Boş ev satılınca kütüphanenin kitapları çatıda duruyordu. Ansiklopedileri kimse almak istemedi sitede. Demek ansiklopedi dönemi de kapandı. Yeğenim söyledi ansiklopediden yapılan ev ödevlerinin kabul edilmediğini. Her şey internetten yürüyor artık, ne ararsan var o gizemli dünyada çünkü.
Berlin Günceleri 20 – 27 Temmuz 2009
20 Temmuz, Pazartesi
Rahime’nin hastalığı devam ediyor.
Hanımların çoğunda aynı rahatsızlık.
“Şiir Düşünürken” tek başıma yapıyorum kahvaltımı.
Nahit Kayabaşı’nın “Şiir Düşünürken”ini bir kez daha okuyorum Akatalpa’nın Ağustos sayısında:
“Şiir düşünürken – nedense
Kendimi hep yollarda buluyorum
Sormayın nereye gittiğimi
Avare bulut gibi rüzgârda
Dağılıp kayboluyorum.”
21 Temmuz, Salı
Eski’z Kitabevi’nin sahibinin öykü ve roman yazdığını öğreniyorum bugün. Nihan Hanımın. Utanıyorum kitaplarını okumadığım için. Yazdıklarını bana getirecek. Şiir kitaplarına bakarken öykü ve roman yazan Ethem Baran’la da (ne kötü, ondan da hiçbir şey okumadım) tanışıyorum. Ortak dostlarımızdan konuşuyoruz uzun uzun.
Bir yazar nereye giderse gitsin mutlaka kitapçı, sahaf arar, bulur bugün benim ve Ethem’in yaptığı gibi.
“nihavent bir akşamdı
geçtim o gri suları”
(Betül Tarıman)
22 Temmuz, Çarşamba
Eski’z Ktabevi’ne bir zamanlar oluşturduğumuz kütüphanenin kitaplarını götürüyoruz Ender Beyle. “Okuma Evi”nde epeyce kitap birikmişti. Boş ev satılınca kütüphanenin kitapları çatıda duruyordu. Ansiklopedileri kimse almak istemedi sitede. Demek ansiklopedi dönemi de kapandı. Yeğenim söyledi ansiklopediden yapılan ev ödevlerinin kabul edilmediğini. Her şey internetten yürüyor artık, ne ararsan var o gizemli dünyada çünkü.
23 Temmuz, Perşembe
“Vatandaşın Yeri”ndeki Kıyı dergisinin redaksiyon toplantısına beni de çağırdı Aysel Hanım. Çok renkli, çok konulu, çok yazarlı, çok resimli, çok reklamlı... bir dergi, Kıyı. Son Sayısı “Çevre Sorunlar”na ayrılmış. Gelecek sayısının dosya konusu “trafik” olacak, öyle karar verdiler. Benim alıştığım türden bir dergi değil, Kıyı. Bir de Papalina var aylık çıkan. Daha çok haber ve yorum dergisi. Orada öğrendim
“Gece Pazarı” kurulduğunu Ayvalık’ın içinde.
Sonra Turgut ve Uğurla buluştum sahildeki kahvede. 18 Ağustosta belediyenin desteğiyle yapılacak şiir etkinliğinden konuştuk: Veysel Çolak, Ahmet Telli, Zeynep Uzunbay, Suzan Samancı, Tuğrul Keskin ve ben katılacağız şiir gecesine. Arif Damar da onur konuğu olacak gecede. Bakalım bu etkinliğin arkası gelecek mi önümüzdeki yıllarda. Yazın kim şiir okur, kim şiir dinlemek ister acaba? Göreceğiz.
24 Temmuz, Cuma
İstanbul’dan Emre’yle Belinda geldi.
Aile de misket gibidir bazen; dağılır, saçılır, hayat böyle ister. Sonra bir araya gelir herkes, ya tatil başlar, ya da düğün, eğlence. İkisi de güzeldir insan birbirini sevince.
Poyraz durdu, yeniden güç toplamak için çekildi bir köşeye.
Ağustos böceklerinin kulağı sağır eden korosu yeniden sahne aldı.
Havadan konuşuluyor durmadan, denizin sıcaklığından, soğukluğundan da.
25 Temmuz, Cumartesi
Dirim’in kız arkadaşı da geldi bu sabah.
Çatı kapıldı.
Ben salona sığındım kitaplarımla, bilgisayarımla.
Yeni bir şiirin sürgün verdiğini duyumsuyorum; “zeytunî acı”
Gölgede kırk bir derece Bizimköy.
26 Temmuz, Pazar
Beni şiirlere sarıp semt pazarına gömsünler; sebzelerin, meyvelerin çeşitli otların... ortasına.
Her şeyden alamadık ama alınacak da başka bir şey kalmamıştı zaten.
Pazardan rokasız dönmek yok, mevsimin meyveleri, sebzeleri de olacak illâ torbalarda.
Kırmızı pancar turşusunu yapmaya girişti hemen Rahime.
Hele zeytinyağlısız buzdolabı boş geliyor bana.
27 Temmuz, Pazartesi
Daha önce Kadın Öykülerinde İstanbul ve Ankara’yı okurlarla paylaşan Sel Yayınları bu kez de Kadın Öykülerinde Karadeniz’i (Sel Yayınları 2009) yayımladı. İlgimi çeken ve bir türlü görme olanağı bulamadığım bu bölgenin özelliklerini yansıtan öyküleri okudum onca hengamenin arasında.
Ev kalabalık olunca okumam ve yazmam da kenara çekiliyor sessizce içimdeki isyanları bastıra bastıra. Yine de fırsat buldum Karadeniz bölgesinin zengin insan, doğa ve kültür özelliklerini içeren öykü seçkisini tadına vara vara okumaya bir gölgede.
Bölgesel özelliklerin imgesel alana taşınması öykülere ayrı bir tat katmış: “Karayemiş dalları, fındık dipleri, kömür vagonları, alabildiğine yemiş yamaçları ve köpüklü dalgalarıyla, bu yurdun denizi insanına, insanı denizine benzeyen kuzeyini” anlatmış kadın öykücüler. “Yağmurda ıslanmış dar sokaklardan, rüzgârda salınan mısır tarlalarından, çağıldatyıp giden derelerden” geçtim. Farklı “sesler, kokular” devşirdim öyküden öyküye. Anılara, yollara karışıp gittim kendime dönüp bakınca.