|
Gitmeyen bir yol var mı?Kategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 18 Haziran 2009 14:43:24 Öğlen telefon ediyorum okuldan gelir gelmez. Uçak Ankara'nın üstünde yarım saat dolanmış. İnememiş mi, yoksa başka bir şeyden mi dolanıp durmuş, kimse bir açıklama yapmadığından korku içinde beklemişler başlarına gelecekleri. Sonunda Esenboğa Havaalanına inmeyi başarmış uçak. Rahat bir nefes almış yolcular.
Berlin Günceleri 1 – 7 Haziran 2009 1 Haziran, Pazartesi Bugün tatil. Dün kutlayamadığımız doğum günümü bugün kutlayacağız. Kutlayacağız ama hava elverirse. Bahçe masasını sildim, örtüsünü serdim ve tabakları, salataları, şarap şişesini, etleri götürdüm. Mangalı yakmak için epeyce uğraştım, başaramadım. Rahime olaya el koydu ve mangal gürül gürül yandı. Etler pişerken de yağmur başladı. Her şeyi eve taşıdık. Mangal bahçede kaldı. Biz yemeğe başlayınca da hava günlük güneşlik olmaz mı! “Savaş sonrası İngiliz şiirinin devlerinden Ted Huges ile 1963’te intihar eden eşi Amerikalı şair Sylvia Plath arasındaki fırtınalı ve trajik” ilişkinin şiir Doğumgünü Mektupları (YKY. 1998). “Acılı bir hayat dilimini başarıyla sanata dönüştüren” bu kitabı bir daha okumak farz oldu doğum günüm nedeniyle. “On yıl oluyor sen öleli. Yalnızca bir hikâye bu. / Senin hikâyen. Benim hikâyem.” Aire France uçağının okyanusta kaybolmasına ne demeli! İşte bir başka hikâye! Kaybolan uçağın yolcularından biri de ben oldum rüyamda ve kabuslar içinde yarı uyur yarı uyanık sabahı ettim. 2 Haziran, Salı Okula sürünerek gittim neredeyse. Uykusuzluk ve yorgunluk hal bırakmadı bende. Hava tam Ayvalık havasıydı. Ayvalık’ı düşleye düşleye kanal boyunda yürüdüm. Bu bana biraz güç verdi. Melike’nin çevirisi çıktı en sonunda. Ondan önce ben derin bir nefes alıyorum: İran’da Ölüm, İsviçreli Annemarie Schwarzenbach’ın dilimize çevrilen ilk kitabi. Bugünkü Ortadoğu’yu ve İran’ı anlamak için önemli bir kaynak bu kitap. Roman, ama gezi izlenimi gibi de. Bölüm başlarındaki şiire, anlatıma, büyülü çırpınışlara tutulmamak ne mümkün! “Ey isimlerdeki efsun! Asya kentleri, sarp umutlar, ey sahipsiz ülkelerin başında ışıyan kubbeler! Çarpıyor mu yine kalbin?” “Ey çaresizlik! Ey inmeli kanat! –Nasıl anlatılır dayanılmaz olan? Sözcükler nasıl bulunur? Kapıldığım hastalık hangisi?” “Yabancı bir el miydi yoksa bir tesadüf müydü beni bu yabancılığın izlerine fırlatan? Korkunç karanlık,öldürücü cüssesi onun!” “Keşke o mektubu böyle cevaplasaydım: Yanılıyorsunuz, asla başına buyruk değildim! Aklanır mıydım huzurunuzda? Bana inanır mıydınız?” “Sessizlik; tek kelime etmek yok bu ülkenin ölülerine.” 3 Haziran, Çarşamba 28 – 31 Temmuz arası Kıbrıs’ta olacağım kesinleşti. (Ama hangi şehir? Bunu sormalıyım işte.) Dianysos Şenliklerine davetliyim. Şarap içilecek ve şiir okunacakmış. Bağbozumunda olmak güzel ve anlamlı. Üzüm, şarap, sanki şiirinin mayasında var. Ya da şiirin mayası üzüm ve şarapla kardeş sanki. Şimdiden heyecanlıyım. Kıbrıslı Türk şairler üzerine hazırlanan antolojileri bir daha gözden geçirmem gerekecek gitmeden önce. Kıbrıslı şair Faize Özdemirciler’in yeni şiir kitabı Rumca Küstüm, Türkçe Kırıldım kitabın başlığı da olan uzun şiir Allen Ginsberg’in Amerika ve küçük İskender’in Türkiye şiirlerinden el almış bir şiir: “ annemin babamın gençliği duruyor hileyle elimden / aldığın çocukluğumun yanında. yut onları kıbrıs, yut / bizi ve patla! / nar taneleri gibi dağıt bizi yabancı / haritalara ve yaşasın dünya ve isterse kahrolsun ada... / sen barışa uzaktan bak, barış da sana. Yalanlardan / uzamış burnunla ‘hiçbiryer’sin sen ve bizler de birer U/ ‘hiç’i az alında.” Bugün beş yumak mantı kapattım. Rahime’nin hızla açtığı mantılara elim öyle alışmış ki, hiç zorlanmıyorum artık. Sonra yaprak toplamaya gittik. “İpek gibi” asma yaprağı topladık ve Yaprak Dökümü’ne bakarken Rahime, yaprakları da sardı. Cuma günü Ankara’ya uçacak ve 9 Eylül’e kadar olmayacak Berlin’de. O yokken bizim için hazırladı mantı ve yaprak sarmasını. Toplu şiirler şu iki dizeyle bitecek: ahşabı dinle akan hüznü yalan da olsa bak yüzüme 4 Haziran, Perşembe Rahime Türkiye’ye hazırlanıyor. Evin altı üstüne geldi götüreceklerini bir yana, götüremeyeceklerini başka bir yana ayırıp duruyor. Armağanlar, çikolatalar, giysiler... yığıldı kaldı. Üç litrelik şarabı götürüyor olması beni daha fazla ilgilendiriyor ötekilerden. Ayvalık’taki komşularımızla balıklı, şaraplı aksam yemekleri geleneksel hale geldi. Rakıdan yorulan midemi şarapla dinlendirme isteğimin dışa vurması bu sevincim, Ayvalık’a şarap götürüyor oluşumuz. Sonunda bavul kapanıyor, tartılıyor. Ben akşam yemeğini hazırlıyorum. “Yeter bana mezar taşı olmak / Anadol’da” (Ahmet Ada) 5 Haziran, Cuma Sabah saat beşte Emre geldi. Rahime’yi havaalanına bıraktı. Bir aksilik olmamış bavulunun kilosunda. Bagajın kilosunu ayarlamak hiç de kolay olmuyor. Götürülecek bir yığın şey çıkıyor yıl içinde bir köşeye konan. Sonra da sıkı bir ayıklama başlıyor yolculuk yaklaşırken. Bu işin üstesinden iyi geliyor Rahime. Öğlen telefon ediyorum okuldan gelir gelmez. Uçak Ankara’nın üstünde yarım saat dolanmış. İnememiş mi, yoksa başka bir şeyden mi dolanıp durmuş, kimse bir açıklama yapmadığından korku içinde beklemişler başlarına gelecekleri. Sonunda Esenboğa Havaalanına inmeyi başarmış uçak. Rahat bir nefes almış yolcular. “Gitmeyen bir yol var mı? Büyük Olsun isterse varoluşun acısı. Gidiyorum Hüzünden anıtlar bırakarak.” (Ahmet Ada) 6 Haziran, Cumartesi. Bölük pörçük bir uykudan sıyrılmak kolay olmuyor. Gördüğüm düşleri anımsamaya çalışıyorum. Hiçbir ipucu yok belleğimde. Uçup gitmiş hepsi. İlkin postaneye, sonra alışverişe gidiyorum kahvaltının ardından kanal boyundan, yolumu uzatarak. Tut Elimi Anne (çocuklara şiirler) dosyamı yolladım Can Yayınlarına Aldığım karpuz, şeftali, yoğurt ve balı yerleştiriyorum alışveriş çantama. Ev sessiz. Yadırgıyorum bu sessizliği. Geçiyorum bilgisayarımın başına. 7 Haziran, Pazar Çok iyi çalışıyorum öğlene kadar. Ressam Ataç Elalmış’ın Keçinâmeler adını verdiği tabloları üzerine yoğunlaşıyorum. Uzunca bir yazı oluşuyor. Adnan Binyazar’in yeni öykü kitabı Şah Mahmet’ten sonra resim yazısı beni dinlendiriyor. Şair Acem Özler’e kadar yürüyorum öğleden sonra. Şarap içiyoruz kiraz, karpuz ve peynirler eşliğinde. Yazdığı Balkonlar şiirini konuşuyoruz. Acem, şiirde sesi seviyor. (Kim sevmiyor ki?) Ne var ki şiirindeki fazla sesi ayıklamasını bilmiyor. İstemiyor şiirindeki fazlalıklardan kurtulmayı. Görmek istemiyor düz yazı cümlelerindeki kesinlik belirten “dir, dır”larla oluşturduğu sesin şiirini boğduğunu. Oysa, şairlik, şiirindeki fazlalıklardan kurtulmayı bilmeyi de gerektiriyor. Yine epeyce dizenin sonundaki takıldığım ve şiire hiçbir şey katmadığını düşündüğüm hece yinelemelerini, uyan da değil bunlar üstelik, kırmızı kalemle çizdim ama onun gönlü bu fazlalıklardan kurtulmaktan yana değil. Emre ile Belinda’ya Rahime’nin yaptığı gibi nohutlu, küçük köfteli mantı yaptım. Mevsim salatası ve karpuz da soframızı süsledi.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|