|
|
"Bu ülkede kiracıyım"Kategori: Söyleşiler | Makaleler | 0 Yorum | Yazan: A Yorum | 28 Aralık 2008 06:56:39 Fazıl Say'dan mahalle baskısına yeni yorum... Türkiye'de klasik müzik yapanlar toplumsal meseleler konusunda fikirlerini söylemekten kaçındılar. Sen ise dünyaca ünlü bir sanatçı olarak başka bir tutum içindesin.
Yaşadığımız günlerle ilgili. Bahsettiğin kaygılar 20 milyonun, 30 milyonun kaygıları. Türkiye ile ilgili herkes endişeli; bölünme konusunda, irtica konusunda endişeli. Bir şey söyleyen kendisiyle beraber 20 milyon adına konuşuyor. Anında da 20 milyon insanı karşısında buluyor. 1960’larda olsaydı aynı tepkiler gelirdi! Yabancı hissetmek, kiracı hissetmek, bunlar sanatçı için ağır şeyler. Ötekileşmekten daha etkili bir kavram: Kiracı hissetmek... Kendini ev sahibi görmüyor musun bu coğrafyada şu anda? Herkes aslında ev sahibi görebilmeli. Dediğin gibi öyle hislerimiz var, doğru. Bir gün canına tak etti ve dillendin sanki, ya da öyle bir sürece denk geldi ki, öyle bir şey söyledin ki, toplum bir anda senin söylediklerin üzerinden tartışmaya başladı. Biz sanatçılar için sağlıklı bir durum değil bu. Sıkıntıların, bazı engellemelerin sonucu bu. Asıl üzücü olan istediğimiz yöne doğru değişmememiz. Bir türlü asıl güzergaha gelemiyor, hep sallantıda, hep yanlış yöne çekilme var. Biz de ötekileştikçe ötekileşiyoruz! Kültür sanatseverlerin nüfusu azalıyor bir yandan. Yani bizim dünyamız azınlığın içinde de bir milimetrik şeye dönüşüyor. Kimileri dediler ki bu durum beyaz Türklerin iktidarı halka devretmesi süreci. Kendimi beyaz Türk, mavi Türk, siyah Türk gibi kavramların içinde görmek istemiyorum. Sonuçta bir beste yapıyorsam herkese hitap edebilmeli. Anadolu’nun ücra köşelerinde de konser verdim. Diyarbakır’da, Sivas’ta da; Tokyo’da, NewYork’ta aynı etkiyi yaratmaktır önemli olan. Kendini yalnız hissediyor musun? 10 Kasım’da İzmir’de Nâzım Hikmet Oratoryosu’na 18 bin kişi geldi. İnanılmaz bir görüntü. Kasım ayında Antalya’daki piyano festivalimiz dünyanın en büyük festivallerinden oldu. Bunlar Türkiye’de oldu! Ama aynı Türkiye’de çok acayip cahilliklerle karşılaştığımız da oluyor. Bu aşırı uçlar Türkiye’ye özgü. Bunu öğrenmek, kabullenmek lazım. YouTube’da Türk marşının altında aynen şöyle bir yorum okudum: “Bu o.. çocukları bu kadar hızlı çalamaz” diyor. Bu da bir gerçek! İzmir’de 18 bin kişi bilet alıyor Nâzım Oratoryosu için. Bu da bir Türkiye gerçeği, muhteşem bir geceydi. Türkiye’de başarılı insanlar çok kıskanılıyor, onun açtığı çok ve derin yaralar da oluyor. “ATATÜRK’E MÜTEŞEKKİRİM” Ulusalcılıkla aran nasıl? Ben Atatürk’e müteşekkir bir insanım. Çünkü Tokyo’da bir Fazıl Say festivali olmasının, dünyanın her yerinde konserlere çıkmasının, Berlin Filarmoni’nin Fazıl’la çalmasının bir nedeni var. Atatürk’ün kurduğu kurumlar olmasaydı, bunlar olmayacaktı. Adam Bulgaristan’da operaya gidiyor ve benim de ülkemde bunların olması gerekir, diyor. Bu gerçek aydınlanmacılık. Peki Atatürk üzerinden mi yürüyor Türkiye’deki siyasi kavga? Atatürk’ün yarattığı, ruhani ve siyasi özgürleşme süreci bu. Siyasi çatışmanın tam ortasında Atatürk. Atatürkçüler ‘out’ diğerleri ‘in’ diyebilir miyiz? Diyemeyiz. En zor konu şu; Batı Atatürk’ü henüz anlamadı. Türkler, Atatürk’ü tabu olarak sundular. Atatürk’ün tam olarak ne yaptığı, bin yıllık uyuyan halkı ayağa kaldırdığı, emperyalizme karşı bir zafer elde ettiği, laiklik denen sistemi dünyada ilk defa bir İslam topluluğuna uyguladığı ve başarılı olduğu anlaşılamadı. Şu anda Batı’yla arası iyi olan Atatürkçüler değil, bu bir gerçek. Kimlerin arası iyi? İktidarın arası iyi ve neo-liberallerin... İktidarı İslamcı olarak mı görüyorsun? İktidarı geçen yıldan daha az İslamcı olarak görüyorum. Daha ortaya doğru çekiyor gibi görüyorum Tayyip Erdoğan’ı. İnanılmaz bir muhalefetsizlik var. Tek başımıza muhalefet dediğimiz şey hepimizde var, bütün sanatçılarda. Ben tek kelime etmemeliydim. Benim yerime eden bir muhalefet olması lazım. Ama maalesef yok. Bu ağır bir eleştiri CHP’ye, ama maalesef yok. ‘Magazine düşmekle iyi yapmadım’ Magazin basınında görüldüğün zamanlar da oldu. Bekâr bir insanım. Sonuçta sevgililerim oldu, olacaktır da. Oyuncu sevgilim oldu, balerin sevgilim oldu, şarkıcı oldu... Benim ilişki aramam, arayıp da bulamamam, denemem, bunlar tamamen şahsi değil mi? Şunu öğrendim ben; bir ilişki yaşayıp da, tek bir haber çıkmadan da yaşanabilir, çok gizli saklı tutulabilir her şey. Bir dönemin tercihi oluyor. Ben magazine düşmekle iyi yapmış olmadım. Reklamın kötüsü oluyor. Beethoven çalan bir insanın 2007’nin mart aylarında magazine çok fazla düşmesi o Beethoven çalan adamın inandırıcılığına gölge düşmesine neden olmuş olabilir Sivas 93 oyununda senin müziklerin kullanıldı. Bu konuda başına gelenler de ortada. Sansüre de uğradın Metin Altıok Oratoryosu çalışmanla. Senin bu oyunun galasına dünyaca tanınan romancımızı davet ettiğin, ama siyasal olarak buraya kendini uygun görmediği için gelmediği doğru mu? İnsanlar o kadar kendilerini bir çizgide hissediyorlar ki ismini vermeyelim ama olayı anlatayım; ben Sivas 93’e davet ettim kendisini ‘galaya politik sebepten dolayı benim oraya gelmem yakışık almaz’ dedi. Halbuki Sivas 93’e gelmemek için hiçbir politik sebep olamaz. En ağır dincinin bile gelip görmesi, hayattan ders çıkarması gerekir. Orada ölümlerle sonlanan bir facia yaşandı. Sen öyle değilsin. Bu ünlü yazara en kötü döneminde destek verdin. Okuyorum gazeteleri. Japonya’nın kuzeyinde Saporo diye bir kent var. Çok da güzel bir konser salonu var. Bu salonda ben Japonya turnemde bir konser verdim. 14 konserden biri buradaydı. Tokyo’nun 1200 km güneyinde çok tatlı bir kasabadaydı. Bu konserin organizatörü benim için bir broşür yapmış. Dört sayfalık broşürde benim fotoğrafım, biyografim, reklam falan var. Fotoğrafımın arkasına da Sultanahmet Camii’nin bir siluetini koymuş. Biz Japonya’dayken bu afişle ilgili tantana çıktı. “Fazıl Say’ın arkasında cami resmi nasıl olur?” diye yazmışlar. O kadar kötü bir kutuplaşma ki. Japon’un buradan haberi yok. Türkiye’den, İstanbul’dan bir sanatçı olduğu için İstanbul’u simgeleyen belli bir mimari eserin fotoğrafını koyuyor. Böyle bir algının olduğu ortamda, yazar arkadaşım kutuplaşma yüzünden böyle davranmış olabilir. YA SEV YA TERKETÇİLER TAHAMMÜL EDİLEBİLİR DEĞİL Peki, milliyetçilikle aran nasıl? Hiç yok milliyetçilikle aram. En üstte insan gelir bence. Bir Japon’u, bir Afrikalı’yı, bir Türk kadar çok sevebilmek lazım. Memleketimizi seviyoruz, insanları da. Ya sev ya terketçiler tahammül edilecek gibi değil bence. Özür meselesine ne diyorsun? Bir Ahtamar Balesi projesi var. Türk ve Ermeni 100 sahne sanatçısının katılımıyla gerçekleşmesini istediğim. Ahtamar, çünkü hem Türk hem Ermeni efsanesidir. Bu tür bir projenin ülkelerarası ilişkilere çok büyük katkısı olacağını düşünüyorum. Bence bu özür dileyen mektuptan çok daha büyük işe yarar. Çünkü bu çok daha uzun, erdemli ve sevgi dolu bir yaklaşım olur. Bu beraber iş yapıyoruz yapmak istiyoruz ama sevgisiz olmaz. Özür dilersin geçersin. Bu kampanyanın milliyetçiliği körükleyeceğini düşünür müsün? İki ülkeye zarar vermeyecek şekilde, iyi bir dostluğa dönüşmesi için, sevgi dolu sanatsal projelerin daha iyi olacağını düşünüyorum. Dünyadaki meslektaşlarının durumu nasıl? Adam sadece piyano çalışıyor. Bir de müzikal şakalarla geçiyor vakitleri. Bazı festivallerde ben kendimi çok yalnız hissediyorum. O yüzden bundan sonra kendi eserlerimle konserlere çıkıyorum. Mesela ‘İpek Yolu’ diye bir eserim var. Onların öyle eserleri yok. ‘Kara Toprak’ diye bir eserleri yok. Bizim özümüzden gelme zenginlikler onlarda yok. Sen insanların tenine ve ruhuna dokunmayı seviyorsun. Bunu kendi insanına yapabildiğini düşünüyor musun? Hissediyorum. Yeni bir çevre ve o çevreyi edinebilmek için de çok çaba sarf etmiş bir insanım, ama yeterince değil. 70 milyon Türkiye’nin 70 bini kültür sanatla haşır neşir. Geri kalanına ulaşmaya çalışıyorum. Geçtiğimiz seneki olaylar çok dert açtı. Boşu boşuna tehditler aldık, hakaretler duyduk ve bunu ikinci kere yaşamak istemiyorum. Haklıyım da. Sırada hangi şair var? Cemal Süreya ile haşır neşirim, İstanbul Senfonisi yazıyorum. Bende şiir bitmez.. Mahalle baskısı 2006’dan beri var Sanatçıya mahalle baskısı var mı? İlk ortaya koyan ben değilim. Mahalle baskısı 2006’dan beri var. Mahalle baskısı görüntüsü de 15 yıldır var. Bunların altyapısı 12 Eylül’den beri var. Dedim ya bütün bunlar bildiğimiz gerçekler. Bilmediğimiz hiçbir şey söylemedim ki! Bir masa başı sohbetinde Alman gazetesi yazdı. Manşet bile değildi. Benimki içine düşmektir aslında. Sallamak isteyerek sallanmış bir durum değil. İçine düşülmüş durum. Kaynak : Akşam- Enver Aysever
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|