Bohemler (Sel Yay) kitabından: Gümrükçü Rousseau "çektiği sefalet yüzünden evine kimseyi davet edemez"miş. Kendisi "Altmış beş yaşlarında, soylu bir beyefendi"ymiş. Naif resmin en babalarından. Paris'e "giren besin maddelerini denetlemekle görevli bir büroda" çalışmış.
Berlin Günceleri 9 – 15 Şubat 2009
9 Şubat, Pazartesi
Kış Tatili sonrasının ilk günü; okul!
Bıktım okuldan söz etmekten.Gücüm kalmadı okula verecek. Kulaklarım alıp alıp veriyor. Siste boğulacakmış gibi duyumsuyorum kendimi.
Uzun bir yolculukta kaybolmaya razıyım yeter ki beni okula yollamasınlar O kadar bezdim o taş binadan, çocukların bağırış çağırışından....
Ekmek parasının kölesi olmak ne kötü! Giderek bozulan ve ekonomik krizle başı derde giren dünyada kahramanlıklara (işten ayrılmak gibi) da yer yok. Eskiden de yoktu belki ama bu kadar da bunaltıcı değildi bazı şeyler. Şimdi ateş çemberindeymişim gibi bir duygu peşimi bırakmıyor. Dünya kavruluyor ama Avusturalya gerçek anlamda yanıp kül oluyor
10 Şubat, Salı
Bohemler (Sel Yay) kitabından: Gümrükçü Rousseau “çektiği sefalet yüzünden evine kimseyi davet edemez”miş. Kendisi “Altmış beş yaşlarında, soylu bir beyefendi”ymiş. Naif resmin en babalarından. Paris’e “giren besin maddelerini denetlemekle görevli bir büroda” çalışmış. “Elli yaşında emekli olduktan sonra kendini tümüyle resme” adamış. Hiçbir sanat okulunda okumamış, “Bütünüyle otodidaktik”miş. “İçgüdüyle ve özenerek resim” yaparmış.
Bohemler öyle ilginç bir kitap ki, neredeyse okumaya kıyamıyorum.
11 Şubat, ÇarşambaCemil Eren’in martılarına, teknelerine, balıkçılarına bakarken Edip Cansever’in şu dizelerini anımsadım birden:
“Nereden gelmiş bu denizsiz kente
Bu yaşlı martı
Konmuş saat kulesinin üstüne
Öyle bir zamansızlıktan izliyor beni
Çağırsam hemen çıkıp gelecek, biliyorum
Çok eski bir oyundan kılıksız bir haberci gibi”
(Saat Kulesi)
“Kanadı Kırık Martı”nın dünyasına dalıp gittim uzun süre.
12 Şubat, Perşembe
“Çocukluğunu anlat bana,” diyordu kadın adama.
“Gençliğini anlat bana,” diyordu adam kadına.
“Geleceğini anlat bana” diyordu kadın adama.
“Çocukluğunu anlat bana
Görmüş geçirmiş kiraz ağacın,ı” diyordu adam kadına.
“Çocuk musun sen
Yarın ne yapsın bizi
Bu kış günü,” diyordu kadın adama.
13 Şubat, Cuma
Yüksel Pazarkaya’nın Güz Öyküleri 91 kısa öyküden oluşuyor. Eylül, Ekim ve Kasım aylarının her günü için bir öykü yazmış Yüksel. Kış Öyküleri de (Cem Yay.)Aralık, Ocak, Şubat aylarında her gün için yazılan öykülerden oluşuyor. İlginç bir tasarım. Hayata geçmiş ya bu zor, zorlu çalışma, helal olsun Pazarkaya’ya! “günlük yaşamın sadeliğinden, genelde göze batmayan ya da umursanmayan ayrıntılarından, yaşanmışlıklarından kotarılan” öyküler nasıl ilgimi çekmez! Bir yerde “Çağdaş Takvim Öyküleri” bunlar.
14 Şubat, Cumartesi
Sevgililer Günü. Yılı böyle günlere bölmeyi seviyor Amerikalılar. 365 gün sevgililer günü değil, illa bir gün olacak. Kadınlar Günü de öyle, Babalar Günü de. O güne özgü anmalıkları, armağanlıkları... tükettirecek. Yılda bir gün kocalar sabah kahvaltısı hazırlayacak döke saça ve kadınlar da bunu sağa sola duyuracaklar coşkuyla. Diğer günler kadınla erkeğin yaşamı eski haliyle sürüp gidecek. Ama Sevgililer Günü’nde kırmızı gül alan, kahvaltısı hazırlanan kadın, mutlu olacak.
Diğer günlerde ne yapacak peki bu kadın?
15 Şubat, Pazar
Kadın Olanın Türküsü, Gülten Akın’ın seçme şiirlerinin (Sardes Verlag) Almanca başlığı böyle: Dokuz kitabından seçilmiş şiirleri Yüksel Pazarkaya Almancaya çevirmiş. Böylece Türk şiirinin anasını tanımak isteyen Almanlara unutulmaz bir şiir ziyafeti hazırlamış Yüksel.
“Kestim Kara Saçlarımı” şiirinin şu dizelerini ne zaman okusam derinden ürperirim:
“Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön
Yasaktı yasaydı töreydi dön
İçinde dışında yanında değilim
İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi
Bu nasıl yaşamaydı dön”
“Bütün öyküleri yazıp tüketti
bir kendi öyküsü kaldı içerde”
(Öykü)
Herkesin öyküsü bu kadar yalın mı acaba?