|
|
Tektip Kıyafet, Tektip SiyasetKategori: Türkiye | 2 Yorum | Yazan: Tayfun Şahin | 27 Nisan 2009 01:38:56 Yaşı 30 ve üzeri olanların kolaylıkla hatırlayacağı üzere, büyük alışveriş merkezlerinin olmadığı, hazır giyim sanayinin bu kadar gelişip, modanın bu kadar egemenlik kurmadığı 80'lerde ve 90'ların başında; insanlar terzilere kıyafet diktirirlerdi.
Her terzi ürettiği şeye kendinden bir şeyler katar dikişiyle, küçük bir nakışla ya da fazladan konmuş bir düğmeyle bütün gömlekler birbirinden farklı olurdu. Bugün pek çok gencin kâbusu olan; aynı kıyafeti giyen biriyle aynı ortamda olmak, tele vole diliyle ‘Pişti’ olmak, o zamanlar imkânsız gibi bir şeydi. Ancak 80 darbesinin hemen ardından Özal vasıtasıyla ülkemiz hızla Avrupa ve Amerika pazarlarıyla bütünleşince kıyafetlerdeki farklar gibi hayatın her alanındaki çeşitlilik de ortadan kalktı. Artık öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, Amerika’dan Çin’e, Rusya’dan Mozambik’e kadar hemen herkes aynı şeyleri giyip, aynı şeyleri içer hale geldi. Küreselleşme diye pazarlanan bu süreç o kadar büyük bir hıza ulaştı ki, Amerika’da moda olan bir kot pantolon ertesi hafta Türkiye’de satışa çıkıyor ve belki aynı saatlerde Japon gençleri de aynı pantolonu almış oluyorlar. İnsanlar inanılmaz bir şekilde ‘tektipleştiriliyor’, kalıplara koyuluyorlar. Elbette tektipleşme sadece kıyafetlerde ya da yeme-içme alışkanlıklarında yaşanmıyor. En az onlar kadar siyaset ve söylemler de birbirine benziyor bu yeni dönemde. Gürcistan’da yaşanan ‘Karanfil Devrimi’yle, Ukrayna’da yaşanan ‘Turuncu Devrim’ yöntem, söylem ve amaç bakımlarından neredeyse aynı özellikler taşıyor. Ya da, Soros’un Amerika’da söyledikleriyle Türkiye’de çok özgün fikirler sunuyormuş gibi konuşan ‘Numaralı Cumhuriyetçiler’ arasında hiç bir fark yok. Son günlerde Ermenistan-Türkiye ilişkilerinde yaşananlara bakınca bu tektipleşmenin artık iyice ayyuka çıktığına bir kez daha kanaat getirdim. Kıyafetlerdeki aynılık gibi, konunun adı değişse de, hikâye hiç değişmiyor esasında. Bildiğiniz üzere 2004 yılında Annan Planı çerçevesinde Güney ve Kuzey Kıbrıs’ta aynı gün bir referandum yapılmıştı. O süreçte neler yaşandığını kısaca hatırlarsak, Ermenistan meselesini de kolayca anlayabiliriz diye düşünüyorum. Önce Annan Planı tartışılmaya başlandı ve ‘Plan’ ne getiriyor, Rumlar ne alıyor, KKTC ne veriyor gibi konular gazete sayfalarını süsledi bir süre. Kamuoyu yeterince kıvama getirildikten, daha doğrusu Annan Planı’ndan haberdar edildikten sonra kılıçlar çekilip demagoji ve yaftalama safhasına geçildi. Başta basınımızın ağır(!) liberalleri olmak üzere, haftalarca süren bir propaganda dönemine şahit olmuştuk. ‘Çözümsüzlük çözüm değildir.’ Sloganından başlayıp, ‘Avrupa Birliği’ne girmemizin önündeki en büyük engel Kıbrıs’ demeye kadar her şey söylendi o dönemde. Hatta Mehmet Ali Birand, bıkıp usanmadan, günlük yazısının kenarına ‘Kıbrıslı Türklerin AB’ye girmesine (…) gün kaldı’ notunu ekletiyordu. Mesele öyle bir nokta getirildi ki, Türk tarafı plana ‘Evet’ derse; Türkiye’nin AB’ye girmesinin önünde engel kalmayacak, Kıbrıslı Türkler zenginleşecek, barışa susamış Türkler ve Rumlar mutluluk içinde yaşayacaklardı. Rumların ‘Hayır’ demesi halinde de, Türkler ‘Evet’ derse; bütün dünya çözümsüzlüğü savunanın Rumlar olduğunu anlayacak, AB ve Amerika ‘Hayır’ın faturasını Rumlara çıkaracak, KKTC’ye uygulanan ambargolar kalkacaktı. Avrupa Birliği de alenen ‘Evet’ oyu verilmesini istemiş ve bazen tehdit bazen vaatle kampanyaya katılmıştı. ‘Evet’çilerin düzenlediği bir mitingde atılan sloganlar ve taşınan pankartlar yapılan propagandaları çok güzel yansıtıyordu. Bakın neler denmiş o mitingde: ‘Kıbrıs’ta barış engellenemez! Yes be annem, Tabiyatıynan evet, Evet bizi dünyaya bağlar, Her şey çocuklar için, Kıbrıs ‘evet’ de dünya seninle’… Nihayetinde referandum yapıldı ve Rum Kesimi: %75 ‘Hayır’, KKTC: %65 ‘Evet’ oyu verdi. Sonra ne mi oldu? Rum Kesimi ‘Hayır’ demesine rağmen ‘Kıbrıs’ adıyla AB’ye alındı, KKTC’ye uygulanan ambargolar kaldırılmadı, AB üyeliğimizin önündeki engeller kalkmadı, KKTC’li annelerin ‘yes’leri onları dünyaya bağlamadı… Zaten aradan birkaç gün geçtikten sonra da her şey unutuldu. Liberallerimiz de AB güzellemelerine başka gerekçelerle devam ettiler. Yazının başında dediğim gibi ‘tektipleşen’ dünyada söylemler de, yöntemler de tektipleşiyor. Fabrika işi, birbirinin aynı ürünler çıkıyor ortaya. Bugünlerdeki, ürünün adı da, ‘Ermenistan’. Obama’nın Türkiye ziyaretinden önce kamuoyu bilgilendirildi, ziyaret süresince konu sıcak tutuldu ve simdi de propaganda dönemine geçilmiş oldu. Eskiden kendine ‘Liberal’ diyen, şimdinin ‘acar demokrat’ yazarları bugün yarın başlarlar köşelerinden bombardımana. Tahminime göre ‘Tarihimizle yüzleşmeliyiz’, ‘Barış sınırın hemen ötesinde’, ‘Sınır kapısını açmamak dünyayla bütünleşmemek demektir’, ‘Barış istemek suç mu?’, ‘Komşularıyla ilişkisi olmayan bir ülkeyi AB içine almaz’, ‘Ermenistan’la ilişkileri düzeltmezsek AB ve ABD faturayı bize keser’, ‘Sınır açmazsak ABD seneye ‘Soykırım’ı kabul eder.’ gibi cümleleri sıklıkla duyacağız bundan sonra. Ama maalesef Kıbrıs konusunda olduğu gibi yine hiçbir şey kazanamayacağız ‘kapıları’ ardına kadar açsak da. Çünkü her şey birbirine bağlı hayatta… Nasıl giydiğimiz kıyafet bir sonuçsa, siyasette de uluslararası ilişkilerde de yaşadığımız şeyler sonuç. Türkiye kendi ayakları üzerinde onurlu bir şekilde durmayı beceremedikçe, başkalarının yazdığı planların sonucu olmaya ya da bize uygun görülen elbiseyi giymeye mahkûm olacak. Peki, bir gün üzerimize elbise yerine ‘kefen’ biçtiklerinde ne yapacağız?
Yorumlaralican erkan
{ 02 Mayıs 2009 13:48:45 }
kardesim...yorum yapmak degil sadece yazilarini okumak amacim.kalemin kilictan keskin olsun.sevgiyle.
Phoenix-Suşehri
{ 27 Nisan 2009 21:55:46 }
Sayın Şahin'in bu yazısı için kendisine saygılarımı arz ediyorum.Bu yazıyı okuyunca yıllar önce ,öğrencilik yıllarımda okuduğum bir kitap aklıma geldi,hatta bir köşesinden geçti desek daha doğru olur.faruk bildirici'nin üniforma-biber-slogan... bu üniformayı giymemeye mecbur bırakıldık.Hatta şöyle ifade edeyim bu dönemde devletimin resmi ideolojisini savunduğum için yerle bir oldum.neydi bu ideoloji ekonomik,hukuksal ve demokrasi anlamında tam bağımsız Türkiye!İşte bunlar benim için aslında o giydirlimeye çalışılan üniformanın tam tersi ifadelerdi.Neden? yalaka,namussuz,hırsız olmak zorundaydın.herşeyi silecektin.bunu yeri geldi aile bireylerin bile telaffuz etti... sana vatanı milleti öğreten öğretmenlerin bile seni doğrulamıyorlardı...neden korku imparatorluğunun yalakaları oldukları için....ben mustafa kemalim,tüm diğer inanışlara saygı ve sevgi duyarak Muhammed Mustafayım, ...vs....tüm diğer inanışlara saygı duyarak Allah(c.c.)'ın huzurunda eğilmiş bir kulum! ama kimse bana kral çıplak deme engelini koymmaz,beni gruplandıramaz,kast sistemine sokamaz,cemaatleştiremez,tarikatleştiremez,kısacası benim özgür fikriyatımı kalıplaştıramaz...tekrar ifade ediyorum islamcı beyfendilerden de bize ne yaparsanız yyapın biz bu idealden insanlık idelainden vazgeçmeyiz.önemli olan uzlaşmaktır.ankarada uzlaşmaktır.brkselde veyahut abd de değil.lütfen kadeşlerim bizler kemalist olabiliriz,ülkücü olabilirz,sosyalist olabiliriz,islamcı olabiliriz ama şunu anlayınilk hallatmemiz gereken tam bağımsız türkiyedir.ondan sonra konuşalım herşeyi.saygılr....
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|