|
Düşün Düşün (7)Kategori: Düşün Düşün | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 04 Temmuz 2009 07:09:31 "Sakalımız yok ki sözümüz dinlensin" lâfını bilirsiniz. Çok daha sonra sosyologların, psikologların ince ince düşünüp ortaya koydukları kuramları halkımız özlü olarak böylesi sözlerle kestirmeden söyleyivermiştir. Mikelanj'ın tavan resmindeki Tanrı, sakallı bir yaşlı adamdır.
Sakallı Celâl adıyle bilinen düşünürümüz sözlerinin önemsenmesi için sakallı olmanın gereğinin farkındaymış. “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur”, “Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir”, “Türkiye'de aydın geçinenler Doğu’ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar” sözleri Sakallı Celâl’e aittir. Evinde yapılan arama sırasında polis duvarda duran (sakallı) Karl Marx portresini sorunca “Rahmetli babam” diye cevaplamıştır. “Meşrutiyeti getirdik olmadı, cumhuriyeti kurduk olmadı. Biraz ciddiyete ne dersiniz?”, “Kalkın ey ehl-i vatan dediler, hep ayağa kalktık, bir de baktık yerimize oturmuşlar, biz ayakta kaldık” sözleri de Sakallı Celâl’indir. Tevfik Fikret’in öğrencisi, Nazım Hikmet’in hocası olan ve daha 1962’de ölen ve söyledikleriyle insanı düşünmeye zorlayan Sakallı Celâl’i saygıyla anıp konumuza dönelim. Bir sözü söyleyenin söylediğine değil, o kişinin sakallı olup olmamasına bakmak ne yazık ki kurtulamadığımız illetlerden biridir. İdeolojik yaklaşımınıza göre Mustafa Kemal’in ya her söylediği doğrudur, ya da her söylediği yanlıştır. Marksistseniz Karl Marx, Maoist iseniz Mao hiç hata yapmış olamaz. Thouless insanları söylenenlere inandırmak için çokça kullanılan taktikleri sıralamış. Birincisi söyleyen kişinin “otorite” sayılması, ikincisi ne söylerse söylesin, bunları kendisi de yürekten inanıyormuşçasına güven ve inançla söylemesi, üçüncüsü de söylediklerini (değişik sözcükler kullanarak ta olsa) bıkıp usanmadan tekrar etmesi. “Otorite” olmanın, ya da sayılmanın çeşitli yolları var elbette. Bizimki gibi kültürlerde “sakallı” olmanın yanısıra, adının önüne Prof. falan gibi ünvanlar koymak, ardına da bitirdiği üniversiteleri gösteren bir dizi harf sıralamak türünden şeyler “otorite” olmanıza katkıda bulunur. Birçok diktatör kendi adı sıradan bir ad olunca, örneğin Adolf Hitler yerine “Der Führer”, Benito Mussolini yerine “İl Duce”, veya Iosif Vissarionovich Dzhugashvili yerine (çelik adam anlamına) “Stalin” adını almışlar ve bunu da otoritelerini perçinlemek için kullanmışlardır. Bizde de İsmet İnönü aynı dönemde kendisine “Milli Şef” dedirtmiştir. Musevilikte nasıl Tanrı’nın adını anmak günahsa bu kişilerin asıl adını anmak ta saygısızlık sayılmış, ve onlar böylece kendilerini tanrılaştırmış, söylediklerini de mutlak doğru olarak kabul ettirmişlerdir. PKK lideri Abdullah Öcalan bunu bir adım daha ileri götürmüş, kendisinden (sanki bir kurummuş gibi) “liderlik”, “önderlik” diye söz ettirir olmuştur. İsmin ve kişinin işgâl ettiği pozisyonun yanı sıra, yüz yüze ilişkilerde kişinin duruşu, giyimi, ses tonu türünden şeyler de o kişinin “otorite” kabul edilmesine –ne yazık ki- destek olur. ABD gibi zenginliğin en büyük saygınlık sayıldığı ülkelerde bir kişinin zengin ya da ünlü olması söylediklerinin önemsenmesini sağlar. Bir milyarder herşeyi bilir. Bir şarkıcı, film artisti ya da bir futbolcu, ünlü ise otorite sayılır. Bir şarkıcıya dünyadaki AIDS krizi, bir film artistine ekonomik bunalım, bir futbolcuya insan ilişkileri konularında sorular sorulur, milyarderin sanat konularında görüşleri alınır, yanıtları saygıyla dinlenir, önemsenir. Söylediklerini inançlı ve inandırıcı bir biçimde söyleyebilmek ise sinema ve tiyatro oyunculuğu eğitimi yapanların öğrendiği beceriler arasındadır. Bunun ustası olan Hitler oyunculuk dersleri almış, aynanın karşısında el kol hareketlerini, beden dilini, hitabetini uzun uzun prova etmiştir. İpe sapa gelmez kuramlarını inançlı bir biçimde tekrar tekrar haykırarak dünyanın en eğitimli ve kültürlü halklarından bir olan Alman halkını felâkete sürüklemeyi başarmıştır. Hitler’in propaganda bakanı Goebbels, siyah saçlı ve bir bacağı sakat olmasına karşın, kendisini sarışın, sağlıklı Alman “ırkı”nın temsilcisi olarak sunabilmiş, “Big Lie” (büyük yalan) denen bu işin ilmini(!) yapmış ve bir şey (ne denli yalan ve yanlış olursa olsun) yeterince yinelenirse doğru kabul edileceğini görmüş ve kendisinden sonra gelen çerçöp satıcısı reklâmcıların pîri olmuştur. İnsanların “kutsal kitaplar”da Tanrının kelâmı olarak kabul ettikleri şeylere sorgulamadan inanıp kabul etmeleri kendilerini rahatlatır, düşünme zahmetinden kurtarır. İnsanları, kitleleri manipüle eden politikacılar da bunu örnek alarak, “biz sizin yerinize düşünürüz, hiç tasalanmayın, kafanızı yormayın” diyerek insanları rahatlattıklarını bilirler. Bir kez rahat ve rahvan olmaya alıştınız mı da, düşünmek çok zahmetli bir iş haline gelir. Koyunlar gibi meleye meleye mezbahanın yolunu tutarız. Oysa söyleyen kişi ne denli “otorite” olursa olsun, söylediklerini ne denli güvenle ve inançla yinelerse yinelesin, söylenenleri bütün bunlardan arıtıp mikroskopun altına koymak insan olmamızın ön koşuludur. Ters bir örnek alırsak, Hitler’in söyledikleri içinde doğru olan hiç birşey yok muydu, Mustafa Kemal’in her söylediği doğru muydu, Abdullah Öcalan Kuzey Irak Kürt yönetimini desteklemiyorsa, kendisine karşıyız diye biz bu yönetimi desteklemeli miyiz? Bu haftaki yazıyı yine sakal konusuna dönerek bitirmek istiyorum. Thouless şöyle bir örnek vermiş: Çenesinin altınta tek tel bir sakal olan kişiye sakallı denir mi? Denmez. İki tel sakal varsa? Hayır. Üç tel, dört tel… seksen sekiz tel? Kaç tel varsa o kişi sakallı sayılır? 3500 mü? Yâni 3499 tel varsa sakalsız, 3500 tel varsa sakallı mı sayılacak? Bir şeye ak ya da kara demeden önce belki bunu biraz düşünsek derim.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|