|
Yazmak kalır. Kendi gönlünce dünyada dolaşır.Kategori: Berlin Günceleri | 1 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 04 Mart 2009 22:11:31 Şiirlerimden üniversite yıllarımın fırtınalı gençliği, hiç eksik olmadı. Yaşanan, bize yaşatılan acılar yüreğimde kaybolmadı. Bize biçilen yaşama biçimine, dünyaya hep karşı çıktım, çıkıyorum. Faşizme, dinci iktidarların baskısına, dışa bağımlılığın kıskacına... hep karşı çıktım.
Berlin Günceleri 16 – 22 Şubat 2009 16 Şubat, Pazartesi “Cehenneme gidip dönecek, cennete gidip dönecek denli sevdim onu, seviyorum, seveceğim. Bir biçimde, bu mektup en sonunda bütün o küçük kuşkuları öldürdü: onun kadar uzunsun, ondan daha kilolusun; fiziksel olarak onun kadar güçlü ve sağlıklısın; ondan daha atletiksin; evin, kökenin, arkadaşların onu kabul edemeyecek ya da anlayamayacak kadar uysal ve görenekçi; zamanla görüşünü etkileyecek, bütün bunlar: Basta!” Sylivia Plath’ın Günceleri (1998) başlı başına hem mektup, hem de büyük bir şiir! 17 Şubat, Salı “Yazmak dinsel bir edimdir” diyor Sylvia Plath ve sözünü şöyle sürdürüyor günlüklerinde: “bir düzene koyma, yeniden biçimlendirme, insanları ve dünyayı oldukları ve olabilecekleri gibi yeniden öğrenmek, yeniden sevmektir. Daktilo etmekle ya da dua etmekle geçirilen bir gün gibi geçip gitmeyen bir biçimlendirmedir. Yazmak kalır: kendi gönlünce dünyada dolaşır. İnsanlar okurlar onu: bir kişiye, bir felsefeye, bir dine, bir çiçeğe tepki gösterir gibi, tepki gösterirler ona: severler ya da sevmezler. Onlara yardım eder ya da etmez. Yaşamayı yoğunlaştırıyormuş duygusu verir: daha çok verir, irdeler, sorar, bakar, öğrenir, biçimlendirirsiniz onu. Daha çoğunu elde edersiniz. Canavarlar, yanıtlar, renk, biçim, bilgi. İlkin salt yazmak için yazarsınız. Eğer para gelirse, ne âlâ. Önce para için yazmazsınız. Daktilo makinesinin başına oturmanızın nedeni para değildir. Parayı istemediğinizden değil. Bir mesleğin peynir ekmek paranızı karşılaması çok hoş bir şeydir. Yazmak da böyle olabilir, olmayabilir de. “ Sonraki iki cümlecik paragraf da çok etkileyici: “En kötüsü, tümünün en kötüsü, yazmaksızın yaşamaktır. Peki, küçük cinlerle nasıl yaşanır, büyümeleri nasıl engellenir?” Gelin de bu can alıcı soruyu yanıtlayın yanmadan, kavrulmadan. 18 Şubat, Çarşamba Kopernikus Okulu’nu gezdik bugün. Öğretmenler. Berlin okul sisteminde önemli değişiklikler olacak önümüzdeki 2-3 yıl içinde. Pek çok okul birleşecek. Benim şimdiki okulum, bina ilkokul olacak. Biz de başka bir okula taşınacağız. Bine yakın öğrencinin okuduğu okul, çok büyük. Burada 4 kıtadan ve 36 ülkeden öğrenci varmış. Ben de okulumuzdaki yabancı öğrencilerin, geldikleri ülkelerin bir çetelesini tutsaydım epeyce kabarık bir sayıya ulaşırdım herhalde. Berlin’de her on kişiden üçü yabancıydı bir zamanlar. Şimdi bu sayıda değişiklik olduğunu düşünüyorum. Çok kültürlü, çok dilli bir kent, Berlin. İyi ki de öyle. Yoksa bu güzelim kent çok sıkıcı olurdu. 19 Şubat, Perşembe Haiku şiirinin babası, ermişi Başo’nun şu sözünü şiir yazanların beyinlerine kazımaları gerekiyor: “Çamı öğrenmek istiyorsan çama git; sazı öğrenmek istiyorsan da, saza. Bunu yaparken, kendi kendinle uğraşmalarını bir kenara bırakmalısın; yoksa gidip baktığın konunun üstüne kendini koyar, o zaman da onu öğrenemezsin. Kendin ile konun tek bir şey haline gelirse, şiirin kendiliğinden çıkar ortaya –sen konunun içine yeteri derinlikte girebilmiş, onda gizli duran pırıltıyı görebilmişsen. Şiir ne kadar iyi dile getirilmiş olursa olsun, senin duygun kendilikli değilse –konun ile sen ayrı duruyorsunuz- şiirin sahici şiir değil, yalnızca senin öznel yapıtın olur.” (çev. Oruç Aruoba) 20 Şubat, Cuma Edip Cansever’i yaşamöyküsünü –kendi kaleminden- bir kez daha okuyorum. Son paragraf en etkileyicisi: “Ben şimdi kaç yaşındayım?Hayır, hayır! Ben Ruhi Bey Nasıl’ı anlatacak değilim. O kadar yeni ki benim için. Ama biliyorum, Pasaj eski Pasaj değil artık. Ben de Krepen Pasajı’na gidiyorum çoğunlukla. Oranın da adını değiştirdiler Krizantem Pasajı koydular. Üç Horon Kilisesi’nin önünde bir gelin arabası duruyor bazen. Meyva satıcıları, garsonlar, plastik eşya satıcıları gelinin çıkmasını bekliyorlar kiliseden. Küçük komiler garson, garsonlar patron oldu çoktan. Öyleyse ben kaç yaşındayım? Sarı bir tuzluğun rengi yansıyor madeni kül tablasından. Mavi bira kasalarını üst üste koymuşlar. Saçaklarda kediler kavgalaşıyor. Artık karidesleri, pavuryaları boyuyorlar. Boyasınlar. Beyaz peynirle rakı yeter de artar bile. Hem ben çalışırken içkinin damlasını koymam ağzıma. Kapalıçarşı’daki dükkânı satalı iki yıl oldu. Çoğu kez deniz kıyılarında dolaşıyorum. Rumelihisarı en çok sevdiğim semtlerden biri. Arada bir oyun yazmak istiyor canım. Hemen vazgeçiyorum. Şiir varken...” Şairlerin yalnızca yaşamöykülerinin yer aldığı bir kitabın editörlüğünü yapmak isterdim. 21 Şubat, Cumartesi Son halini aldı mı acaba “Son Hafta” başlıklı şiirim: “Son hafta müthiş kar yağdı, oysa hep yağardı, dalgınlığım ondan Yoksa ben böyle değildim, ip atlardım uçurumuna kızlarla Dağı kardeş bilen duvarlara tırmanırdım hayata küsüp, halıları tırmalardım Ondan olsa gerek hayata sımsıkı sarılmam yaşı kemale ermiş bir yeni yetme gibi Eskiden de ben böyleydim olur olmadık dağlara mekân tutmaya kalkardım” Uzun dizeli, uzunca bir şiir oldu, “Son Hafta”. Güncellik de içeriyor sanki. Durmadan kar yağışının dışında güncel olarak ne var şiirde? Belki “arsenikli sular”. Geçmiş ve bugün yine de şiirin gövdesine ağdı sanıyorum. Dizeler çok şey söylesin istedim; söylüyor sanıyorum. 22 Şubat, Pazar 12 Eylül’ün ayak sesleri yaklaşırken ortaya çıktı ilk şiir kitabım, Kurşunî Bir Siperde (Şubat, 1980). O günkü gençlik kendini faşist saldırılar karşısında bir “siperde” görüyordu çünkü: Saldıran onlardı, savunan da bizdik, yani “siperde” olandık. Öldük; hem de çok öldürüldük.Yaralandık; hem de çok! Ne çok acı çektirdiler bize! Ülkemizin “tam bağımsız” olmasını istemek suçtu. Onlar, “Hayır, biz dışa bağımlı olacağız, yer altı ve yerüstü zenginliklerimizi, emeğimizi sömürteceğiz,” diyorlardı. “Biz, bağımsız olalım,” diyorduk. Karanlık günleri, yoksulluğu, geri kalmışlığı bize, ülkemize uygun görüyorlardı. Biz, aydınlığı, eşit paylaşımı, onurlu bir yaşamı savunuyorduk. Kavga ileri geri kavgasıydı. Onlar geriliği seçtiler ve durmadan geriliyoruz hâlâ. Aydınlanmaya karşı çıktılar, karanlığı seçtiler. Ülkemizin başından kapkara bulutlar hiç eksik olmuyor o yüzden. Çünkü bunu uygun gördüler halkımıza. Yolsuzluğu, dini ve yozluğu! 70 Kuşağı şiirinin diri, canlı, ülke sorunlarını sahiplenici, anti-faşist hareketin elinden tutan fırtına gibi olduğunu düşünüyorum. İçtendi bu dönemin siyasi yanı ağır basan şiirleri. Sonradan aynı imge ve sözcüklerle ortak hareket ettiğimiz ve benzer bir şiir yazdığımız söylendi. Doğrudur. Çünkü faşizm üstümüze öyle bir geliyordu ki, ortak duygu ve eylemle beslenmemiz çok doğaldı. 12 Eylül gelemeden önce çıktım yurtdışına, can havliyle. 8 Şubat 1980’den beri Berlin’de yaşıyorum. İkinci kitabım Bizsiz Gibi (1983) “Öncesi”, “Ortası”, “Sonrası” bölümlerinden oluşuyor. Yani benim Berlin’e gelmeden önceki dönemi, Berlin’e geldiğim dönemi ve sonraki yaşamımı kapsıyor bu kitabımda yer alan şiirler. Aşk ve Minyatürler (1989) kitabımdaki “Adı Konmamış Fotoğraflar” bölümü tümüyle 12 Eylül faşizmini anlatıyor. Şiirlerimden üniversite yıllarımın fırtınalı gençliği, hiç eksik olmadı. Yaşanan, bize yaşatılan acılar yüreğimde kaybolmadı. Bize biçilen yaşama biçimine, dünyaya hep karşı çıktım, çıkıyorum. Faşizme, dinci iktidarların baskısına, dışa bağımlılığın kıskacına... hep karşı çıktım. Geçmişin dayanılmaz ve bana acı veren anıları şiirime imge olup ağıyor. Bundan da sevinç duyuyorum elbette. Yaşamımı, anılarımı, yaraların dokuya dokuya şiire dönüştürüyorum çünkü.
Yorumlardeniz kizi
{ 05 Mart 2009 23:18:10 }
sevgili gultekin emre, guncelerinizi okumak hem keyifli hem esinleyici.
Diğer Sayfalar: 1. basho'dan yaptiginiz alinti icin cok tesekkurler. o kadar dosdogru anlatiyor ki! dostlukla, deniz "Çamı öğrenmek istiyorsan çama git; sazı öğrenmek istiyorsan da, saza. Bunu yaparken, kendi kendinle uğraşmalarını bir kenara bırakmalısın; yoksa gidip baktığın konunun üstüne kendini koyar, o zaman da onu öğrenemezsin. Kendin ile konun tek bir şey haline gelirse, şiirin kendiliğinden çıkar ortaya "sen konunun içine yeteri derinlikte girebilmiş, onda gizli duran pırıltıyı görebilmişsen. Şiir ne kadar iyi dile getirilmiş olursa olsun, senin duygun kendilikli değilse "konun ile sen ayrı duruyorsunuz- şiirin sahici şiir değil, yalnızca senin öznel yapıtın olur."
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|