Kirlenen dünyada beyaza sımsıkı sahip çıkan ve tertemiz resimlerle karşımıza çıkan Cemil Eren'in martılarını, teknelerini, balıkçılarını, nü'lerini, portrelerini ve Don Kişot'unu ki unutabilir? Aşkı ve düşü, hüznü ve acıyı, yalnızlığı ve kalabalığı, şiiri ve müziği... hep iç içe düşünmüş, işlemiş bir ressam, Cemil Eren.
Berlin Günceleri 2 – 8 Şubat 2009
2 Şubat, Pazartesi
Kan değerlerimin ölçümü için kanım alındı erkenden. Sonra dişçiye gittim. Öğleden sonra da ortopedi doktoruna. Sırtımdan iki iğne vuruldum. Kış tatili doktor kontrolleriyle geçecek gibi gözüküyor.
Öğleden sonra Çocuklara Şiirler’de epeyce düzeltme yaptım ekleyerek çıkararak. Çocuklara (çocuklar üzerine, çocuklar için) şiir yazmak –çocuk şiirleri- ne zormuş. Yaşını kestiremediğim çocukları gözümün önüne getiriyorum, kafam karışıyor. Çocuklar çok soru sorar, diye düşünüyorum. Şiirlerdeki sorular çok mu kaçtı acaba diyip bir kısmını siliyorum. Acaba geveze, çok bilmiş bir çocuk portresi mi çıktı ortaya diye kaygılanmaya başladım.
Çocuklara şiir yazmak üzere yola çıkmadım, kendiliğinden böyle bir dosya oluştu. Bakalım nereye varacak bu işin sonu.
3 Şubat, Salı
Dağlarca’nın Batı Acısı (1958) kitabında yer alan “Almanlar Makineleri Sever” şiiri Almanların çalışkanlığını anlatıyor. “Ben Almanları severim / Almanlar karanlığı sever” dizeleri faşizmi anlatmıyor mu? Almanları ne kadar severseniz sevin onlar “makineleri sever”. Dünyaları çalışmak olan bir ulus Almanlar. Onun için de kalkındılar ya.
Dışardan Gazel (1965) kitabında ise Dağlarca, “Almanya’larda Elerimiz” şiiriyle bu ülkedeki bizimkilerin dünyasına eğiliyor:
“Sırılsıklamdır, dökülen saçını bile kaldırmaz
Avuç avuç ter elin
İşte yurdundan uzak,
İşte yurdundan uzak, işini de, seni de,
Yer elin.”
Ekmek parasının insanı nerelere sürüklediğini bilmeyen mi var?
4 Şubat, Çarşamba
Bergama’da 30 yılını geçiren Profesör Wolfgang Radt ve eşiyle bizde hoş bir akşam geçirdik. Birlikte yemek yerken bir yandan da onların Türkiye anılarını dinledik. Türkçe konuştuk bütün gece. Onlar Dikili`deki yazlıklarından söz ettiler, biz de Ayvalık’tan. Atmaya kıyamadıkları kocaman bir koli Türkçe kitap da getirmişler. Ben de olmayan kitaplar öyle makbule geçti ki:
Sabahattin Eyüboğlu’nun 2 ciltlik Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler’i (1981),
Çeviri Şiirleri (1976), Necati Cumalı’nın öykülerinin yer aldığı Yalnız Kadın’ı (1975),
Karikatürlerle Kitaplara Özgürlük (1976) kitabı, Ara Güler’in öyküleri Babil’den Sonra Yaşayacağız (1996), Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul’u (1999) ve başkaları...
5 Şubat, Perşembe
Sabahattin Eyüboğlu’nun Çeviri Şiirleri’nde yer alan Japon Şiirleri, ilgimi çekti. Akatalpa’da bir haiku sayısı hazırlıyoruz ya, onun için dikkatimi çekti. Orhan Veli’ye ithaftır bu şiirler. Başo, Ransetsu, Busson, Kikaku, İssa... ve başkalarının haikuları.
“Bu dünya dertli dünya
Çiçek açarken bile
Çiçeklere karşın”
(İssa)
Ya şu Gayşa Türküsü’ne ne demeli?
“Ay ışığı yoksa
Mektubunu kar ışığında okurum kışı
Yazın ateş böceklerinin ışıltısında
Ay da, kar da, ateş böceği de olmasa
İçimden okurum
Karanlıkta”
6 Şubat, Cuma
Cemil Eren’in katalogları geldi. Nasıl sevindim, nasıl!
Kirlenen dünyada beyaza sımsıkı sahip çıkan ve tertemiz resimlerle karşımıza çıkan Cemil Eren’in martılarını, teknelerini, balıkçılarını, nü’lerini, portrelerini ve Don Kişot’unu ki unutabilir? Aşkı ve düşü, hüznü ve acıyı, yalnızlığı ve kalabalığı, şiiri ve müziği... hep iç içe düşünmüş, işlemiş bir ressam, Cemil Eren.
7 Şubat, Cumartesi
Akatalpa’nın Şubat sayısındaki Enis Batur’un şiirden nasıl da büyük bir bilgelik, ermişlik akıyor:
“Ummana dalmadım, derviş olamam ben.
Geldim kıyısına durdum, dikildim, baktım
ve gerisin geri döndüm: Ruhum dalgın, aklım
dargın, bir tek tenim dalgıç oldu, kaldı:
Geceleri karanlığı sonuna dek soydum. Bu
Saat benim yorgunluk saatım, bir sonrakine
İçimiz hazır etmek için döşeğimde dönüyorum.”
8 Şubat, Pazar
Yürüdük yürümesine de donayazdık Rahime’yle. Eve geldiğimizde havanın berraklığına nasıl aldandığımızı bulmaya çalıştık. Tarhana çorbasına nasıl sarıldık ama, içimizi öyle bir ısıttı ki Ayvalık’ta hazırlanan tarhana.
Uzun bir süre çalışacak güç bulamadım kendimde.
Oysa Avusturalya’da sıcaktan ölenler oluyor, orman yangını canlar alıyordu.
Nihat Ziyalan ne yapıyor acaba bu sıcakta? Rahat çalışabiliyor mu?
Masam beni bekliyor, ben kendime gelmeyi.