|
Siz Sabah Gibi Güzelsiniz.Kategori: Berlin Günceleri | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 16 Ocak 2009 08:42:20 Yeni yılı güle oynaya karşılamak güzel! Güzel de 2009 gençlere ve insanlığa ne vaat ediyor? Ortadoğu'da barış yok. Savaşa devam. Mahmud Derviş'in kemikleri sızlıyordur her Filistinli öldürüldüğünde.
Berlin Günceleri 29 Aralık 2008 – 4 Ocak 2009 29 Aralık, Pazartesi “Çıktım sahiden. Çıktım ve yürüdüm, yürüdüm.” (Selçuk Baran’ın Rose Bonbon öyküsünden) Ben de çıktım ve yürümedim. Otobüse bindim. Emre’nin evine kadar gittim. Gaz sayacını okumak için geleceklerdi. Çok üşüdüm. Yolda bir muz yedim. Emre’de kavunlu votka içtim. İçim ısındı. Bir şey okumak istiyordum, kendimi veremedim okuduğum sayfaya. Neyse çabuk geldiler gaz okuyucuları. Ben de yine otobüs durağına kadar yürüdüm. Burnumun, kulaklarımın soğuktan donacağını düşündüm. Otobüse bindim. Otobüs sıcaktı. Eve geldim. Ev kırmızı mercimek çorbasının kokusuyla dolmuştu. İçim daha da ısındı. 30 Aralık, Salı İtalo Calvino’nun Kum Koleksiyonu (YKY) kitabında yer alıyor “Çizer Yazarlar” başlıklı yazı. Benim ilgi alanıma giren bir yazı bu: Balzac Evi’nde açılan “19.Yüzyıl Fransız Yazarlarının Çizimleri”başlıklı sergiden esinlenerek oluşturmuş yazısını Calvino: “Fransa’da Romantizm akımıyla birlikte, yazarlar çizim yapmaya” başlamışlar. “Yazı yazan ressamlar her zaman var olmuştur, ama çizen yazarlar” seyrekmiş. “Romantizm döneminde Almanya’da ‘bütünse sanat yapıtı’ biçimini alan bir yönelim söz konusu”ymuş. “19. Yüzyıl Fransız yazarları arasında en parlak amatör ressam” Victor Hugo’ymuş. Balzac, Mallarmée, Alfred de Vigny, Gautier, Alfred de Musset (çizgibantın öncüsü), “Karakalem ve suluboya manzara resimleri yapan” George Sand, Baudelaire “çizmeyi bilmekle kalmıyor, karakaleme ( ya da kömür kaleme ya da mürekkebe) zekâsını geçirmeyi de biliyordu; nitekim otokarikatürleri içe işleyici bir kesinlik içerir.”... “Dikkati çekenler, romancılardan çok (oğul Dumas iyi bir karikatüristti, Maupassant esprili karikatürler çiziyordu, Anatole France zarif bir ustalığı olan bir çizerdi), şairlerdir. Verlaine, Rimbaud... “Sözcüklerin ufkundan farklı bir anlatım ufkunun peşinden gitme, yazıyla dolu sayfaların kenarına çizilen bu resimyazıların birçoğuna can veren iktidar.” 31 Aralık, Çarşamba Hava nasıl güneşli. Yılın son günü olduğundan mı acaba yüzü gülüyor havanın? Yeni Zellanda’dan sonra girmiş yeni yıla Avusturalya. 3. 5 milyon dolar harcanmış tüm o gürültü çıkaran zımbırtılara. Almanya sanki daha az mı ödedi? Sanmam. Ya yoksul Türkiye? Yeni yılı güle oynaya karşılamak güzel! Güzel de 2009 gençlere ve insanlığa ne vaat ediyor? Ortadoğu’da barış yok. Savaşa devam. Mahmud Derviş’in kemikleri sızlıyordur her Filistinli öldürüldüğünde. Dünyanın başına ekonomik krizi bela eden Amerika, umut mu dağıtıyor yeni başkanıyla? Yoksulluk mu, işsizlik mi azalacak 2009’da? İnsanlar daha mı mutlu olacak? Olumsuzluklar zincirini sıralayarak içimiz karartmak istemiyorum ama görünen köy kılavuz istemez. Cahit Külebi’nin şu dizesi dilime dolandı bugün: “Taş atılmış kuşlar gibi perişanım” İlhan Berk’in şu dizesiyle karşılıyoruz 2009’u: “Efendim, siz sabah gibi güzelsiniz!” 1 Ocak, Perşembe Tam bir yıldır günü gününe tutmuşum güncemi. Belgesel bir yanının da olduğunu düşündüğüm notlarıma iyice ısındım. Günlükler hiç kaybolmayacak yaşantı, düşünce ipuçları. Günümün önemli anları, duyguları, düşünceleri, etkilendiğim kitaplardan yaptığım alıntılar... Hepsi bir bütün. Yaşadığım ortamın siyasal, kültürel... yanlarıyla kişisel yakınmalarım yan yana, zaman zaman iç içe yer aldı. Günlük tutmak bir alışkanlık haline geldi bende, günlük okumak da vazgeçilmez tutkum. 24 Kasım 1949 günü günlüğüne şunları yazmış salâh Birsel: “Bu günlüğü neden tutuyorum? Yatarken aklıma bu geldi. Evet bunu şimdiye kadar düşünmemiş olsam da beni bu işe iteleyen bir neden olmalı.” Peki beni “bu işe iteleyen” şey ne? 2 Ocak, Cuma Türk-Alman ilişkileri konusunda ben uzman değilim. Ama elimde uzmanları da sevindirecek ne çok kitap, fotoğraf, sigara kutusu, belge var. Berlin’deki Türklerin izinden yürüyerek, arşiv arşiv dolaşarak, bit pazarlarından, sahaflardan topladığım malzemeler buradaki geçmişimize ışık tutuyor. Benim açtığım sergilerden esinlenerek sigara kutusu, kitap toplayan bir arkadaşımdaydım öğleden sonra. Bana, öyle güzel objeler gösterdi ki, beni yeniden malzeme, belge toplamaya heveslendirdi. Birinci Dünya Savaşı yıllarından kalma bira bardakları, pipolar, fincanlar, kitaplar, fotoğraflar, kartpostallar... beni nasıl heyecanlandırdı, nasıl! Şimdi benim Türklere yönelik Berlin Rehberi’ni yazmama ağırlık vermem gerekiyor. İşte bu düşünceyi soğutmamalıyım. “Biz seninle aynı tarihi paylaşıyoruz. Aynı güneşleri Aynı rüzgârları. Aynı bağbozumlarını geçiyoruz.” (İlhan Berk, Tarih) 3 Ocak, Cumartesi Gazetelerdeki, televizyonlardaki ekonomiyle ilgili haberler iç karartmaya devam ediyor: Alman ekonomisi küçülüyor. Otomobil endüstrisi yeterince Asya ve ABD’den sipariş alamadığı için işçi çıkarmayı sürdürüyor. Ekonomi daralıyor, büyük şirketler azalıyor. Küçük şirketler batıyor. Dünya tam bir dar boğaza girmek üzere. 2009 yükselen acının, sıkıntının, bunalımın, savaşların... yılı mı olacak acaba? Cemal Süreya’nın “Hür Hamamlar Denizi”yle şiire ilk kez “enflasyon” sözcüğü geçmiş. Bu şiir, kadınlar hamamındaki Süleyman’ın mastürbasyonunu anlatıyor. Şiirin yer aldığı Üvercinka kitabı ilk 1958’de yayımlandığına göre, şiir belki de daha önce bir dergide yayımlanmıştır. “Erkekler hamamında Süleyman Az namussuz adam değilmiş hani Kalkıp dosdoğru Eskişehir’e gitti Geçirdiği gibi başına şapkasını Enflasyon parasıyla otuz lira” Yani Demokrat Parti döneminin ekonomisine bir gönderme mi acaba şiirin bu son dizeleri? Ece Ayhan da aynı yıl “Çapalı Ç:arşı” şiirde “enflasyon” sözcüğünü kullanır. Belki de bir rastlantı bu: 1957’de yazdığı “Ut” şiirinin son dizesinde “şimdi bu rakıdan ne diye vergi alırlar sanki” diye sorar Ece Ayhan. Sonra da, yukarıda sözünü ettiğim şiirde ekonomiye gönderme yapıyor: “İşte o biçim gecelerde kucaklamış getirir enflasyon arkadaşlarını kova abdülhamit akşam gazeteleri dağlar gibi yalnızlık ne güzel bir hiç.” 4 Ocak, Pazar Bütün gün kar yağdı. Öğleden sonra başsağlığına gelenlerle doldu taştı ev. Enis Batur’un şu cümlesi nereden de aklıma geldi bilgisayarımdan uzak kalınca: “Yazmak açılmak mı, hayır, aralanmak.” Yazarak açıldığını düşünenler olabilir. Çoğunluk böyle düşünüyor sanırım. Ama yazarak aralandığını düşünenlerin yazdıklarında farklılıkların olması çok doğal değil mi bu durumda? Kar yağıyor ve ben çay servisi yapıyorum.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|