|
Şiir Yaz Denize AtKategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 17 Ocak 2009 12:36:19 Soğuklar devam ediyor ve gece eksi 17'lerde geziniyor derece hâlâ. Gazze'ye İsrail saldırıları sürüyor ve okula yapılan saldırıda çok sayıda çocuk ölüyor da dünyanın kılı kıpırdamıyor. Bakanlar kurulu kararıyla Nâzım Hikmet'in Türk vatandaşlığı geri veriliyor. Almanya'nın en zengin adamlarından biri, kendini trenin altına atarak intihar ediyor.
Berlin Günceleri 5 – 11 Ocak 2009 Hava inanılmaz soğuk. Gece, eksi 17 derece. Ev sıcak ama dışarısının soğukluğu camları buğulandırıyor. Dışarıya bakmak içimi ürpertiyor. Tarhana çorbasının sıcaklığı bile kâr etmiyor üşümemi yenmeye. Karın yağışı güzeldi. Sokak lambasından, ışıktan süzülüşü tanelerin, hoştu. Don olmasaydı, hep kar yağsaydı bu kadar korkmayacaktım dışarı çıkmaktan. Elimi, ayağımı kırarım korkusunu yenemiyorum. Kendimi çalışmaya da veremiyorum. Soğuklar devam ediyor ve gece eksi 17’lerde geziniyor derece hâlâ. Gazze’ye İsrail saldırıları sürüyor ve okula yapılan saldırıda çok sayıda çocuk ölüyor da dünyanın kılı kıpırdamıyor. Bakanlar kurulu kararıyla Nâzım Hikmet’in Türk vatandaşlığı geri veriliyor. Almanya’nın en zengin adamlarından biri, kendini trenin altına atarak intihar ediyor. Danimarka’nin en önde gelen kadın yazarı İnger Cristensen 74 yaşında yaşama veda ediyor. Turgut Uyar ise şu dörtlüğüyle bu günün gündemine yerleşiveriyor: “Ölüm bir hatıra gibidir insanda; Kâh hatırlanır, kâh unutulur. Fakat bir gün, bir gün nihayet Gözle görülür elle tutulur...” (Ölüme Dair Konuşmalar) Toplumun en saygın adlarının evleri aranıyor, gözaltına alınıyor, mahkemelere çıkarılıyor, tutuklanıyor. Anayasa Mahkemesi Onursal Başkanı Kanadoğlu’nun evi aranıyor. Bu bir gözdağı verme midir? Bu nasıl bir ülke böyle? Cumhuriyet’in önde gelen değerleriyle, emekli ordu komutanlarıyla hesaplaşılıyor. Dine kayan toplumun diktaya doğru gidişini herkes izliyor. Karanlık basıyor her yeri. Toplum geriliyor iyice. Yalpalıyor Türkiye. Kafka’nın Şato’su, Dava’sı... bizde gerçekleşiyor. Kitap-lik dergisinin bu ayki sayısında Orhan Kahyaoğlu’nun “2000’li Yıllarda Bir Şiir Açılımı: Kadın Şairler” başlıklı yazısına takıldım. Cinsiyet ayrımının şiire yansımasının çizgilerini ayrıştırmaya çalışmış Orhan. Ama şiirde belli yere gelmiş ve yerini sağlamlaştırmış kimi “kadın” şairleri ya unutmuş ya görmezden gelmiş ya da önemsemediği için hiç değinmemiş. Şiiri çoktan boşlamış, bırakmış, belki de şiir onları çoktan bıraktı, Türk şiiri içinde bir yere gelememiş, ama ahbap çavuş ilişkilerinin işlediği belli olan adlara övgüler düzmüş. Perihan Mağden’i, İlkiz Kucur’u çok öne çıkarmış. Ama ödüllerinin yanında yayımladığı altı kitabıyla Betül Tarıman’ı, yine ödüllerinin yanı sıra beş kitabıyla Çiğdem Sezer’i, dört kitabıyla Zeynep Uzunbay’ı, pek çok kitabıyla Arife Kelender’i, Ayten Mutlu’yu iki kitabıyla Nur Saka’yı, Yelda Karataş’ı, Oya Uysal’ı, Pelin Özer’i, Türkân Yeşilyurt’u, Emel Güz’ü, Ayten Mutlu’yu... Türk şiirinde yok saymış. Kadın şairler üzerine yazan birisi daha dikkatli ve daha donanımlı olmak zorunda değil mi? Cins ayrımı yapılarak “kadın” şairlerin şiirleri üstünde duruluyor eksik de olsa, peki “erkek” şairlerin şiirleri üstünde durulmayacak mı? Zeynep Uzunbay’ın şu dizeleri dünden beri dilimden düşmüyor: “soldum. durdum. insan, aynı insan ben hep aynı ben oymuş meğer içimin içinde beni rüzgâr, beni ay... ben şimdi nereye?” İnsanın savrulup duruşuna örnek olacak dizeler bunlar. Türk Edebiyatında Berlin kitabıma girmesi gereken metinlerden biri de Halit Ziya Uşaklıgil’in Saray ve Ötesi (1965) kitabında yer alan Berlin’le ilgili bölümdü. Kitabı hazırlarken rastlasaydım bu metne Halit Ziya’nin (“Büyük harbin ikinci senesi yaz başlangıcında mektepler tatil edilir edilmez eşimle iki erkek çocuğumu yanıma alarak hükümetçe bana verilen vazifeyi ifa etmek üzere...”) Berlin anıları da yer alacaktı Türk Edebiyatında Berlin’de. Bu büyük romancı Atatürk’ten önce kalır Adlon’da. Sonra da eşini ve çocuklarını yolladıktan sonra Otel Esplanade’ye geçer. Berlin’de “oldukça kalabalık bir Türk zümresi”nin varlığından da söz eder H. Z. Uşaklıgil. “bunlardan bir kaçı benimle beraber Esplanade’de ikamet ettikleri gibi bir büyük kısmı da ekseriyet üzere çok zamanında bana gelirler ve otelin büyük holünde geniş bir halka çevirirlerdi. Otelde ikamet edenler arasında Mahmut Muhtar ve ailesini, Rifat Paşa ve refikasını, İttihad ve Terakki Hükümetinin nafia nazırlığında bulunan Halaçyanı, çay vakti gelenler içinde safveti Ziyayı, Münci Fikriyi, eski nafia müsteşarı Cemali sayacağım. Bunlar bana hep dost idiler ve beraber bulundukça gurbet hüzünlerini unutmuş oluyorduk.” “gurbet hüzünleri” çeken yalnız ben değilim demek! Şiirlerim bestelenmek için değil. Hiç öyle düşünmedim. Ama, bana sormadan bestelendi. Grup Kızılırmak, “Deme Sakin” şiirimi bestelediği gibi şiirin başlığını kasetlerine de koydular. Grup kısa sürede dağıldığı için telif hakkı için mahkemeye başvuramadım. Mazhar Fuat Özkan, bir şiirimi Cemal Süreya, Nurettin Özden, Adnan Yücel’in dizeleriyle harmanlayıp “Aşkların Ortasına”yı yapmışlar “Dönmem Yolumdan” albümlerinde. Avukatım MFÖ adresine ulaşamadı telif için. Onlar ortada ama adresleri yok. Benim gibi telif için peşlerine takılanlardan gizliyorlardır adreslerini belki de. İsveç’te yaşayan tiyatro sanatçısı, müzisyen Fikret Çeşmeli ise iki şiirimi besteledi ve bana da haber verdi, benden izin aldı. Ama telif melif görmedim henüz bu iki şiirden. Bir şey gelir mi, bilmiyorum. Şiir yaz denize at, bestelenirse bestelenir, bestelenmezse nasıl olsa bir okuyan bulunur!
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|