Bir zamanlar uzun şiir kısa şiir tartışması yapılırdı. Şimdilerde yok böyle bir tartışma, iyi ki de yok, çünkü çok saçma olurdu geriye dönüş. Kimse kimsenin kısa ya da uzun şiir yazmasına ipotek koyamaz! Ayrıca, şiirin şiir olması önemlidir boyu değil.
Berlin Günceleri 17 – 23 Kasım
17 Kasım, Pazartesi
Michel Butor. Bir sihirbaz. Denemenin sihirbazı, ya da şahbazı.
“Baudelaire’in Bir Rüyası Üzerine Deneme” Sıra Dışı Öykü (YKY, Ekim 2008) kitabının alt başlığı. Şair (Baudelaire) gördüğü rüyayı bir dostuna sıcağı sıcağın yazar. Butor da bu rüyayı allayıp pullayarak, -didik didik ederek şiirlerini, daha çok Kötülük Çiçekleri’ni- kısa kısa ama çarpıcı, etkileyici denemeleriyle karşımıza çıkıyor.
Denemelerinin başlıkları da merak uyandıracak kadar çekici: “Güvenli Yer, Kitap, Ayakkabı ve Pantolon, Frengi, Lezbiyenler, Araf, Şefaatçi, Şarap, Sıra Dışı Öyküler ve Yeni Sıra Dışı Öyküler, Liseliler, Müze, Kuşlar, Pembe ve Yeşil, İp...”
Bu başlıkların bir de alt başlıkları var. Zeki bir yazar Michel Butor. Enfes bir kurgu ve tadına doyulmaz bir dil zenginliği sunuyor okuruna. Kitap elimden düşmüyor. Nasıl düşsün, bitmesin diye öyle yavaş okuyorum ki.
“Elinde anahtarı olmayan bir dil.
Bize anahtarını verdiği bir dil.”
İşte bu dille “Şimdi yavaşça, hazinesi üstüne sımsıkı kapanmış bu elin parmaklarını tek tek açalım” diyor ve açılıp saçılıyor dilin belini getire getire.
18 Kasım, Salı
Sonunda o da oldu. Almanya’da, Avrupa’da bir ilk daha yaşandı: 1994’te Yeşiller Partisi’nden Türk kökenli ilk milletvekili olmuştu, Cem Özdemir. Bir iki gün önce de Yeşiller Partisi’nin Eşbaşkanı oldu Claudia Roth’la birlikte.
Almanya değişiyor mu sorusuna kolayca “evet” demek hiç de kolay değil ama Almanya değişecek elbette.Yeni konumunu şöyle değerlendiriyor Cem Özdemir: “Yabancı kökenlilerin sorununu konuşurken Almanların sorunlarından farklı şeyler konuşmuyoruz. Almanların okul ve aile sorunları farklı kökenlilerin sorunlarından farklı değil. Yunanlılar, İtalyanların da benzer sorunları var. Bu şekilde yaklaşmayı daha sağlıklı buluyorum. Toplumda tüm dışlanmış, tüm ezilmiş insanları temsil etmek istiyorum. Onun için seçimimi birinci kuşağa adamak isterim.”
50 yıla varmadan göçün ve göçmenliğin geldiği yer Türk kökenli bir politikacıyı Eşbaşkanlığa getirdi.
Bugünkü Berliner Morgenpost gazetesinin ilk sayfasındaki haber şaşırtıcı: Berlin’in doğu bölgesinde yaşayanlar batısında yaşayanlardan daha memnunmuş yaşamlarından. Biz batı bölgesinde yaşıyoruz ama çok memnunuz yaşadığımız yerden. Bölgeler arasındaki memnunsuzluğun nedeni yaşayanların sosyal konumlarıyla ilgili elbette.
Walt Disney’in Micky Maus’u 80 yaşına basmış bugün. 1928 Kasım’dan beri ilgiyle izlenen bir çizgifilm kahramanı Micky Maus. 13 Ocak 1930’da Amerika’da komik sayfası düzenlenmeye başlamış Walt Disney’in büyük başarısının ardından. 1951’e ise “Micky Maus” kitapçıkları ard arda çıkmaya başlamış. Bugüne kadar ilgi grafiği hiç eksilmeden süren bir çizgi izlemiş bu efsanevi çizgifilm kahramanı.
19 Kasım, Çarşamba
Yorgunum, bezginim.
Yine de birkaç dize elimi sıkıyor sessizce:
“Kaç ayar bu aygır düş
Derecesi ne bu benzersiz sesin, esinin
Gurbet çekerim gurbet
Şans talih kader kısmet
Gibi kispet giyerim sımsıkı
Belimde kilo kilo altın kuşak
Gurbet çekerim gurbet”
20 Kasım, Perşembe
Dünkü şiirin devamı da geldi:
“Gördüğüm yoldan da yakınım ben
Gördüğüm o yok yoldan
İçim alev alev, dışım da
Su da öyle, düş de, kış yaz
Bu bir sedâ ama ne sedâ
Baktım yol sana çıkıyor yâr
Cennet sensin meyvelerin şahı gibi nar
Kaç ayar bu uykusuz geceler
Seni ölmenin derecesi ne”
21 Kasım, Cuma
Özgür Edebiyat dergisinin son sayısındaki iki uzun şiir dikkatimi çekti:
Çiğdem Sezer’in “Kelebekleri Öldürürüz Sokağı” dergi sayfasıyla tam beş sayfa. Dergiler, epeydir bu kadar uzun şiiri yayımlamıyorlardı. Özgür Edebiyat dergisi bu ilkeyi bozmuş görünüyor. Şiirdeki şu dizelerin altını çiziyorum:
“benim bir sokağım olsa durmadan kar yağsam”,
“o gün bu gün boğazımda tarçınlı süt düğümü”,
“etimizden bir parça koparıp gider hayat ve dayanırız / dayanırız yaşamak ağır basar içimizdeki akrep / kendini sokmadan evvel bütün kelimeler ateşe koşar”,
“ben elmanın açtığı yaradan bildim kelimeleri”...
Cenk Gündoğdu’nun şiiri “Bütün Haritalar Kırmızıdır” da tam yedi sayfa tutmuş dergide:
Kekemeliği, Çingene, Rum diyalektiğini... de kullanmış şair. Çağrışımı bol bu şiirden de birkaç dize yazmadan geçemeyeceğim:
“üstümüzde dünyanın örtüsü bir acı kapandı / bak, yine de saklıyoruz temiz bir mintan / giyeceğimiz o göğü”,
“ama anladım, tarih çizgi çekmekmiş yüzümüze...”
Bir zamanlar uzun şiir kısa şiir tartışması yapılırdı. Şimdilerde yok böyle bir tartışma, iyi ki de yok, çünkü çok saçma olurdu geriye dönüş. Kimse kimsenin kısa ya da uzun şiir yazmasına ipotek koyamaz! Ayrıca, şiirin şiir olması önemlidir boyu değil.
22 Kasım, Cumartesi
Kar yağdı, hem de ne kar!
Dünden beri bembeyaz Berlin.
Hava soğuk mu soğuk!
Evde olmak güzel.
İki dize daha düşüyor önüme:
“Ölümü ezberletiyorlar
Oysa biz daha yeni doğuyoruz”
23 Kasım, Pazar
Dıranas’ın “Kar” şiiri.
“Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurla, karanlık bir düşünceden,”
Kar, tutunmak için uğraşıyor, başaramıyor, hemen eriyiveriyor. Baştan alıyor, yeniden yağıyor. Yine tutunamıyor toprağa, ağaçların çıplak dallarına, evlerin çatılarına. Olmuyor. Yine eriyiveriyor çabucak. Al baştan bir daha. Böyle bir kısır döngüdür gidiyor.
Oysa Dıranas’ın şiirinde nasıl da kararlı bir tablo var duygu ve düşüncelerimizi sarsan, şaşkına çeviren:
“Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,
Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu’dan
Sesin nerde kaldı? Kar içindesin!”
“Kar yağıyor üstümüze, inceden.”
Bir de tutunabilse dünyada.
Belki dağılır kasvetli düşüncelerim.