|
Özlemlerimin KapısıKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 08 Ağustos 2009 05:55:38 Gece nasıl anlatılır tatil başlamışsa, heyecan doruktaysa? Uçakta yazma olanağı yok ama düşün dur; düşme korkusu ilk kez yanıma kadar sokuldu hava boşluklarında. İzmir, sıcağın başkenti! Adnan Menderes Havaalanı, özlemlerimin kapısı! Uçakların biri inip biri kalkıyor.
Berlin Günceleri 13 – 19 Temmuz 2009 13 Temmuz, Pazartesi Okulu unutmak istiyorum artık. Unutmak kolay değil, biliyorum. 29 yılımı aldı benden. Para kazandığım yer olduğu için unutmam kolay değil. Meslek olarak öğretmenliği hiç benimseyemedim. Hiç düşünmediğim bir mesleği yapar buldum Berlin’de kendimi. Ben onu değil, o beni buldu sanki. Para kazanmam gerekiyordu. Para kazanacak yer olarak da öğretmenlik karşıma çıkınca başka ne yapabilirdim ki. Yine de çok yararlı, başarılı bir öğretmen olduğumu düşünüyorum yazarlığımın yanında. Yazarlığımla paralel götürdüm öğretmenliğimi de. Uzun yıllar öğretmen olarak çalışınca verimi azalıyor insanın. Bende olan da bu işte. 29 yıla ulaşınca öğretmenlikte, verim falan kalmadı. Hani “pili tükendi” derler ya, öyle işte. Bitmeli artık öğretmenlik. Kendimi tümüyle yazmaya vereceğim zamanları özlüyorum, arıyorum, bekliyorum. Yarın okulun son günü. Buna çok seviniyorum. 14 Temmuz, Salı Cevat Çapan’ın “Yol Defteri” şiirinden anlıyorum onun da yanına defterler almadan yola çıkmadığını. “Yolu yarıladın mı, / gerisini düşünme. / karanlığın koynunda / meleklerin gözleri / o ateşböcekleri / korusun seni.” O böyle yazmış yolu, yolculuğu anlatırken “Yol Defteri”ne. Ben de hazırladım kareli yol defterlerimi. Uçakta, garajda otobüs beklerken, otobüste... bakalım neler yazılacak. Behçet Necatigil’in “Yol Çantası” şiiri yola hazırlığı da imliyor, yolcunun dünyasını da: “Üstünde bir yazı: Hazırlık / Bir gencin olmalı / İnince yolcular / Biletçi bulmuş / İlk yardım çantasına benziyor.” Bir gencin unuttuğu çantaya yazılan şiir unutulan çantaları da gündeme getirmese de, böyle bir konuda şiirde kendine yer bulabiliyormuş demek ki dedirtiyor. Benim de çantalarım hazır. Kendim de. Ver elini Ayvalık! 15 Temmuz, Çarşamba Gece nasıl anlatılır tatil başlamışsa, heyecan doruktaysa? Uçakta yazma olanağı yok ama düşün dur; düşme korkusu ilk kez yanıma kadar sokuldu hava boşluklarında. İzmir, sıcağın başkenti! Adnan Menderes Havaalanı, özlemlerimin kapısı! Uçakların biri inip biri kalkıyor. Yolcu yoğunluğu ortada. Gece, uzun bir ıslık gibi ıslak; nemli: 29 derece. Garajlar tenha. Fransa’dan gelen malûlen emekli olmak için mücadele eden Mehmet’le çay içip sohbet ediyorum otobüsün hareket saatini beklerken. Garajdaki polisler kaçıncı kez aynı film izliyorlar acaba? Truva, tam saatinde kalkıyor. Çanakkale’ye doğru yol uzayıp gidiyor çift gidişli gelişli. İzmir Ayvalık arasındaki değişmeyen doğa; yer yere zeytinlik, yer yer çıplak ve ihmal edilmişlik göze çarpıyor hemen. Evdeyim. Toplu şiirlerimi, Küçük Deniz’i görüyorum ilkin. Bu beni kendime getiriyor ve merakım yelken indiriyor. Narın maşallahı var, dalların belini büküş narlar. Kahvaltıyı betimlemeye gücüm yetmez.; roka, kokulu köy domatesi baş köşeye kuruldu. Komşular hoş geldine geliyor bir bir. Akşam soframızda yok yok. Efe rakının yaş üzümü de sızma zeytinyağı gibi. Bir süre sonra masadan kopuyorum. Uyku gözlerimden akıyor. 16 Temmuz, Perşembe Sabah denizini kaçırdım erken uyanamadığımdan, yol yorgunluğu ağır bastı, beni kündeye getirdi. Ayvalık’a iniyorum öğleden sonra. Her şey bildik Ayvalık’ta. Hiçbir değişiklik yok. İnsanların çoğu tanıdık. Selamlaşıyoruz. Emlâk vergisini ve su parasını yatırıyorum. Yunanistan’dan gelenler pazarı doldurmuş. İnternet cafede maillerime bakmaya çalışıyorum. Cafe, hınca hınç dolu. Dolmuşlar siteler arasında mekik dokuyor yavaş yavaş. 17 Temmuz, Cuma Sabah erken kalkıyorum. Doğru denize. Tanıdıklarla selamlaşıyorum hal hatır sorarak. Nasıl bakir bir doğa var burada! Yüzmeye doyamıyorum. Eve gelirken alıyorum ekmeği, gazeteyi. Havuzun buz gibi duşuyla kurtuluyorum deniz tuzundan. Kahvaltıyı ben hazırlıyorum dudaklarımda yarım kalmış bir ıslıkla, kiraz, karpuz da konuğumuz bugün. Kırmızı yayınlarının, Sel yayınlarının yeni kitapları geldi. Akşam Bora Beyle denize gidiyoruz. Kalabalığa aldırmadan yüzmek iyi geliyor. Sekize çeyrek kala buluşuyoruz Bora Beyle. Ben iki şezlongu, o da bira, şarap ve çerezden oluşan küçük sepeti yükleniyor. Doğru harabelerin ucuna, güneş batırmaya. Kırmızı şarap buzdolabından çıkmış. Şarap renkli gazoza dönüşmüş, hararetimi kesiyor ya, gerisi önemli değil. Güneşin batışı beni bir yerlere sürükledi, Bora Bey de daldı gitti ötelere. 18 Temmuz, Cumartesi Erkenden Ayvalık. Boş kolonya şişesine doldurtuyorum limon kolonyası. İnternet cafe yine. Dönüş yolunda bu yıl açılan Kipa’ya götürüyor beni komşum Ender Bey. Serinliğin dışındaki şeyler ilgimi çekmiyor değil, çekiyor. Akşam Sarımsaklı. Rahime’nin teyzesindeyiz. Kampta. Bira içiyorum yemekte. Manzara olağanüstü. Midilli’nin ışıkları ince bir kolye gibi göz alıyor. Gece Rahime’nin midesi bozuluyor. Aynı şeyleri yedik, bana bir şey olmuyor oysa. 19 Temmuz, Pazar Yeğenimle pazara gidiyoruz Armutçuk’a. Yeni bir Pazar yeri yapılmış. Eskisi sokak aralarında ve daha sevimliydi, halkla iç içeydi bana göre. Yenisi kocaman bir baraka sanki: Rahat ve gösterişli. Alışverişe doyamıyorum: Mor patlıcanlar, küçücük, çiçeği burnunda kabaklar, semizotları, Ayşekadın fasulyeler, Napolyon kirazı, karpuz, bamya, Roma domatesi, roka... alıyorum iştahla. Rahime’nin midesi alıp alıp vermeye devam ediyor. Patates haşlıyorum. Komşular ilaç yetiştiriyor. Özlem yoğurtlu çorba getiriyor. Öğlene sebzeli makarna pişiriyorum. Rahime’nin yeğeni Gizem’le Asena geliyor İzmir’den.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|