevap oldu. Amazon yerlileri ile dayanışma amacıyla Lima dahil pek çok şehirde gösteriler düzenlendi. Kongre, kitlesel ayaklanmadan çekindiği için anlaşmaları bir süreliğine erteledi. Bu, yerli topluluklarının en büyük başarısı oldu. Dahası, Amazon’daki yerli topluluklarının bu başarısı, Peru’nun pek çok büyük kentinde ürünlerin fiyatlarındaki düşüşten kaynaklanan ekonomik daralmaya cevap olarak yaygın bir şekilde yapılan uzun süreli grevler ve prostestolardaki patlamaya neden oldu. Honduras’ta uzun bir süreden beri devam eden halk mücadelesi, bağımsız bir dış politika izleyen, ılımlı bir reformist olan devlet başkanı Zelaya’yı deviren askeri darbeye bir cevap niteliğindedir. Şehirdeki halk katmanları, sendikalar ve köylü hareketi tarafından yönetilen bu mücadele, demokratik, ulusalcı ve halkçı talepleri bir araya getirmektedir. Ekonomik kriz, henüz bu iki kitlesel halk hareketinin dışında 2000-2003 yılları arasındaki ve daha önceki kriz esnasında ortaya çıkmış olanlara benzer kitlesel radikal ayaklanmalar ortaya çıkarmamıştır. Kitlesel hareketlerin ekonomik krize dönük vereceği karşılıklar noktasında bazı olası açıklamalar ve varsayımlarda bulunabiliriz. Varsayımlar 1. Ekonomik krizin bütünsel etkisi henüz toplumsal sınıfları vurmamıştır –kriz, 2008’in sonlarına doğru başlamış ve sadece 2009 yılının ilk çeyreğindeki işsizlik artışı kayıt altına alınmaya başlanmıştır. 2. Mevcut kriz, başlangıç olarak, alt orta sınıfı, memurları ve kalifiye işçileri vurmadı. Sınıflar yüksek oranda katmanlara ayrılmış durumdadır, bu nedenle daha önceki krizlerde olan sınıflar arası dayanışmanın ve ittifakların zayıflaması söz konusudur. 3. Bir önceki dönemden farklı olarak, kriz sosyal hareketler tarafından desteklenen bir örgütlü sosyal tabana sahip olan ‘merkez-sol’ hükümetler tarafından yönetilen pek çok ülkede ortaya çıktı. Bu hükümet-hareket bağlantıları, aşırı sağa geri dönüş korkularının ötesinde kitlesel protestoları nötralize etti. 4. Solun kitlesel hareketleri, göreceli bir pasiflik ile yanıt verdiler –kısmen, hükümetler ekonomik teşvik önlemleri ve bazı iyileştirici sosyal politikalarla sürece müdahalede bulundukları için. Krizin devamı ve derinleşmesi ile ılımlı halkçı müdahalelerin yetersiz korumacılığı muhtemel kitlesel mücadelelerin yeniden kabarmasına yol açabilir. 5. Seçimle iktidara gelen merkez-sol hükümetlerin artan ekonomik kırılganlığı ve ilerici sosyal hareketlerin görece pasifliği, iktidara yeniden dönmek için zemin yaratma amacıyla sokak ve seçim politikalarını kombine eden sağ kanat kitlesel hareketlenmelere politik alan ve fırsatlar açtı. 6. Uzun süreli işsizlik yerleştikçe ve eğer gelişecek hareketler, önemli mücadeleler yürütürken kronik bir şekilde işsiz kalanları örgütlemekte başarısız olurlarsa, bu kriz, lümpenleşme sürecini hızlandıracak gibi gözükmektedir. 7. Burjuvazi ve onun politik destekleyicileri, haksız kazanç sağlayacakları kimi kaynaklar bulduklarında, uyuşturu tacirlerinin ve diğer suç örgütlerinin aracısı ve ‘koruyucusu’ olarak ve solcu sosyal hareket önderleri ile aktivistlerini ortadan kaldırmada onlarla hareket edeceklerdir. 8. Lümpen-sağın yükselişi, meşru ve gayrımeşru iktidar unsurlarının sosyal hareketleri bastırma ve nüfuz için rekabet etme biçiminde şekillenen sanal bir ‘ikili iktidara’ önderlik edebilir. 9. Sosyal hareketlerin görece pasifliği, koşulların süreç içinde birbirine benzemesinin etkisi altındaki geçici bir durum gibi gözükmektedir. Eğer kriz derinleşir, zamana yayılırsa ve sağcı hükümetler iktidara geri gelirlerse yakın geçmişteki tarihi deneyimler, baskıcı sağcı hükümetler varlığının yanısıra yoksulluk ve işsizlikteki yoğun artışın, daha öncesinde ‘pasif’ duran halk katmanları cephesindeki kitlesel ayaklanmalara neden olabileceğinin altını çizerek bunu önermektedir. James Petras petras.lahaine.org Kaynak : sendika.org
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|