|
Kozmosdan Tanrıya (4)Kategori: Merkezli Düşünme | 4 Yorum | Yazan: Metin Bobaroğlu | 05 Temmuz 2009 07:15:50 Batının aydınlanma düşüncesi döneminde büyük bir devrim oldu. Daha sonra Kant buna bir eleştiri getirerek ters duran düşünce dizgesini düzelttiğini söyledi. Kant bir devirme yapıyor, Platon'u deviriyor; entelekyayı rasyonun altına alıyor rasyoyu yukarı koyuyor.
Batı inancında bu teslis var. Fakat Scotus Oriegena bu teslisin simgesel olduğunu, gerçek olmadığını, birlik ve bütünlük ilkesinin yalınlığının, anlaşılmazlığının karşısında onu anlaşılır kılacak bir düşün hareketi için gerekli olduğunu ortaya koydu. Oriegena’ya göre bu üçleme dinamik, gerilimli birlik ve bütünlüğü kavramaya yönelik ussal bir işlemdir. Burası çok önemli, çünkü teslisi bir inan konusu olmaktan çok düşünce hareketi için bir dinamik olarak gördü. Tanrı birdir önermesini derinlemesine sorguladı: Biz burada sayısal biri mi anlayacağız? Yoksa her şeyin birbiriyle ilişki içinde olduğu bütünlüklü bir tanrı kavramını mı? Ya da varolanların ilk nedeni olma anlamında bir tanrısallık mı anlamamız gerekir? Kant diyor ki sezgiler, sezgi yetileri bizim duyarlığımıza aittirler ve algı alanını beslerler; ama idealar ya da kategoriler bilincin apriori ilkeleri, bilme ilkeleri, tümeller bunun üstündedir ve rasyoya aittirler. Asıl rasyo bunlardır der. Böyle bir ters çevirme vardır. Peki, bunun ne önemi var? Buna ilerdi değineceğiz. Sonra Hegel gelir. Platon’un bu entelekyası aslında arı kavramların tanınması dünyasıydı. Kant buraya giremeyip diyalektik kapıda kaldığı için böyle zannetti, der. Böylece tekrar temaşa alanını açar. Platon’un anlatmak istediğini kavramsal düzeyde gerçekleştirir. Bir ters çevirme de Hegel’den gelir. O der ki Kant’ın düşüncesini ben ters çevirdim. Daha sonra da Marks gelir ve Hegel düşüncesinin başının üzerinde durduğunu onu kendisinin tekrar ayakları üzerine diktiğini söyler: Hegel düşüncenin günlük yaşamın gerçeklerinden koptuğunu, salt düşüncenin hareketleriyle ilgilendiğini söyler. Augustin’e döndüğümüzde, o arayışını sürdürür:Sezgi gücü var ve bu ustan sonra gelir, tamam. Peki, nasıl gerçekleştireceğiz bunu? Bu kapıları nasıl açacağız? Bu deneyimleri yani dış deney değil de iç deneyimlerini nasıl yapacağız? Kendimizi soyutlayacağız diyor, soyutlama yolunu seçiyor. Bir manastıra çekilerek orada tüm dünya fenomenlerinden soyutlanmalı, bilinci salt düşünme edimleriyle kullanabilmeli. İşte bu soyutlama-soyutlanma sürecinde bu sezgi gücü açığa çıkarılabilir ve tümeller temaşa edilebilir. Tümel aklın öğeleri de olan bu tümeller yoluyla tanrının aklına girmek ve onları görmek mümkündür, diyor. *** Tanrı kavramını düşünsel olarak sorguladığımızda; herkes tanrı dediğinde, aynı terimi kullandığında, kavramı aynı içerikle oluşuyor mu? Şimdi onu sorgulayacağız. St. Augustin anlamak için inanıyordu. Sonra Oriegena var, önemli bir isim. Diyor ki; tanrı bir inan konusu ve anlama konusu olmaktan öte reel bir tözdür. Yani tanrı bir düşünce konusu değil, bir gerçekliktir, olgusaldır, evrenseldir ve asıl gerçeklik odur. Tikel olanlar ise yani insan aklı ya da nesne, olay, olgular onun açınımıdır; tasavvuf düşüncesinde buna tecelli deriz, bunlar geçici görüntülerdir, asıl olan tanrıdır, gerçeklik bir tek onda olabilir. O halde onun dışında hiçbir şey gerçek değildir, çevremizde gördüklerimiz o gerçekliğin yansımalarıdır. Tanrı merkezli bu düşünce tarzı ortaçağa damgasını vurmuştur. Ancak bu niteliği Augustin’in düşüncesi değil, Oriegena’nın bu realizm anlayışı belirlemiştir. O, tanrının birliği ve kutsal üçleme, simgesel sözcüklerdir, reel değildirler diyor. Teslis, yani üçleme ise birlik ilkesinin yalınlığını ve bütünsel oluşunu, başka bir deyişle birliğin durağan değil dinamik olduğunu gösterir. Burada da düşünceye ilgi çekici, büyük bir katkı getiriyor. Hermetik öğretide de var olan üçleme Hıristiyan inancında Baba-Oğul-Kutsal Ruh olarak ortaya çıktı. Söz konusu üçleme İznik Konsüllerinde tartışılarak onanıp Hıristiyan düşüncesinde en önemli tema haline geldi. Filozoflar bunun üzerine düşünüyorlar. Tanrı düşüncesini sadece bir inan konusu olmaktan çıkarıp düşünce hareketlerinin bir ilkesi haline getiriyorlar. Bu tutum öylesine ileri gidecek ki aydınlanma döneminde akıl sorgulamasıyla düşünce dünyasını alt üst eden Kant “Tanrı olmaksızın düşünce yapılamaz” diyor. Burada tanrı ilke olarak tanrı; birlik bütünlük ilkesi olmaksızın hiçbir düşüncenin kavramlaşamayacağı anlamında bir tanrıdan söz ediliyor. Kant’ın burada tanrı sözcüğünü kullanması aslında bir gönderme. Dinsel bir terim kullanmış olması aslında onun felsefi niteliğini bozmuyor. Sadece aralarında bir bağ olduğunu göstermek istiyor. Hegel bu düşünceyi daha da geliştirdi: İnsan düşüncesinin örtük olarak dinsel boyutta bütünlüğü böyle sezdiğini söyledi, fakat daha sonra bunu kavramlaştırıp ilke olarak ortaya koydu. Böylece bu fikirleri düşüncenin arı kavramlarına ulaştırdı. Artık insan kendi üstüne katlanan düşünceye ulaşmıştı, kendi bilincini kendine konu edinerek hakikati arı kavramsallık düzeyinde kavrama düzeyine erişmişti. Kavramınız nedir? Bir tanım yapıp kendi bilincinizi bununla sınırlarsanız, zamanla farklı düşüncelere katlanamaz duruma düşersiniz, hepsini yok etmeye yönelirsiniz. Radikalizm denilen şey aslında böyle bir tutumun adıdır. Oysa her şeyin özüyle kavranması; göründüğü gibi kabul etmemek, onun arkasındaki onu o yapan nedenleri bulmak demektir. Batı dünyasının İslam dünyasına “radikal İslam tehlikelidir” derken böyle bir düşünceden bakarak onu söylüyor. Ama Anadolu Bilgeliğinde açığa çıkan tevhit düşüncesi İslam’ın özünü oluşturuyor. Tevhit demek; bireşim demek ama bu bireşim Batıdaki sentez gibi değil: Sentezler kalıplardır. Tez-antitez-sentez durağan, mekanik düşünme kalıplarıdır. Her ne kadar kendisi kalıptan kalıba geçerek sürdürüyorsa da özünde bir kalıptan bir başka kalıba geçiş yapıyor. Birliği belirleme noktasında tutuyor. Tevhid bir dengedir, ama bir harmoni’dir; sürekli değişen, dinamik bir süreç. Her durumda kendi iç tutarlılığını ve bütünlüğünü koruyan bir süreç. Sentez anlayışı devam ettirir, halbuki tevhidi anlayışta asıl argümanımız tenzihtir, yani soyutlama. Peki, Tevhit meselesinde soyutlama yapmanın düşünsel edimi nedir? Nasıl yapılır ve düşünsel aletimiz nedir? Yanıt çok basit; soru sormak. Tenzih demek kuşkulanmak demek, ama yöntemsel olarak kuşkulanmak. Bir biçimi parçalarken başka biçime geçiyorsun, bir belirlenimi parçalarken başka bir belirlenim yaratıyorsun. Kartezyen yöntemde olduğu gibiönce çözümleme yaparım, en yalın haline getiririm sonra bir araya getiririm biçiminde bir düşünsel yöntem değil. Her çözümleme ya da soyutlama bir birleştirmedir zaten, dolayısıyla referanstan referansa geçmektir, ondan ona geçmek. Geçiş kavramı en önemli kavramlardan biri, soyutlama geçiş kavramını yaratır. Sürekli soyutlamada, sürekli tenzihte bulunma geçişi yaşayabilmeyi sağlar. İşte bu geçiş bizim sezgi dediğimiz olguyu doğurur(us’un sezgisi). Sezgi gücünü yaratan geçişlerdir. Yoksa anlıksal belirlenimler, tasarımlar aklımızı kilitler: Bu budur üzerine yönelip bu bu değildiri ortaya çıkarabilmek sonunda bizi başka bir “Bu”ya götürür. Metodik anlamda kuşkunun kendisi böyle bir düşünce işletim yöntemidir. Eğer bu yöntem düşünsel anlamda değil de duygusal anlamda kullanılırsa bizi paranoyaya götürür, ama düşünsel alanda işletilen kuşku ise sezgiye götürür. Sezgi, ki usun bütün edimleriyle kendisine güç verdiği bir temel yetidir; aslında sanatın, bilimin ve dinin buluştuğu yerdir, ortak kökleridir. Belirlenimden belirlenime geçerken aradaki o geçişleri yaşamak, bunu bilincimiz için kullanılabilir hale getirmek bize her alanda yeni ufuklar açar. Eğer bunu tarihe, toplamsal yaşama aktarırsak karşımıza değişik kültürler, değişik inançlar çıkar. Bunlar arasında bir entegre olma eğilimine girdiğinizde, soyutlama yoluyla bir anlayış oluşturduğunuzda ne sen, ne de o olmayan, ama bunları dinamik bir birliğe getiren üçüncü noktaya varılır. İşte bağdaşmanın da tevhidi budur, orada tevhit olur. Tevhit olmak bunları toplamak değil, aksine o kaymayı sağlamak. Bu çoklu birlik 10yy dan 12yy sonuna kadar gerçekleştirilmiş, yaşam biçimi haline getirilmiş. Peki, bu olguyu hem gerçek kılmak hem de denetleyebilmek nasıl mümkün olabilir? Toplumsal yaşamda etkin olarak ne varsa; kültür, sıfat, olgu, öğreti, tutum hepsine tenzih ile yaklaştığınızda o kendi yapısının dışına yönelir. Dış referansa yönelmiş olursunuz ve bu yönelim size hüsnüniyet kapısını açar. Bu, psikologun farklı bir insanla karşılaştığında tepkisel değil onun durumunu doğal olarak kabul edip anlayışla yaklaşmasına benzer. Hekim anlar; onun hangi çocukluk sorunlarını dışa vurduğunu, hangi sorunları yaşarken bilinç dışı bir davranışa itildiğini ya da onun bilinçli olup olmadığını anlar. Bilinç dışı var-olma kavramı Batıya Freud ile geldi. Ondan önce yok. Her şey bilinerek yapılıyor o zaman herkes bu bilinçli davranışlarından sorumludur. İnsan tininin bölünmez bir bütün olarak bilinç dışı ve bilinçaltını içerdiğini söylüyordu. *** Şimdi Aquinolu Thoma’ya geçmeden Oriegena’yı anımsayalım. O diyordu ki; Tanrı tözdür, yani asıl gerçeklik. Peki, bu ne demek? Şimdi tözü anımsayalım: Aristoteles’e göre töz; üzerine kategorilerin yüklendiği bir düşünsel zemin. Dokuz kategorisi vardı, onuncusu tözdü, ona yüklüyordu. Yani tümelleri bir töze yüklediğinizde o töz tanımlı olurdu, bir bilgi olurdu. Soruları, herhangi bir nesneye sorarak da elde edebilirdik bunu: Bu nedir, nerededir, nasıldır, neye göredir, ne zamandadır gibi soruları sorduğumuzda aldığımız yanıtlar o tözün doldurulmasıdır. Bu sorularımız ise tümellerdir. Ne demek tümel? Her nesne için sorulabilir olan; tözün üzerine bir nitelik olarak yüklediğimiz zaman bilgi oluşturmayı sağlayan düşünsel bir ilke. O zaman Oriagena tanrı “reel tözdür” dediğinde bütün düşünsel tümellerimizin yüklemidir demiş oluyor. Bakın çok ilginç; mantıksal açıdan son derece yukarda bir şey söylüyor. Oriagena bilgi için “kategorilerin tümünü yükleyebildiğimiz töz tanrıdır zaten”, diyor. O zaman tanrı düşünmenin temeli oldu, yani “tanrısız düşünemeyiz”, demiş oluyor. Daha sonra Kant’ı etkileyen düşünce bu. St. Thomas ise önümüze niyet kavramını koydu ve böylece bu kavramı felsefi düşüncenin içine taşımış oldu. Bir töze ancak kategorileri, yani tümelleri yüklersen o tanımlı olabilir. Bilinir demek, onun varlığını kanıtlamaktır diyordu Aristo. Ama kategoriler olmaksızın o töz boş bir şeydir. Töz bir kap gibi düşünülmüştü, kategorileri ilişkilendiren bir ilke. Bu ilke daha sonra tevhit düşüncesi içinde geçerli olacaktı. Aslında Aristo tam olarak bunu söylemek istememişti, fakat anlatamıyordu. Kategorileri kaldırdık mı o yok, o zaman töz diye bir şey yok, demek istemişti. Yani hazır bir Töz var ve biz ona kategorileri giydiriyoruz biçiminde değil… Töz ne? Kategoriler arasındaki ilişki. Aristo bunu dile getiremedi, sezdirdi sadece. Biz tözü bu bağlamda ilke, bağlayıcı bir ilke olarak gördük. Söz konusu ilkeyi bugünkü kavramlarla bağlam olarak algılayamadık. Ne zaman algıladık? Hegel’de.
YorumlarHulusi AKKANAT
{ 12 Temmuz 2009 11:07:46 }
İnsanın artık hiçbir yeni şeyi aklında tutamadığını söylemesinin bir yararı yok: Önemli olan, bir insanın içindeki Eski'ye görünüşte çarpması, bu çarpışma, meydana gelen en son şeydir Belki de bu bağlamda gerçekleşen tek şey, bakımsız kalmış olan Eski'nin canlandırılmasıdır, bu Eski, darbelerle uyandırılır. İçinde herhangi bir şey değişmese bile, en azından harekete geçer. İnsan hiçbir şey bilmek istememeli mi? Bu başarılamaz. Peki insan daha çok bilmek istememeli mi? Bunun için de insan, geri dönülmez bir tırısa kalkmıştır. Gittikçe daha çok yitirmek, nasıl yitirdiğini izlemek, önünde beliren bir özgürlük yüzünden rahat soluk almak,sendeleyerek ve sevinçle ona doğru koşmak, çünkü insan onu tanımamaktadır, gülümsemek ve hecelermişçesine soluk almak, zira sözcükler artık çok uzun gelmektedir. İnsan, yatışmak için kendine ne kadar çok şey söylemek hakkına sahiptir ve bunun sonraki etkisi ne olur? Tanrıya inanmayan biri için en zor şey: Teşekkür edecek kimsesinin olmaması. İnsan, sıkıntılarından çok teşekkür etmek için bir tanrıya gereksinir. Ustam ve Candostuma ... mustafa alagoz
{ 11 Temmuz 2009 13:25:36 }
İnsan olumsuz olana; hayır demeye, kusur görmeye daha yatkın; çünkü böylece hem sorumluluktan kurtulur, hem tanıtlama yükümlülüğünden kaçınabilir, hem de kendisinde "farklı bir şeyler, herkeste olmayan bir takım kerametler" olduğu izlenimi uyandırabilir.
Hiçbir şey kendi başına varolamayacağı gibi süreçsiz de olamaz. Gerçek kendi süreciyle, kendi ayrımlarıyla ve kendi dışındakilerle ilişkileri yoluyla gerçektir. Düşünce, aslında varlığın bu bütünlüğü olarak öznede bulunan yanıdır. Varlığın öz nitelikleri düşüncenin öz nitelikleridir. Eğer böyle olmasaydı "bilme-bilgi" diye bir şey olamazdı. Felsefe bu özsel birliğin sürecinin anlaşılması ve tanıtlanmasının tarihidir. Doğru-yanlış kavramları düşünceye ve onun edimselleşmesi olan bilgilenme sürecinin sorunudur. Doğada yanlış-doğru diye bir sorun yoktur, bu sadece biz insanların bir sorunudur. Yine biz insanlar bir türlü sonunu getiremediğimiz (hiçbir zamanda gelmeyecek olan); "şu doğru, şu yanlış" ya da "sen yanlışsın ben doğruyum" çekişmesinden bir türlü kurtulamıyoruz, hiçbir zaman da kutulamayacağız. Aslında bu diyalektik bir süreç. Bu çekişme sonunda birbirimizin gözünü oymaya da varabilir, gönlünü coşturmaya da. Her iki yol da açıktır, seçim bize ait. Eğer egomuzun tatmini, kendimizi onaylatmanın peşindeysek gözleri sakınmak gerekir. Eğer hakikatin peşindeysek bu arayış bizi bir gönül ummanına vardırır. Ortalıkta ne çok yargıç var; kendi gibi düşünmeyeni kolayca "hainlikle, satılmışlıkla" damgalayan. Ne çok eleştirmen var; herhangi bir eser (film, roman, ...) veya tutum kendi beğenilerine, hayallerine ve özlemlerine uymadığı için değersiz ilan edilip, küçümseyen... İnsan kendi edimleri ile, kendi geçmişi ile, kendi belleği ile ne denli özdeşleşirse o denli katılaşır. Artık yargıları, algıları, anlama ve değerlendirme biçimi tamamen koşullanmış, kısacası bireysel özgürlüğünü kaybetmiş demektir. Felsefi düşünme insanın kendi katılığını akışkan kılabilme, donup kalıplaşmış düşünce kayalıklarını rengarenk bir sevecenlik bahçesine çevirebilme yolculuğudur. Bunun yolu ise alternatifli düşünmedir. Hegel'in önemli bir uyarısını hatırlıyorum; "Bir felsefenin çürütülmesi söz konusu olduğunda, ... çürütülen dizge artık geçerliliğini yitirmiştir, işi bitmiştir, bir yana atılmalıdır. ... Eşit ölçüde ileri sürülmelidir ki hiçbir felsefe çürütülmüş değildir, ne de çürütülebilir. .. Bir felsefenin çürütülmesi ... sınırının aşılması ve belirli ilkesinin düşünsel bir kıpıya indirgenmesi anlamına gelir." ..."Süreçsiz sonuçlar anlamsızdır" Bu yazı düşüncenin tarihini hızlı bir şekilde ortaya koyarken, bir yandan da düşüncenin kendi içinden kendini doğurarak, hiçbir aşamayı dışta bırakmadan, onun özünü kendi içine alıp yükselterek nasıl ilerlediğine dair güçlü belirlemeler yapıyor; iddiasız ve kaygısız, düşünce bahçesinin çiçeklerini renk ve kokularıyla yansıtarak. Duyusallıktan ürüyen bataklıklar ne denli kötü kokulu ve yaygın olursa olsun, ruhun coşkusu, aklın düşünce çiçekleri hep onun üzerinde olagelmiştir, böyle olmaya da devam edecektir, tarih bunun kanıtıdır. aykut yazgan
{ 11 Temmuz 2009 10:07:19 }
Kavramınız nedir? Bir TANRI yapıp kendi bilincinizi bununla sınırlarsanız, zamanla farklı düşüncelere katlanamaz duruma düşersiniz, hepsini yok etmeye yönelirsiniz. Radikalizm denilen şey aslında böyle bir tutumun adıdır. Oysa her şeyin özüyle kavranması; göründüğü gibi kabul etmemek, onun arkasındaki onu o yapan nedenleri bulmak demektir.
yukardaki paragrafta bir tek sözcük değiştirdim. sanırım böylesi daha açık, belirgin ve mantıklı. utama ve hocama sevgilerimle. aykut Emre Secgün
{ 07 Temmuz 2009 09:48:01 }
Sayin bobaroglu,yazilariniza yorum yapabilecek kadar bilgili oldugumu düsünmedigimi,ancak severek okudugumu ifadetmek isterim.Sizi atv avrupa ASÜRE Programindan tanidim,her bölümünü kaydederek birkac defa izledim.Ben almanyada yasiyorum,3 cocugum var.tokatliyiz aslen,aleviyiz.ögrenmek istedigim ve yanlis algilandigini düsündügüm okadar konular varki beynimi yoran,konusacak, danisacak birilerini bulamadim.türkiyeden bir dede ile görüstüm ,neyazikki bana zaman ayiramadi.sizden rica ediyorum,lütfen bana mail adresinizi gönderin.bir cevap yazin.allah rizasi icin.gönderemesenizden allah sizden tabiki razi olsun.nasip degilmis derim.saygilarla efendim.rabbim hidayetini cümlemizde arttirsin insallah.ALLAH ALLAH
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|