|
Doğa uyanıyor, benim gövdem de.Kategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 20 Nisan 2009 15:56:39 Adanos'in Kör Kâhin'indeki (YKY, 2008) şiirleri bir daha elime aldım. Çoğu Berlin'de yazılan bu şiirlerdeki derinliğe, açılıma, izdüşümlere... doyamıyorum. Kutsal kitap söylemiyle çağdaş şiiri - "dokuz boğumlu bir dile" çeviriyor - bir potada eritiyor, Adonis. O, "rüzgârı henüz bitmemiş bir sözlük yazmakta kuma" bu şiirlerle.
Berlin Günceleri 30 Mart - 5 Nisan 2009 30 Mart, Pazartesi 4 haftanın ardından okula başlamak hiç de heyecan vermedi bana. Tersine çocukları ve sınıfları, sıraları, karatahtaları... görünce tüylerim diken diken oldu, kulaklarımın çınlaması doruğa tırmandı. Kanal boyu olmasa var ya, ben okul yolunda çoktan ölürdüm. Tomurcuklanan mevsimin ilk açan çalıları, ağaçları, kanalın suyuna yansıyan ağaçların eşsiz görüntüleri, kuş seslerinin insanı sevince boğan cıvıltısı ve kurduğum düşler, yazacağım yazılar, şiirler... bugüne dek beni ayakta tuttu, tutuyor. Ekmek parası derdi olmasa çekilir şey değil öğretmenlik. 1 Nisan, Çarşamba Federal Çalışma Ajansı BA’nın yayımladığı “işsizlik raporu”na göre Mart ayında işsizlerin sayısında hayli bir artış olmuş. Bir önceki aya göre 34 bin kişi daha işsizler ordusunun saflarına katılmış. Geçen yılın aynı dönemine göre ise 78 bin kişi işsiz kalmış. İşsiz sayısındaki ürkütücü artışın sonu nereye varacak acaba? Boynuna “Her işi yaparım” yaftasını asmış, avurtları iyice çökmüş bir işsizin fotoğrafını görünce gazetede, geleceğimden korkmaya başladım. Türkiye ise tam bir felaket! İktidar partisi bundan sevinç duyuyor sanki, işsizlik ve yoksulluk umurunda değil gibi afra tafra satıyıyor. Hemingway 1939 yılından itibaren 21 yılını Küba’da geçirmiş. Küba’daki evi müzeye dönüştürülerek korumaya alınan yazarın evrak-ı metrukesine bugüne dek dokunulmamıştı. Amerikalı ve Kübalı yetkililerin girişimleri sonucu – süren ambargoya rağmen- yazarın tüm belgeleri, elyazmaları, mektupları, fotoğrafları arşivlenmiş ve dijital ortama aktarılmış. 3197 sayfalık belgeleri arasında yeni bir romana rastlanmamış. Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanına alternatif bir son bulunmuş yalnızca. Bir de İhtiyar Adam ve Deniz romanı için 1858’de yazılan bir senaryonun son hali ortaya çıkarılmış. Bir yazarın alın teri, düşleri, uykusuzlukları, umutsuzlukları, kaygıları, başarıları, sııntıları... yatıyor bu belgelerde. 2 Nisan, Perşembe Eskiden öğrenciler, belki şimdilerde de, Bir Nisan şakası yaparlardı. Bu şakaların kimisi can sıkıcı, can yakıcı, üzücü olsa da, böyle bir gelenek vardı baharı güler yüzle karşılamak adına. Öğrencilerimizden hiçbiri yaratıcı zekasını kullanıp bir muziplik yapmadı dün. Öğretmenlerde de yoktu aynı zekâ kıpırtısı. Herkes yorgun ve isteksiz, belki de ondandır bu zekâ kıtlığı, esprisizlik. Oysa, son iki gündür hiç olmayacağı kadar güzel Berlin’de hava. Şaşırtıcı ama beklenemeyen de bir şey değil bu. Atkestanelerinin ve erken açan ağaçların sevinç çığlıklarını duyar gibiyim bu çınlayıp duran kulaklarımla. Doğa uyanıyor, benim gövdem de. Adanos’in Kör Kâhin’indeki (YKY, 2008) şiirleri bir daha elime aldım.Çoğu Berlin’de yazılan bu şiirlerdeki derinliğe, açılıma, izdüşümlere... doyamıyorum. Kutsal kitap söylemiyle çağdaş şiiri –“dokuz boğumlu bir dile” çeviriyor- bir potada eritiyor, Adonis. O, “rüzgârı henüz bitmemiş bir sözlük yazmakta kuma” bu şiirlerle. Son günlerde Türkiye yaşanan seçim ortamına, sonrasındaki bir dizi skandala cuk oturuyor şu iki dize: “of, ne zaman şifa bulacak / adına vatan denen bu maraz?” Şairin hası “adına gök denen dili” bilendir, “taşın ağzıyla şarkı” söyleyendir de. Vatan, insanın ilk sürgün yeridir anne karnından sonra. Şiirin de “sürgünden başka bir yeri” yoktur öyleyse. “bir elmanın memeleri” olur mu? Şiirde olur. Ya, “Şarabın kapısı”? O da olur. “suyun merdiveni” de inilir... 3 Nisan, Cuma Yorgunluktan dizlerim titriyor. Bu kadar çok kitabımın olmasına kızmam mı, yoksa sevinmem mi gerekiyor, bilmiyorum. Kitaplarımın bir bölümünü Dirim’in odasına taşımak zorunda kalmasaydım, yorulmayacaktım ve bu kadar çok kitabım olduğu için kendime kızmayacaktım. Kitap taşımak ne zor, ne berbat bir şey. Geçekten canım çıktı! İstanbul’a uçmadan önce yapılaması gerek zorunlu bir işti, neyde bitti, ama ben de bitti. Kitaplarımı taşırken epeyce ayıklama da yaptım. Çöpe atmayacağım ayıkladıklarımı, bodruma koyacağım. Ne zaman bir kitabı çöpe atsam, attığım gün gerekli oluyor çünkü. Bu gece upuzun bir gece olacak. Yarın da yoğun bir gün beni bekliyor. İçim pır pır edip duruyor heyecandan. 4 Nisan, Cumartesi Türkiye heyecanını atlatmaya ne dilim yeter, ne de gücüm. Uçağım gece 03.05’te kalkacaktı, ben daha saat 24 bile olmadan havaalanındaydım. 5 Nisan, Pazar Uçakta şaşkınlığım büyüdü de büyüdü, korkularım da: Uçağın dörtte üçü türbanlı. Konusunu anlayamadığım bir film gösteriliyor önümdeki ekranda. E 10, belediye otobüsü, beni Kadıköy rıhtımına kadar götürüyor yoldaki onlarca tabela denizini aşıp. 30 yıllık arkadaşım Turgut Çeviker’le birlikte yapıyorum kahvaltıyı ve sonra kendimi Kadıköy sokaklarına atıyorum. Söğütlüçeşme durağından banliyö trenine biniyorum, tıngır mıngır varıyorum Maltepe durağına. Heyamola Yayınları sahibi Ömer Asan’la ilkin karalahana çorbası, ardından da kiremitte hamsi yiyoruz yayın dünyasının içinde bulunduğu sorunları konuşa konuşa. Oradan Adil İzci ile buluşmak için yeniden Kadıköy’e geldim. Adil’le yarım şişe rakı içtik baklayı, semizotunu, beyaz peyniri meze yaparak. Masamıza şiir de davetliydi. Oradan da Nüvitler’e gittim. Gaye’nin olağanüstü mezelerinin eşliğinde -bakla, mantar sote, karnabahar, et sote, değişik bir patates salatası- yarım şişe rakı da orada içtim. Ama hiç içki içmemiş gibiydim Engin’le rıhtıma yürürken.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|