Şeyh Galip'in Nîzâmî'nin ve Fuzûlî'nin "Leylî vü Mecnûn"undan izler taşıyan, esinlenen, Hüsn ü Aşk'ını okudum divana uzanarak Abdülbâki Gölpınarlı'nın çevirisinden. "Geçmişlerin arzından ileriye geçtim, bir başka lûgatle konuştum"
Berlin Günceleri 22 – 28 Haziran 2009
22 Haziran, Pazartesi
Yağmur yağıyor ve ben yürüyorum okula. Okuldan çıkıyorum yorgun argın, kapkara bulutlar ve ben yürüyorum eve. Evde yemek hazırlığına girişiyorum hemen öksüre öksüre. Etli bezelye koyuyorum ocağa. Bir de pirinç pilavı yanına. Evi mis gibi yemek kokusu sarıyor.
Türkiye’den dergi ve kitap akışı durdu. Canım o yüzden sıkkın.
23 Haziran, Salı
Çiğdem Sezer’in yeni şiir kitabı Denizden Geçme Hâli (YKY 2009) üzerine yazmaya çalıştım. Sıçrama yapan bir kitap bu, şiirler sayesinde.
“etimizden bir parça koparıp gider hayat ve dayanırız
dayanırız yaşamak ağır basar içimizdeki akrep
kendini sokmadan evvel bütün kelimeler ateşe koşar” (Kelebekleri Öldürürüz Sokağı)
Hayatı ve kendini iyi kavramış şiirler, ustalaşan bir şairden.
24 Haziran, Çarşamba
Nezleyi atlatamadım hâlâ. Doktora da gitmedim. Kendi usullerimi kullanarak iyi olma çabasındayım, bakalım nereye kadar gidecek bu. Boğazımı açacak pastil alıyorum, biraz iyi geliyor, bal da.
Burnumun akması durdu.
Öksürük devam ediyor hızı kesilmiş bir halde.
Yorgunluk ve halsizlik geçti, geçiyor.
Günter Grass iyice sardı beni. Sürükleniyorum onunla savaşın içine, ölüme doğru.
25 Haziran, Perşembe
Günter Grass’ın Soğanı Soyarken’ini bitirdim. Zor bir kitap değil ama yorucu, okurken yoruldum. Çok dikkat istediğinden belki de. Geçmişini, yaşananları sürekli sorgulayan ve sorularına yanıtlar arayan bir yazar, Grass. Yazdıklarında yaşamındaki kimi olaylarla örtüşmelere dikkat çekiyor. Ailesinin, kendisinin yaşadıklarından yola çıkarak yorumlar üretmeye çalışıyor. Savaşın yıkıntılarından biyolojik, cinsel açlıklarına, taş ustasından heykel yapımına, çizimlere, portrelere, aşklarına, gezilerine, şiir, öykü ve romana... uzanıyor açılımlar getirerek. Teneke Trampet yüzyılın en önemli romanlarından ve yazarına 1999 Nobel Edebiyat Ödülü’nü getirdi. Liseyi bitirmeden sanatla yoğrulu bir yaşamın adım adım nasıl kurulduğunu enfes bir dil ve kurguyla ele alıyor, Grass.
Berlin’e doğru yola çıkışını şöyle ele alıyor: “1 Ocak 1953’te, kış yarıyılının ortasında, İngiliz işgal bölgesinden Sovyetlerinkine giden trenle ayrıldım Düsseldorf’tan: Yanımda pek az eşyayla ama hâlâ nereye gideceklerini bilemeyen bolca sözcük ve hayalle.”
26 Haziran, Cuma
Akşam Akademie der Künste’deki Onuncu Berlin Şiir Festivali’nin açılışına gittim.
Türkiye’den hiçbir şair davet edilmedi bu yıl da. Ana konu Afrika. Bu yıl. 23 değişik ülkeden 140 şair yer alıyor festival programında. Afrika ülkeleri şair, yazar ve sanatçılarına sponsor oluyor ülkelerinin adını dünyaya duyurmak için. Büyük bir yarış içindeler Batılı devletlere kendilerini göstermek için. Merak ettiğim ülkeler ve şairlerini kaçırmamaya çalışacağım.
Kokteylden sonra Metin’le çıktık. Tipik Berlin yemekleri yapan bir lokantada yedik içtik uzun uzun sohbet ederek.
27 Haziran, Cumartesi
Evi temizledim. Oysa ev temiz, tertipli. Ama içime sinmedi yine de lavaboları ovdum, parkeleri sildim, halıları süpürdüm, mobilyaların tozunu aldım. Alışverişe gittim yolumu uzatarak.
Şeyh Galip’in Nîzâmî’nin ve Fuzûlî’nin “Leylî vü Mecnûn”undan izler taşıyan, esinlenen, Hüsn ü Aşk’ını okudum divana uzanarak Abdülbâki Gölpınarlı’nın çevirisinden.
“Geçmişlerin arzından ileriye geçtim, bir başka lûgatle konuştum”
28 Haziran, Pazar
Metin Celal’i bize çok yakın banliyö treni durağında karşıladım. Ara sokaktan yürüyerek eve bize geldik. Türk edebiyatını, şiirini, yayın dünyamızı, yayınevlerini, ortak dostlarımızı konuştuk uzun uzun. Sonra şair Acem Özler ve öykücü Menekşe Toprak da geldi. Hindi eti, bulgur pilavı, salata, peynir tabağı ve kovundan oluşan akşam yemeğimizi yedik. Güney Afria ve Avusturya şarabı içtik.
Onlar gidince masayı topladım, bulaşıkları yıkadım.
Hüsn ü Aşk’ı elime aldım. Kaldığım yerden okumaya başladım:
“Bir can soluğuyla coştur beni; gönlümün İsa’sını susturma.”